Kredilerin takibe dönüşüm oranı 17 Nisan itibarıyla yüzde 4.4'e yükseldi. Söz konusu oran, küresel krizin etkilerinin artmaya başladığı Eylül ayında yüzde 3.7'ydi.
Bankacılık için en önemli risk kredi riski, bankaların kârlılığından memnun olunması gerekir. Mevduatla kredi faizleri arasındaki fark kapanmaya başladı.
Bankaların ortalama sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 18,05, sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 13'ün altında olan banka bulunmuyor. Kredilerin takibe düşme oranı yüzde 19'a çıkması halinde bile sermaye yeterlilik rasyosu yasal sınır olan yüzde 8'e uygun.
Bankaların mevduatları yedi ay öncesiyle neredeyse aynı, bankacılık sistemi yeni kaynak aramaktansa mevcudu korumaya yöneldi. Döviz tevdiat hesapları kurlar üzerinde stabilizatör rolü üstlendi. Türk halkı PPK gibi değil, hemen hemen her gün toplanıyor. Kur düştükçe tekrar döviz alarak kurları bir anlamda sabitliyor ya da değerini koruyor.
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Tevfik Bilgin, Uludağ Üniversitesi İktisat Topluluğu tarafından BTSO'da düzenlenen "Uludağ Ekonomi Zirvesi" kapsamındaki " Küresel Finans Krizi: Doğuşu, Etkileri ve yeni Finansal Mimarı" başlıklı oturumda yaptığı konuşmada, finans yöneticilerindeki hırs, kar, daha fazlaya ulaşma duygularının bu krizin en önemli nedenlerinden biri olduğunu belirtti.
Bilgin, "Bireysel kredilerin gayri safi milli hasıla içerisindeki payı yüzde 14'ler düzeyinde. Bu, diğer ülkelerde, krizin yoğun olarak yaşandığı ülkelerde yüzde 50-60'ları bulmuş düzeyde" dedi.
Krizle ilgili her gün yeni açıklamalar yapıldığını, veriler açıklandığını, bir veri bombardımanının yaşandığını ifade eden Bilgin, "Türkiye küçük bir ülke değil. Hem dünyada, hem de bulunduğumuz coğrafyada, 70 milyon küsur nüfuslu büyük bir ülkeyiz. Zeka problemi de yaşamıyoruz. İsteyen açıklamalarını istediği gibi yapar. Hatta yapılmayan açıklamalar, tamamen sorumsuzluk sonucu yapılmış gibi de yazılabilir" diye konuştu.
Bilgin, çok şiddetli bir krizden geçildiğini, herkesin bunun farkında olduğunu ancak biraz da bardağın dolu kısmına bakmanın, ihtiyatlı bir iyimserlik içinde olmanın önemli olduğunu düşündüğünü dile getirerek, şöyle devam etti:
"2009'un son aylarına, şahsen umutla bakıyorum. Elimdeki bazı veriler nedeniyle ve dibi bulduktan sonra, dibin geçmişte kaldığını ancak 1-2 ay sonra fark edebileceğimizi de biliyorum. Ekonomide beklentilerin ne kadar önemli olduğunu ve bu anlamda beklentileri yönlendirmenin ülkenin menfaatleri açısından önemini de sizlerin takdirine bırakıyorum. Elbette ki globalleşen ve dış şoklardan etkilenen bir ülkeyiz. Dış dünya doğrudan ülkemizi etkilemekte. Ancak niye ben olumlu bakıyorum? 30 milyon genç nüfusumuz var. Bizimle eşdeğer ülkelerde, Doğu ve diğer Avrupa ülkelerinde doğum oranı hemen hemen hiç yok. Ölüm oranı hâkim, yaşlılık hâkim. Bunların hemen hemen hepsinden büyüğüz. 30 milyonluk genç bir pazar var; hem tüketim hem de üretim anlamında. Çevremizde krizden etkilenmeyen ülkeler var. Bunlarla pazarımızı bir şekilde geliştirebiliriz. Bu sene tarım çok bereketli geçecek. Niye olumlu bakıyorum, Türk bankacılık sistemi nedeniyle olumlu bakıyorum."
‘Bizde sorunlu, toksik ürünler yok’
Bankacılığın yaygın olduğu Türkiye'de, mevduat bankacılığı ve şubecilik sisteminin hâkim olduğunu belirten Bilgin, "Batıda olduğu gibi tek şube ile internet üzerinden ya da bir sermayeyle 30 para döndürmedik. 1'e 8 kaldıraçla çalıştık. Bizde sorunlu, toksik dediğimiz ürünler yok. 8 aydır test ediliyor böyle ürün yok. Hala çıkmadı, bundan sonra da çıkmayacak" yorumunda bulundu.
Sermayemiz hala güçlü
Bilgin, Türkiye'de kredilendirme oranlarının düşük olduğuna değinirken de şunları söyledi:
"Bireysel kredilerin gayri safi milli hasıla içerisindeki payı yüzde 14'ler düzeyinde. Bu diğer ülkelerde, krizin yoğun olarak yaşandığı ülkelerde yüzde 50-60'ları bulmuş düzeyde. Hele bazılarında yüzde 100'e gelmiş durumda. Biz konut kredilerine geç başladık. Bireysel ve konut kredilerimiz sabit faizli. Dolayısıyla faizlerdeki artış bunları etkilemiyor. Bu da önemli bir avantaj. Sermayemiz hala güçlü. Bizim bankacılarımızın hemen hemen hepsinde, önceki krizlerden kalma, zamanında çok acı vermiş izler var. Daha doğrusu kriz tecrübesi var. Reel sektörün bilançolarında yer almayan, nasıl yorumlarsanız yorumlayın, yedek akçeler var. Bu krizi biz çıkarmadık. Bitirecek de biz değiliz. Ama, ben çok emin olarak söylüyorum; Kendimize güvenirsek, neden ayağa ilk kalkan ülkelerden biri biz olmayalım. Ayağa ilk kalkan ülkeler, emin olun büyük avantaj sağlayacaklar."
