Gündem

'Barış için Akademisyenler' savunucularının Söke'de davası ertelendi

Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan ve TTB Başkanı Gençay Gürgoy da duruşmaya gitti

24 Ekim 2016 12:15

‘Barış bildirisi’ yayınlayan akademisyenlere destek olmak için İzmir Kuşadası’nda ‘Biz de onların suçuna ortağız’ diyerek kendilerini ihbar eden 52 kişiden 46 kişinin duruşması geçen hafta Söke 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Kuşadası Cumhuriyet Başsavcılığı’na 20 Ocak’ta kendilerini ihbar eden 6 kişinin duruşması görüldü. Dava, 30 Kasım'a ertelendi.

Gazete Duvar'dan Özlem Akarsu Çelik ve Hacı Bişkin'in haberine göre; davanın avukatı Gül Kireçkaya duruşma öncesi Duvar’a açıklamalarda bulundu. Kireçkaya, “Yüzyıllar önce hak niteliği tartışılmaz hale gelen ifade özgürlüğünün bugün yeniden bu şekilde gündeme gelmesi akıl almaz bir durumdur” dedi.

Mungan ve Gürsor da gidiyor

‘Terör örgütü propagandası yapmak’ suçundan bu gün  saat 09 30’da Söke 2’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıkacak olan 6 kişiye destek olmak için Söke, Aydın, Nazilli ve İzmir’den birçok avukat adliye gideceğini açıkladı. ‘Bu suça ortak olmayacağız’ metnine imza atan Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan ve esi  Türk Tabipler Birliği Başkanı Gençay Gürsoy’da duruşmaya destek amaçlı katılacaklarını açıkladılar.

"Barışı yargılıyorlar"

Kendilerini ihbar eden 52 kişinin avukatlığını yapan avukat Gül Kireçkaya, bu günleri dayanışma ile geçirmek için çağrıda bulunduklarını söyledi. Kireçkaya, şöyle dedi:

“Yüzyıllar önce hak niteliği tartışılmaz hale gelen ifade özgürlüğünün, bugün yeniden bu şekilde gündeme gelmesi akıl almaz bir durum. Şiddete, teröre çağrı yapmanın ödüllendirildiği, barış talep etmenin ise yargılandığı bir süreçten geçiyoruz. Yani nereden bakarsak bakalım durumun kendisi absürd. Ancak bir avukat olarak bütün bu olumsuzluklara rağmen güzelin, sevginin, barışın ve insan olmanın, bu kadar samimiyetle ve doğallıkla savunulduğunu görmek umut verici. Bu günleri dayanışma ile geçireceğiz ve biz kazanacağız”

"Barışa beraat verilsin"

Söke 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan 46 kişinin avukatlarından Mustafa Açıcı ise şunları söyledi: “Mahkemeniz inanıyorum ki barışı mahkum etmeyecektir. Ve bizim barış taleplerimiz doğrultusunda ülkemize ve dünyaya bir barış manifestosu yazacaktır. Türkiye’deki davaların istatistiklerine baktığımızda, her üç davadan biri kasıtlı öldürme, diğeri kadına ve çocuğa şiddet, diğer üçte biri ise dolandırıcılıktır. Böyle bir ortamda nereden gelirse gelsin barış talebi çok değerlidir. Bu talebe dikkat edilmesi, bu talebe değer verilmesi ve karşılanması gerekir. Barış talebini A kişisinden gelirse kabul ederim, B kişisinden gelirse kabul etmem gibi lüksü olamaz bir devletin. Buradan yola çıkarak diyorum ki gelemeyen sanıklarla beraber dosyamız tevkif edilsin ve tüm sanıklarımıza beraat verilsin. Barışa beraat verilsin.”

Kamuoyuna 'barış' mektubu

Davada yargılanan 52 kişi seslerini duyurmak için ‘Barışı Savunmak Suç Değildir!’ başlığıyla bir mektup kaleme aldı. Mektupta şunlar dile getirildi:

Biliyorsunuz, bu yılın başlarında bir grup akademisyen “bu suça ortak olmayacağız” başlığı ile bir bildiri yayınladı. Güneydoğuda haftalardır süren sokağa çıkma yasaklarına ve devletin güvenlik güçlerinin yürüttüğü operasyonlar sırasında sivillere yönelen şiddete bu ülkenin duyarlı bireyleri olarak itiraz etmek istediler… Çeşitli medya araçları ile an be an toplumun gözü önüne serilen, yüzlerce sivilin yaralanmasına, ölmesine, göç etmesine -ve evrensel hukuka göre de insanlık suçu sayılan sonuçlara- yol açan şiddete!

Anayasa'da tanınan hak

Akademisyenler bildiriyi yayınlarken Anayasa’da tanımlanmış olan ifade özgürlüğünün kullanılması hakkına dayandılar. Kendi özgür iradeleri ile ilgili kurumlara ‘savaş şartları’nda bile olunsa evrensel hukuka uygun hareket edilmesini hatırlatma sorumluluğunu yerine getirdiler. Ne var ki irrasyonel alınganlık devreye girdi ve -Anayasa’nın ne dediğinin bir önemi yokmuşçasına- imzacılar terör örgütü propagandası yapmak ya da devleti zor duruma düşürmek gibi iddialarla suçlandılar.

