Londra’da Moda Okulunu bitirme tezinin konusu ‘kıyafetlerle iletişim’ olan ve siyasilerin kötü giyim seçimlerinin halka yakın olduklarını gösterme amacı taşıdığını söyleyen genç modacı Melis Alphan, Sabah gazetesinden Yaprak Şahinbaş’a verdiği röportajında şunları söyledi:
- Kendini nasıl tanımlıyorsun? Moda yazarı olarak mı, eleştirmen olarak mı?
- Moda deyince insanın aklına trendler geliyor ya, kendimi onun dışında tutmak istiyorum. Şuna inanıyorum: İnsanlar konuşmasa da kıyafetleri konuşuyor. Bir insanın giyim-kuşamına bakıp onunla ilgili çok şey anlayabilirsin. Ben de o insanların ne mesaj verdikleriyle ilgileniyorum. Buna moda iletişimcisi mi denir artık, eleştirmeni mi, bilemiyorum...
- 'Boy Aynası'nın ilk zamanlarında siyasetçilere daha çok yer veriyordun. Bu aralar bir azalma var. Ne oldu, artık beğeniyor musun kıyafetlerini?
- Hepsinden bahsettim ve siyasette hâlâ aynı kişiler var. 'Bu ceket olmamış'ı 10 kez söylemeye gerek yok.
- Senin yazıların üzerine kıyafetlerine dikkat eden, değiştiren siyasetçi oldu mu?
- Hayır. Çünkü bu bir tavır. Kötü kesimli takım elbiselerin yanlış olduğunu düşünmüyorlar. İsteseler imaj danışmanıyla çalışamazlar mı? Hayır, bu giyimleriyle halka daha yakın olduklarını düşünüyorlar. Onların duruşu bu. Seçimleri, bilinçli.
- Kadın politikacılar arasında stilini beğendiğin kimse yok mu?
- Nimet Çubukçu fena giyinmiyor. Ama o da son zamanlarda giyim olayını biraz abarttı. Kendini alışverişe falan verdi herhalde. Bu da kötü bir şey değil ama; hem kadınsı hem de politikacı olunabilir. Leopar desenini bile meclise özellikle soktu.
- Yazarken özellikle dikkat ettiğin şeyler var mı?
- Öncelikle gündemi çok iyi takip etmeye çalışıyorum. Çok fazla marka yazmıyorum. Aslında bazen yazmak istiyorum ama reklam olarak algılanmasından çekiniyorum. Çünkü Türkiye'deki moda endüstrisinin teşvik edilmesi gerekiyor.
- Bütün bu yazdığın kişiler arasında seni en çok 'afallatan' kim olmuştur?
- En çok afallatan ama bayıldığım isim, Bülent Ersoy. Öyle insanlar lazım bu ülkeye. O kadar abartılı ki! Ve bunu da taşıyabiliyor. Kalkıp onun kıyafetini eleştirmek çok komik oluyor. Ciddi ciddi eleştiremezsin. Popstar Alaturka'yı izlemesem bile sırf Bülent Ersoy ne giymiş diye bir bakarım mesela.
- Başka kimlerin kıyafetlerine bakıyorsun?
- Özellikle merak ettiğim başka biri yok. Türkiye'de son derece sıradan giyiniyorlar.
Çantayla verilen statü imajı
- 'Eda Taşpınar'ın ne giydiğini merak etmiyorum,' mu diyorsun?
- Ama o giyinmek için giyiniyor. Eda Taşpınar'ı ben başka şekilde tanımıyorum. Ne iş yapar bilmiyorum. Ortalıkta görünmesinin sonucu olarak girip bir yerde tasarımcı oluyor, falan. Bülent Ersoy'un hayattaki amacı giyinmek değil; bu, işinin bir parçası. Ona rağmen seni şaşırtıyor. Diğerlerinin hayattaki amacı bu. Nereye, ne giyecekleri, her şey planlı...
- Yazılarında da zaman zaman 'Modayı çok ciddiye almamak gerek,' diyorsun. Bu, yaptığın işle biraz çelişmiyor mu?
- Çok ciddiye almıyorum ama aşağılamıyorum da. Modayı ciddiye almak, Eda Taşpınar olmak demek. Modayı, herkesin hayatının bir parçası olan bir şey olarak görüyorum.
- Alışveriş olarak görmüyorsun yani...
- Aşağı gördüğüm şey, o işte. Modayla tüketim aynı şeymiş gibi anlaşılmaya başlandı. Ona karşıyım. Marka pompalaması, kadınların 'benim çantam bilmem ne' gibi dilsiz bir şekilde yarıştırmalarını komik ve saçma buluyorum. O artık kişiliğini yansıtan bir şey olmuyor. Sonra Balenciaga ilanındaki kadın gibi görünüyorlar.
- Modayı statü simgesi olarak kullanıyorlar...
- Evet. Ama bunda moda basınının da payı var. O 'it bag'ler mesela. Ama işte o statü mesajını da ben yemiyorum. O statüleri de ayırt etmek çok zolaştı. Şimdi maaşını bir çantaya yatırıp aç gezen kadınlar da var.
Dikiş dikmeyi özlüyorum
- Hiç içinde kalmadı mı tasarımla uğraşmamak?
- Türkiye'de o kadar zor ki. O yüzden hiç düşünmedim bile. Ama dikiş dikmeyi, bir şeyler yaratmayı özlüyorum. Ona da bir dikiş makinesi alıp başlayayım diyorum bu aralar.