Türk finans sektörü dendiğinde bankacılığın akla geldiğine, bankaların her zaman aracı kurumlara, sigorta gibi şirketlere hakim olduğuna dikkati çeken Bilgin, şöyle devam etti:
"Keşke böyle olmasaydı. Yeni finansal mimari de, bunun kesinlikle değişmesi lazım. Çünkü yük sadece bir yerde toplanıyor. Eğer orası iyiyse iyi ama ya kötüyse. Bütün finansal sistem etkileniyor. Finansal sistem içinde yoğun bir yere sahip, neredeyse yüzde 80'i kaplayan bankacılık çok önemli. İnşallah önemi ileride diğerlerinin de büyümesiyle azalır."
Tevfik Bilgin, Türkiye'de krizin asıl etkisinin Lehman Brothers'ın batmasıyla başladığına, bunun da 2008 Eylül ayının ortalarına denk geldiğine işaret ederek, geçen 7 aylık dönemle ilgili şu bilgileri verdi:
Halkımız Merkez Bankası’na yardımcı oluyor
"Mevduat 7 ayda, Türk Lirasi mevduatlar sistemimizde 270 milyar TL'den 291 milyar TL'ye çıkmış. Yüzde 7.7'lik bir artış var. Yabancı para mevduatlar, 117 milyar dolardan, 104 milyar dolara inmiş. Orada da yüzde 6.6'lık bir düşüş var. Sonuçta ikisini denkleştirdiğimizde, 7 ay önce mevduat neyse hemen hemen aynı kalmış. Yani sisteme en önemli kaynak olan mevduat anlamında yeni bir kaynak girişi olmamış. Buradan ne sonuç çıkarıyoruz? Bankalar yeni kaynak girişi alamamış, mevcudu korumaya gayret göstermişlerdir. Mevcudu korumak çok önem kazanmıştır.
İkinci husus; döviz mevduat hesapları. Halkımızın bankalardaki yabancı para mevduatı, bu dönemde kurlar üzerinde stabilizatör rolü üstlenmiştir. Dikkat edin lütfen. Halkımız kurlar yükseldiğinde döviz bozdurmuş, kurlar düştüğünde de tekrar döviz almıştır. Esasında bizim halkımız, Merkez Bankası'nın PPK kurulu gibi her ay toplanmıyor, hemen hemen hergün toplanıyor ve karar alıyor. Aslında Merkez Bankası'na bir anlamda yardımcı oluyor. Elindeki DSH ile kurları bir anlamda sabitliyor veya dengesini sağlıyor. Mevduatın ortalama vadesi, ortalama 33 günden 28 güne inmiştir bankacılık sistemimizde. Krediler de ise 7 ayda TL kredileri 11.6 milyar TL, yabancı para kredileri de 5.4 milyar dolar azalmış. Toplamda TL'ye çevirirsek, yaklaşık 21 milyar TL'lik bir azalma var kredilerde, yüzde 5.6'lık bir azalma."
Bu rakamların bankaların kredilerde tahsilatlarına önem verdiklerini, eskisi kadar olmasa da, bir miktar kredi vermeye, özellikle bireysel krediler vermeye devam ettiklerini gösterdiğini anlatan Bilgin, bankaların bunu yaparken özellikle krizin en şiddetli hissedildiği aylar olan Ekim-Aralık 2008 döneminde temkinli davranma gayreti içerisinde olduklarını ifade etti.
Bilgin, yurt dışı kaynakların maliyetinin, libordaki gerileme nedeniyle çok fazla artmadığını dile getirerek, "Yurt dışı kaynaklar azalmıştır. Artı bankalarımız likit kalma tercihi nedeniyle, bir şekilde bilançolarında ufak da olsa bir yapı değişikliğine gitmişlerdir" dedi.
Kredi takipleri
Genel kredi takip oranlarına da değinen Bilgin, Eylül ayında kredilerin yüzde 3.1'inin takipte olduğunu, bu oranın 17 Nisanda yüzde 4.4'e çıktığını belirtti. Bilgin, bu oranın kredi kartlarında yüzde 8.5 olduğunu, KOBİ'lerde ise yüzde 5.5 olduğunu kaydederek, "Ama, ortalama 4.4'tür. Bizim için bu dönemde en önemli veri kredi likididir. Bireyseldeki takip oranında artışın farklı nedenleri vardır" şeklinde konuştu.
Bilgin, toplam kredi portföyünde bankaların yönetim şeklinin, memnuniyet verici düzeyde olduğunun altını çizerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Elbette ki takip oranları artacak, bazı firmalar rahatsızlık yaşayacak. Ancak şu ana kadar bankalarımız öyle yüklü bir portföyü taşımıştır ki, 2001 yılındaki portföyün yaklaşık 20-25 katı büyüklükteki bir kredi portföyü. Böyle düşünüldüğü zaman, böyle şiddetli bir depremde böyle büyük bir portföyü taşımak hiç de kolay değildir. Yurt dışındaki örneklerde de bu yaşanmaktadır. Bankacılarımızın davranışları genel olarak, bana göre olumlu düzeydedir."
Bankaların ne kadar hazine bonosu aldığının da sürekli tartışılan bir konu olduğunu hatırlatan Bilgin, bankaların geçmişteki kadar hazine bonosu alımında bulunacaklarına inanmadığını sözlerine ekledi.