Ekin Kadir Selçuk
T24 - Bugün modern anlamda kullandığımız devlet kavramını siyasi literatürde ilk olarak inceleyen filozof Thomas Hobbes’tur. Hobbes’a değin iktidar kişilerle ve karizma öğeleriyle açıklanırken Hobbes devleti soyut bir güç olarak kurgulamış ve bireylerin rızasına ve ortak anlaşmasına dayandırmıştır. Devletin otoritesi gayrişahsidir, kişilere dayanmaz, onların yaşamlarına bağlı değildir. Onun otoritesi yasalarla, kurumlarla şekillenir ve işler.
Devlet artık üzerine inşa edildiği toplumdan da bağımsız bir yapıdır. Hobbes kendisinden sonra gelen liberal filozof Locke’tan daha “modern” yorumlamıştır devleti. Locke’ta da yine toplumun kendi arasında yaptığı bir anlaşmanın neticesidir iktidar; fakat ondan ayrı, ondan bağımsız bir güç değildir. Oysa modern anlamda devlet iki türlü gayrişahsidir: Hem geçici bir süreyle kurumlarını yöneten kişilerden bağımsız olması anlamında gayrişahsi, hem de bir anlaşmayla onu kuran bireylerden ve toplumdan bağımsız olması anlamında gayrişahsi.
Örneğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti soyut bir varlıktır, Türkiye’de yaşayan insanlar devleti yönetenlerin değil bizatihi devletin yurttaşlarıdır ve bağlılıkları yalnızca devlet denen o soyut varlığadır. Halkın onayıyla yönetici sıfatını edinenler, devleti temsil etmek suretiyle vardırlar, devlet olmadan onların kıdemlerinin bir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Devlet aygıtı, onun meşruiyeti, kudreti hiçbir yöneticinin şahsında cisimleşemez. Öte yandan devletin varlığı halkın ve toplumun ta kendisi de değildir. Kendi kurumları, bürokrasisiyle, kurallarıyla devlet halktan, toplumdan bağımsız, otonom bir yapıdır. Weber’in deyimiyle meşru şiddet araçlarını yalnızca bu soyut varlık tekelinde barındırabilir; ne onu yönetenler ne de yönetilen toplum.
Modern anlamda devletin doğuşuna değin yöneticiler tebaaları üzerindeki iktidarlarını ve kudretlerini can alma tehdidiyle göstermişlerdir. İhanet edenin, yasalara karşı gelenin, yöneticilere isyan edenin kellesi alınır. Foucault’nun biyoiktidar adını verdiği ve modern devlete atfettiği güç ise yaşatmak ve yaşamı kontrol etmek üzerinedir. Modern devlet yönetilenlerin sağlığını, refahını gözetir; okullarda, hastanelerde, akıl hastanelerinde, hapishanelerde onların “normal”, “sağlıklı” ve topluma “yararlı”, “terbiyeli” yurttaşlar olmaları için çalışır. Örneğin aşı kampanyaları düzenler, nüfus artışını kontrol eder, doğum ve ölüm oranlarını inceler. Modern devlet, yurttaşların bedenleri üzerinde kontrol sahibidir.
Eski Yunan’da Aristo’nun ev yönetimi ve şehir yönetimi adını verdiği ikili bir yapı vardı. Bu anlamda politika insanların yaşamlarını düzenlemez ya da kontrol etmezdi; bu, hanedeki erkeğin işiydi. Politika şehrin yönetimiydi, şehirle ilgili kanunlar çıkarılırdı. Oysa modern çağlarda politikanın temel vazifesi doğrudan yaşamın yönetimi oldu. Yaşamın yönetimi; yani yurttaşlarının bedenlerinin kontrol ve disiplin altına alınması. Bugün devletler doğrudan sağlıklı nesiller, eğitilmiş kitleler yetiştirmek için inisiyatif gösterirler, hatta devletlerin en temel vazifesi bunlardır.
Pek çok kişi, gazetelerde yazıp çizenler Başbakan Erdoğan’ın düğün törenlerinde, mitinglerde insanlara üç çocuk yapmalarını tavsiye etmesinin arkaik bir söylem içerdiğini, tebaaya seslenişi çağrıştırdığını ifade etti. Oysa Erdoğan bireylerin kaç çocuk sahibi olmaları gerektiği konusunda söz söyleme cesaretini kendinde bulurken bu gücü modern devletin biyoiktidarından alıyordu. Neticede siyaset yaşamın yönetimiydi, bireylerin bedenlerinin de kontrolünü içeriyordu. Fakat modern anlamda devletin artık kişilerden bağımsız, otonom bir yapı olduğunu arz ettik.
Bu bağlamda Başbakan’ın kendisi de devletin biyoiktidarından kaçamıyor. Bu iktidar yöneticisinin de sağlıklı, normal, yararlı olmasını amaçlıyor. Onun yaşamını kontrol etmek istiyor ve yaşaması için çabalıyor. Başbakan’ın ameliyatı sonrası yaşananları bu gözle değerlendirdiğimizde, onun sağlığı konusunda yapılan spekülasyonları daha iyi anlayabiliriz. Yalçın Küçük Başbakan’ı kötülemek için zamanında onun sara hastası olduğunu iddia etmişti. Benzer iddiaları zaman zaman gazetelerde görüyoruz.
Başbakan son derece sağlık durumunu sık sık kamuoyuyla paylaşmak, son derece sıhhatli olduğunu ifade etmek zorunda kalıyor. Yani yalnızca yönetilenlerin değil yöneticilerin yaşamları ve bedenleri de devletin biyoiktidarının sınırları içerisinde.
Zaten iktidar çoğu zaman ona sahip olanları da kendine esir etmez mi?
Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi, Doktora