T24- Yazar Mehmet Y. Yılmaz, Balyoz Davası duruşmaları başlamadan 48 saat önce yargıçın görevden alınıp yeni yargıç atanmasının “doğal hâkim ilkesi"ne aykırı olup olmadığını sorguladı.
Mehmet Y. Yılmaz'ın Hürriyet gazetesindeki köşesinde yayımlanan yazısı (16 Aralık 2010) şöyle:
Doğal Yargıç ilkesine ne oldu?
Balyoz Davası’na bakacak mahkemenin başkanı, duruşmaların başlamasına 48 saat kala görevden alındı ve bir başka mahkemeye atandı.
Yargıç hakkında “uyuşturucu davalarındaki avukatlarla yakın ilişki kurmak, iş takibinde bulunan bir kadın ile ahlaka aykırı ilişti kurmak” suçlaması ile soruşturma yürütülüyordu.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, dün gazetecilerin bu konudaki sorularını şöyle yanıtladı:
“Bir yılı aşkın bir süredir yapılmakta olan bir soruşturmanın sonucu Kurul’un önüne getirilmiştir. Kurul’un benim katılmadığım oturumunda yapılan müzakerelere katılan tüm üyelerin, bu iki başkanın mevcut mahkemelerdeki görevinden başka yere atanması konusunda görüş birliği oluşmuştur. Bu önemlidir. Soruşturma şu anda devam etmektedir. Soruşturmayı yürüten teftiş organı, tedbir uygulanmasını talep etmiştir. Bu anlamda, yapılan işlem bundan ibarettir.”
Hakkında ciddi suçlamalar olan bir yargıcın, bir mahkemedeki görevinden alınıp, başka bir mahkemede göreve atanmasında bir gariplik olduğunu düşünüyorum.
Yargıç, sözü edilen ilişkileri nedeniyle adil yargılamayı gerçekleştirecek durumda değilse, yeni atanacağı mahkemede bunu nasıl başarabilecek?
Bir başka mahkemede yargıçlık yapabilecek durumdaysa, neden yeri değişiyor? Yoksa ülkemizin hepsinin verdiği kararlar birbiriyle aynı sonucu doğuran mahkemeleri arasında bizim bilmediğimiz bir eşitsizlik mi var?
Modern ceza yargılamasının vazgeçilmez ilkelerinden biri de “doğal hâkim ilkesi”dir.
Genel olarak, belirli somut davalara bakmak üzere yargıç atanmaması anlamına gelir. Yargılanacak olaydan önce kurulmuş ve yetkilendirilmiş mahkemeyi de ifade eder.
Yargılamaya 48 saat kala bir mahkemenin yargıcı, bir yıldır süren bir soruşturma nedeniyle görevden alınırsa, bende de doğal yargıç ilkesine aykırı hareket edildiği izlenimi uyanıyor.
“Teftiş Kurulu’nun ve HSYK’nın aklı yeni mi başına geldi” diye sormak hakkı doğuyor.
Balyoz Davası, suçlamaları nedeniyle herkesin ciddiye alması gereken bir dava!
Ve böyle ağır iddiaların olduğu bir davada adil yargılamayı zedeleyecek, buna müdahale edildiği izlenimini yaratacak davranışlar kimseye yarar getirmez, adalete olan inancı sarsar.
Dün dündür, bugünse bugün!
CHP’nin eski genel başkanı Deniz Baykal, öyle görünüyor ki bu işten hiç vazgeçmeyecek.
Şimdi yaklaşan Kurultay öncesinde tek derdi Parti Meclisi’nin seçiminde parti içindeki kliğinin tasfiye edilmesini önlemek.
Bunun için de ısrarla çarşaf liste ile seçime gidilmesini istiyor.
Kendi genel başkanlığı sırasında yapılan 16 kurultayın sadece 8’inde çarşaf liste uygulandığını unutmuş gibi görünüyor.
Baykal, NTV’de katıldığı programda delegeler arasında yapıldığını iddia ettiği bir anketin de bunu gösterdiğini, delegelerin çarşaf liste istediğini söyledi.
Bu sözleri bana “eski Deniz Baykal”ı hatırlattı!
Parti içinde yapılan anketlerin, partinin birlik ve bütünlüğünü bozmak için yapıldığını iddia eden, bunu bir komplo olarak gören Deniz Baykal’ı hatırladım.
O tarihte Milliyet’in genel yayın müdürüydüm. Uzun bir aradan sonra CHP ilk kez iki genel başkan adayının yarışacağı bir kurultaya hazırlanıyordu. Baykal’ın yanı sıra Mustafa Sarıgül de adaylığını açıklamıştı ve biz de ciddi bir araştırma şirketi ile anlaşarak halkın kimi genel başkan olarak görmek istediğini belirlemek üzere bir “seçim anketi” yaptırmıştık.
O tarihte Baykal’ın böyle bir anket girişimine nasıl sinirlendiğini ve sonunda birbirimize karşılıklı davalar açtığımızı da hatırlıyorum.
Demek ki siyasette “Dün dündür, bugünse bugün” prensibi sadece Süleyman Demirel için değil, Baykal için de geçerliymiş!
İleri polis dayağı ülkesi!
Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında ODTÜ’de toplandı.
Bina dışında toplanan ve Başbakan’ı protesto eden öğrenciler, Başbakan’ın daha önce söylediği gibi “polisin gerekeni yapması durumu” ile karşılaştılar. Dövüldüler, üzerlerine biber gazı sıkıldı, 21 öğrenci gözaltına alındı.
Burada “kilit” mesele, gösterinin toplantının yapılacağı binanın dışında olması!
Üniversiteye getirilen polis tedbirleri almış, içeride toplantı normal sürecinde devam ediyor ve dışarıda da bir grup protesto gösterisi yapıyor.
Medeni demokratik ülkelerin hemen hepsinde rastlanabilecek bir manzara.
Öğrenciler binanın içine zorla girmiş ve toplantıyı yapılamaz hale getirmiş de değiller.
Ama yine de dayak yemekten kurtulamamışlar, 21 tanesi de gözaltına alınmış. Yakında okullarından atıldıklarını, “gizli örgüt üyesi” denilerekten uydurma delillerle hapse tıkıldıklarını da okursanız, şaşırmayın.
Polisin orada yapacağı çok basit bir iş aslında: Göstericileri salon dışında tutmak! Sonra da yorulup dağılmalarını beklemek, bu arada dışarıdan provokatif sızmalara karşı önlem almak.
Ama bu yapılmıyor, öğrencilere aşırı bir şiddet uygulanıyor.
“İleri demokrasi” ülkesinde, bir protesto gösterisi yapma hakkı, dayak yemeyi göze alarak kullanılabiliyor!