Üniversite yönetimlerinin tutumu

Üniversite yönetimleri çok sayıda imzacı öğretim üyesini istifaya zorlar veya görevinden alırken, bir yandan da haklarında davalar açıldı. Bu zor ve yaptırımlar toplumun anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmasından yana olan diğer kesimlerini -Kuşadası’nda bizleri- de harekete geçirdi ve akademisyenlere destek olmaya yöneltti. Hem yaşanan şiddet ortamının bir an önce son bulması hem de -bu olay ile akademisyenler üzerinden cisimleşen- ifade özgürlüğüne yönelik hak ihlallerine itiraz etmek için “o metne biz de imzamızı atıyoruz; bu bir suç ise işte burada kendimizi ihbar ediyoruz” diyerek demokratik tepkimizi gösterdik. Gelgelelim ‘terör örgütü propagandası’ hayaletini icat eden kafa yine hızla devreye girdi ve peşinen gözaltına alındık; aramızdan 52 kişiye de dava açıldı.

"Gözaltı ve sorgulamalar..."

Gözaltı sorgulamaları olayın nasıl bir anlayışla ele alındığını açığa vurması bakımından ilginçti: yöneltilen sorularda bildirinin PKK’yı meşrulaştırma ve devleti uluslararası arenada zora sokma amacıyla yazıldığı, Bese Hozat’ın aydınları yaşananlara itiraz etmeye çağıran talimatıyla şekillendiği öne sürülüyordu. Güya akademisyenler savaşa karşı bildiriyi o talimata dayanarak yayınlamışlardı! Biz de akademisyenleri desteklediğimize göre o talimatla bağlantılı olabilirdik! Akrabalarımızdan örgüt üyeliği suçlaması ile yargılanan olup olmadığı, siyasi parti üyeliğimiz, gözaltına alınıp alınmadığımız, bildiriden nasıl haberdar olduğumuz gibi sorular da vardı. Sorular muhtemelen tüm Türkiye’de benzer sorgularda kullanılan ve tuzaklar içeren bir kurguydu! Sorgu da tipik bir ‘niyet okuma’ üzerinden işlem yapma pratiği…

"Temel amacımız özgürlüğü savunmak"

Özetle, akademisyenler şiddet içermeyen, tam tersine barış isteğini dile getiren söylemlerini bir bildiri ile yayınladılar. Biz de o bildiriyi destekliyoruz ama desteklemesek bile düşünce özgürlüğünü desteklemek adına onların yanında olmak önemli, diyoruz. Bu eylemde temel amacımız düşünce özgürlüğünü savunmak için adım atmaktı. İnsanların düşünceleri neyse onları söyleyebilmelerini savunuyoruz. Şiddet içermeyen her düşünce her yerde ifade edilebilmeli, önünde hiç bir engel bulunmamalı. Düşüncelerini ifade edenlere sahip çıkmazsak giderek kimse düşüncesini ifade etmek için cesaret bulamayacak. Yakında düşünce özgürlüğü diye bir şey kalmayacak! Zira maruz kaldığımız soruşturma süreci de gösteriyor ki herkes yargı tehdidi altında! Oysa düşünceyi ifade suç değil ve bunu her yargı mensubu biliyor. Anayasada da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da şiddeti övmeyen, şiddet içermeyen her türlü ifadenin devlete ve otorite figürlerine karşı çıkıyor olsa bile ifade edilmesi gerektiği yer alıyor. Bazen bunların rahatsız edici ve ağır sözler içerebileceği, ancak siyasilerin bunları tolere etmesi gerektiği belirtiliyor. Böyle kararlar varken barış isteyen insanlara dava açılması, yargılanması siyasi ortamla ve tercihlerle ilgili. Bizim davamızın da tamamen siyasi iradenin baskısıyla açılan davalardan olduğunu düşünüyoruz. Yine de hukukun üstünlüğüne ve şiddet içermeyen söylemlerimizin yargılama konusu olsa bile beraat edeceğine inanmak istiyoruz.

Söke 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla açılan davalarımızdan birinin ilk duruşması 19 Ekim 2016, diğerinki de 24 Ekim 2016 tarihinde. Halkımızı bu tarihlerde dava salonunda bize destek olmaya çağırıyoruz.

Ne olmuştu?

‘Bu suça ortak olmayacağız’ bildirisine imza atan akademisyenlere destek amaçlı Aydın’ın Kuşadası ilçesinde 52 kişi ‘biz de onların suçuna ortağız’ diyerek farklı meslek örgütü ve siyasi görüşe sahip kişiler 20 Ocak’ta Kuşadası Cumhuriyet Başsavcılığı’na kendilerini ihbar etti. Kendilerini ihbar eden 46 kişi geçen hafta Söke 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşmaları görüldü. Barış akademisyenlerine destek veren 6 kişinin duruşması için bugün Söke 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.