Politika

Başbakan 'Açılım için acele etme' demişti, haklıymış

Dengir Mir Mehmet Fırat 'Kürt Açılımı'nı daha önce gerçekleştirmek için Başbakan'la yaptığı görüşmenin ardından aldığı olumsuz

28 Haziran 2010 03:00

T24 - AKP Adana Millietvekili Dengir Mir Mehmet Fırat 'Kürt Açılımı'nı daha önce gerçekleştirmek için Başbakan Tayyip Erdoğan'la yaptığı görüşmenin ardından aldığı olumsuz cevabın nedenini anlattı. Fırat, "Bunu Ergenekon dosyaları ortaya çıktıkça anlıyorum. O dosyalar ortaya çıkmamış olsaydı bu sürecin devam edebilmesi mümkün değildi. Onu şimdi görüyorum. O gün Başbakan'ın tereddüdünün sebebi belki de buydu. Çünkü şimdi anlıyoruz ki birçok olay o dönem yaşanıyormuş. Böyle bir ortamda, Türkiye'yi kaosa sürüklemek isteyen yapı içinde o açılımların yapılması mümkün olmazdı" dedi.

Akşam gazetesi yazarı Nagehan Alçı'nın "Başbakan 'Açılım için acele etme' demişti, haklıymış" başlığıyla yayımlanan (28 Haziran 2010) yazısı şöyle:


Başbakan 'Açılım için acele etme' demişti, haklıymış

Eski olan ama hiç eskimeyen bir mesele Kürt meselesi. Konuşmaktan yorulsak da, bazen umutsuzluğa kapılsak da göz ardı edemeyeceğimiz bir mesele. Hele şu günlerde...  

Bu nedenle geçtiğimiz haftayı meselenin kalbinde, Güneydoğu'da geçirdik. Bu soruna gönül koymuş bir grup aydın ve siyasetçi ile Van'dan, Bahçesaray'a, Adıyaman'dan Kahta'ya kadar dolaştık, 'yanlış nerede?' sorusunun cevabını aradık.

Bu arayışlara hükümetin Kürt meselesindeki kilit ismi olan Dengir Mir Mehmet Fırat ile başladık. AK Parti Adana Milletvekili Fırat bölgede büyük nüfuzu olan 35 yıllık bir siyasetçi. Bir dönem AK Parti'nin ikinci ismiydi ancak idari görevinden istifa etti. Sade bir milletvekili olarak yoluna devam etmeyi seçti.

O nedenle şu sorular açıkta duruyor: Acaba Fırat, açılım sürecinde aktif yer alsa, bugünkü tablo farklı olur muydu? Neden geri planda kaldı? Bölgeyi en iyi bilen isimden faydalanmamak ne anlama geliyor?...

Dört gün boyunca hem Adana milletvekilinin gözünden kendi bölgesini keşfettik hem de bu soruların yanıtlarını aradık.


- Kürt sorunu ve AK Parti deyince akla gelen ilk isim sizsiniz. Ama hükümetin başlattığı açılımda ön saflarda yer almadınız. Neden?

Ben uzun süre partinin siyasi ve hukuk işleri başkanlığını yürüttüm. AK Parti'nin iktidara geldiği süreçten idari görevimden istifaya kadar uzun süre ve çok stresli bir dönemde çalıştım. Darbe teşebbüsleri, parti kapatılması, hep ön plandaydım ve bu nedenle basın ve muhalefetin odağı halindeydim. Hakikaten çok yoruldum. Sağlık sorunlarım da oluşmaya başladı. Bir de bazı konularda fikren veya zaman itibarıyla anlaşmazlığım oldu.


- Kiminle?

Sayın Başbakan'la. Ama tabii Başbakan'ın konumu ayrıydı. Onun bildiği birçok şey vardı belki, ben onları bilmiyordum.


-  Neydi anlaşmazlık noktaları?

Açılım diye sonradan adlandırılan süreçle ilgiliydi. Ben yapılanların daha hızlı ve erken bir şekilde yapılması gerektiğini düşünüyordum. Başbakan ise o sürecin benim dediğim zaman başlamasını doğru bulmuyordu.


-  Size göre ne zaman başlamalıydı süreç?

2007 seçimlerinden hemen sonra.  Olmadı, zamanlama doğru bulunmadı. Dolayısıyla izin istedim. Başbakan ısrar etti. Ama ben düz bir milletvekili olarak çalışmayı tercih ettim. Partiden kopmuş değilim ama kendimi yorgun hissediyorum. Fikren de yorgun olduğum kanısındayım.


-  Sizce ne daha hızlı yapılmalıydı?

Üniversitelerde Kürt dili ile ilgili bölümlerin açılması, yerleşim alanlarını adlarını geri verilmesi... Bunlar sonradan yapıldı.

Ergenekon dosyaları çıkınca Başbakan'ı anladım.


-  Başbakan size hız ve zaman konusunda hangi gerekçeyle karşı çıktı?

Zamanlama meselesi vardı. Onun zamanlama takvimini etkileyen birçok şey var. Bunların hepsini bilmek mümkün değil. Demek zaman yanlış diye düşünmüş.


-  Neden dersiniz?

Bunu Ergenekon dosyaları ortaya çıktıkça anlıyorum. O dosyalar ortaya çıkmamış olsaydı bu sürecin devam edebilmesi mümkün değildi. Onu şimdi görüyorum. O gün Başbakan'ın tereddüdünün sebebi belki de buydu. Çünkü şimdi anlıyoruz ki birçok olay o dönem yaşanıyormuş. Böyle bir ortamda, Türkiye'yi kaosa sürüklemek isteyen yapı içinde o açılımların yapılması mümkün olmazdı.


-  Şimdi bunu görüyorum diyorsunuz ama o dönem fikir ayrılığınız nedeniyle Başbakan'a kırgınlık hissettiniz mi?

Yok, hayır, kesinlikle! Başbakan beni hiçbir şekilde dışlamadı. Hakkını yemem mümkün değil. Çok ısrar etti ama ben devam etmedim. Hatta 'git istirahat et, sonra gel' bile dedi. Ama ben ayrılmayı doğru buldum.


Kılıçdaroğlu arazöz gibi ama temiz suyu yok

- Yorgun olduğunuz için ayrıldığınızı söylüyorsunuz. O dönem sizi en çok Kemal Kılıçdaroğlu ile girdiğiniz düello yormuştu sanırım. Bu düellonun kararınız üzerinde etkisi oldu mu?

Birçok kişi bunu ilişkilendiriyor ama aslında hiç doğru değil. Benim istifam münazaradan çok sonraydı. O tartışmanın temelinde tamamen iftiralar vardı. Gösterilen belgeler sahteydi. Ben o an müdahale ettim, sahte belgeleri çoğaltıp basına dağıttım ama ne yazık ki kimse yayınlamadı.  Çünkü orada herkes amigolaşmıştı. Ben bunu kutuplaşmaya bağlıyorum.


- Herkes Kılıçdaroğlu'ndan yana olmadı o dönem. Hükümete yakın gazeteler sizi desteklediler.

Evet bir kısım basın gördü ama fazla bir şey yapmadı. Sonra beni ve Kılıçdaroğlu'nu Balçiçek Pamir televizyon programına davet etti, ben kabul ettim, Kılıçdaroğlu son 15 dakikada caydı.


- Ne düşünüyorsunuz Kemal Kılıçdaroğlu hakkında?

Ben Kılıçdaroğlu'nu arazöze benzetiyorum. Sokakları sulayan alet vardır ya, bazen arazöz yoldan geçenlere su sıçratır. Kılıçdaroğlu da öyle yapıyor ama deposunda temiz su yok. Bir şey söylüyor, sonra o ithamın doğru olmadığı ortaya çıkınca özür dilemeden yoluna devam ediyor. Bu çirkin bir yöntem.


-  CHP'nin genel başkanlığı koltuğuna oturunca ne hissettiniz?

Hiçbir şey. O tartışmada gördüğüm kadarıyla çok derinliği olmayan bir kişi. Tahmin ediyorum ki genel başkanlığı çok uzun sürmeyecek.


- Kılıçdaroğlu mu yoksa Baykal mı AK Parti'ye daha güçlü bir rakip?

Baykal. En azından belagat sanatını çok iyi yapan bir kişi. Kılıçdaroğlu CHP'yi dönüştüremez, Baykal en azından kendisine göre yapıyı manipüle edebiliyordu ama Kılıçdaroğlu tamamen düzenlenmiş bir oyunun figüranı.


-  Yine de bir rüzgar estirdi. CHP'nin oylarını artırması bekleniyor...

Basın ve muhalefet çok pompalıyor ama sık konuşmaya başladı. Konuşmasa belki bir şey zannedilebilirdi. Konuştukça kıvraklık ve derinliği olmadığı çıkıyor ortaya. Bence bir süre sonra tasfiye edilecektir.


Açılım demek gerekli değil

-  Açılım başlamadan önce Başbakan ile bu konuyu konuştuğunuzu söylediniz. Açılım diyor muydunuz o dönem?

Hayır, isimlendirmenin gerekli olduğu kanısında değilim. Aslında açılımın en büyüğü açılım sürecinin öncesinde yapıldı: TRT-Şeş'in açılması, 6-7 tane anayasa değişikliği, sıkıyönetim ve OHAL'in kaldırılması. Bunlar birer devrimdir. Açılımı siz süreç olarak nitelendiriyorsanız o açılım kelimesini kullanıldığı tarihten başlamıyor. AK Parti 2002'de iktidara geldiğinden beri açılım yapıyor.


- Öyle ama son dönemde bu açılımlar artan saldırılar ile gölgelenmeye çalışılıyor. Şiddet neden tırmandırılıyor?

İstenilen 'açılım istenildiği gibi olmadı, terör bu yüzden tırmandı' havası yaratmak. Oysa bu doğru değil. Şimdi taş atan çocuklarla ilgili önemli bir yasa değişikliğine gidiliyor mesela. Onları rahatsız eden ve saldırıya teşvik eden önemli bir neden bu. Ve bu yasaya hem muhalefet hem de PKK karşı çıkıyor. Bence çok ilginç! Tesadüf diyemeyeceğim.


-Tesadüf değilse ne?

Strateji. Terör örgütünün kurgusu. Ciddiye almak lazım çünkü sizi şiddete yöneltmek istiyor. Devlet ve halkın barışmasını istemiyor. Mesela Bahçesaray'da yapılan festival çok önemliydi. İlk defa vali, Kürt kültürünü anlatan bir festivale destek oluyordu. Örgüt bunu istemiyor.


IRA ve ETA ile de temas kurulmadı

- Son olaylar karşısında BDP'nin tutumunu nasıl buluyorsunuz?

Özgür irade ile hareket etmiyorlar. Bir siyasi parti olmaktan çok bir koalisyonlar partisi gibi. Söylemleri farklılıklar içerebiliyor.


- PKK ile de koalisyon yapıyor mu BDP?

Koalisyon değil de resmi bir uzantısı olduğu düşünülebilir.


-  PKK'yı denklemin dışında tutmak gerçekçi mi?


Gerçekçiden çok mantıklı olup olmadığına bakmak lazım. Yasal bir yapı ile yasa dışı bir yapının aynı denklem içinde düşünülmesi mümkün değil. Bunu İspanya'da da İngiltere'de de görüyoruz. Devletin hiçbir zaman ne IRA ne de ETA ile doğrudan bir teması olmadı.


-  Tam da bu yüzden BDP çok önemli değil mi?

Öyle ama BDP şimdiki tutumuyla bir handikap oluşturuyor. Özgür iradesi ile taraf olabilse önemli bir rol oynayabilir ama kendini muhatap kabul etmiyor.


-  PKK ne istiyor?

Bölgede kesin bir hak sağlayabilmek istiyor. Kendisini dışında herhangi bir şeyin olmamasını kontrolün tamamen kendisinde olmasını istiyor.


- BDP'li vekillerle geçmişten gelen bir hukukunuz vardır. Son dönemki tavırları bu hukuku nasıl etkileyecek?

Siyasetin kendine has kuralları ve ahlaki değerleri vardır. Bu asgari kurallara uymak zorundalar. Bireysel dostluklar ayrı. İçlerinde çok eskiden tanıdığım bazı arkadaşlar var. Tenkitlerimi yaparım ama diyaloğa devam ederim.


Poligonda müzakere olmaz

- Hükümet örgütü ikna yoluyla bitirmek istiyordu. Dağa 'gelin siyaset yapın' çağrısının sebebi buydu. Şimdi gelinen noktada hükümet taktik değiştirecek mi?

Hayır, değişiklik yok. Başından beri biz terör örgütü ile konuşup onu ikna edeceğiz demiyoruz ki! Kendi söylemlerini dile getiren bir parti var Meclis'te. Gelin onlarla siyaset yapın diyoruz. Zaten böyle bir parti varken devletin PKK ile doğrudan görüşmesi mümkün olmaz. Bunu yapsa devlet vasfını kaybeder.


- Zaten BDP 'biz bunu yaparız yeter ki kanalları açın' diyor?

Hayır gösterdikleri adres İmralı. Biz değil, orası, diyor.


- İmralı'ya ulaşmak için onların aracı olması fikrine neden karşısınız?

İmralı'ya ulaşmak istemiyoruz. İmralı zaten kontrol altında.


- Nasıl kontrol altında? Öcalan 'süreç böyle giderse aradan çekilirim 31 Mayıs'tan sonra şiddet artar' demişti, şiddet arttı. Kontrol altındaysa bile, şiddeti tırmandırmasına nasıl müsaade ediyorsunuz?

Öcalan aradan çekilir, çekilmez. Zaten özgür olmayan bir insanın 'çekilirim, çekilmem' deme imkanı yok ki. Bu kişi ile temas için aracıya gerek olduğu kanısında değilim.


-  Eğer kan ve şiddet Öcalan muhatap alınarak bitecekse neden bu kadar ısrar ediliyor? Blair 'terörle mücadelede gerekirse şeytanla bile pazarlık ederim' demişti. Böylesine cesur bir hükümet  bunu neden yapmıyor?

Cesur olmak ayrı, hukuk devleti olmak ayrı. Belki temas sağlar, istihbarat örgütleri var vs. ama devlet 30-40 bin kişinin ölümünden sorumlu bir örgüt ile müzakere etmez. Poligonda müzakere olmaz. Müzakere için sakin bir ortam lazım. Tokalaşmak istiyorsanız yumruğu açacaksınız.