07 Mart 2011 02:00
Selin ONGUN - T24
[email protected]
Balıkçı, Taraf Gazetesi Yayın Koordinatörü ve yazarı Yıldıray Oğur’un yazıları ve haberleriyle Türkiye’nin gündemine girdi. Devletle, İmralı’daki Abdullah Öcalan arasında “arabuluculuk” yaptığını söyleyen “Balıkçı”nın bu lakabı, muhataplarıyla İstanbul’da bir balıkçıda buluştuğunu ifade etmesinden kaynaklanıyordu. Balıkçı’nın medya serüvenini, takibinde kimliğinin deşifre edilmesine dair gelişmeleri hemen aşağıdaki giriş sorularımızda bulacaksınız.
Belirtmek gerek; bu söyleşiyi bahsi geçen balıkçıda yaptık. İstanbul Bahçelievler Haznedar’daki bu balıkçının, yazı konusu olmasında bir sakınca görmediğini belirten söyleşi konuğumuz, fotoğraf vermeyi kabul etmedi. Öyküsünü, geçmişini, bugün ne iş yaptığını ilk kez ayrıntılı olarak anlattı. Referandumdan iki gün önce kaçırılmak istendiğini, sokak ortasında dövüldüğünü ve şans eseri kurtulduğunu söyledi. Bu söyleşide de “Balıkçı” lakabıyla takdim edilmeyi tercih etti.
Söyleşi konuğumuzun KCK’nın “eylemsizlik bitti” açıklamasıyla başlayan sürece ilişkin öne çıkan değerlendirmeleri şöyle: 1) KCK’nın “Eylemsizlik bitti” açıklaması 15-20 gün sonra çark edecek. Seçimlere referandumdaki gibi gidilecek. 2) Öcalan BDP’nin son tavrından hoşnut değil. Bunu Öcalan’ın son görüşme notlarında okumasak da önümüzdeki günlerde Kürt siyasetini İmralı’nın bu memnuniyetsizliği şekillendirecek. Öcalan’ın durumunu tıkayan devlet değil, Kürt siyasetinin tarzı. 3) Balıkçı, ev hapsinin 2011 yılının Aralık ayında hayata geçeceğine inanıyor. 4) Öcalan, BDP’nin seçime bağımsız adaylarla girmesi konusunda gönülsüz. Bu konuda değişiklik olabilir. 5) Devlet ile Öcalan en son geçen hafta görüştü. Artık diyalog sürecinde arabulucuya ihtiyaç yok.
‘Cengiz Çandar, Balıkçı’yı ensesinden tanıdı’
- Daha önce verdiğiniz söyleşilerde çektirdiğiniz fotoğrafları hatırlıyoruz. Ya saçınızı boyattınız ya da o resimlerde mizansen yapılmıştı?
Balıkçı’nın daha önce verdiği söyleşilerde yanında bulunduğunu söyleyen, isminin yazılmamasını isteyen ve söyleşi boyunca bizimle oturan Kürt aydını yanıt veriyor önce: Siz enseyi tartışmaya açtınız, ama Cengiz Çandar, Balıkçı’yı ensesinden tanıdı. Taraf gazetesinde yayımlanan söyleşiden birkaç gün sonra El Hamra’daki kitapçıdaydık (İstiklal Caddesi’ndeki El Hamra Pasajı’nda Kürt aydınlarının uğrak yeri olan Mezopotamya Kitabevi'ni kast ediyor), Cengiz Bey vallahi hemen tanıdı Balıkçı’yı.
- Cengiz Çandar’la tanışıyordunuz herhalde?
Balıkçı: Yok, Cengiz Bey ile tanışmıyorduk. Tesadüfen karşılaştık, o beni tanıyınca tanışmış olduk. Sohbet ettik. Ama doğrusunuz, saçı boyattık. Sakalları kestik. Böyle birkaç değişiklik oldu.
‘Nagehan Alçı beni aradı, özür diledi’
- Sizin medyada yer alışınızla ilgili bir kronoloji için uzun bir girizgâhla başlayacaktık biz de… Balıkçı adını Taraf gazetesinden Yıldıray Oğur’un yazıları ve haberleriyle duyduk. Oğur’un hakkınızdaki ilk yazısı 15 Temmuz 2010 tarihliydi. Oğur, "O balıkçıdan mesaj var: Ramazan'da ateşi kes!" başlıklı yazısında PKK'nın ateşkes ilan edeceği haberini vermişti.
Doğrudur. Sonrasında PKK 15 Ağustos’ta ateşkes ilan etti.
- Oğur’un yazılarından sonra, 8 Kasım 2010’da Taraf gazetesinden Neşe Düzel’e üç gün sürecek bir söyleşi verdiniz. Ve o söyleşide 1996-1998 ateşkesi ve referandum ateşkesinin siyaseti, stratejisinin size ait olduğunu anlattınız. İmralı’yla görüşmelerin nasıl seyrettiğini ve hangi düzeyde olduğunu, Kürt sorunun çözümü için atılacak adımları vs. uzun uzun değerlendirdiniz.
Tabii.
- Bu söyleşiden dört gün sonra Abdullah Öcalan'ın 12 Kasım tarihli avukat görüşmesinden şu notlar basına yansıdı: "Batmanlı bir Kürt aydından bahsediliyor. 1980 öncesi TKP'de yer alan İ.I. deniyor ama net değil. Böyle biri olmayabilir. Bu kurgu olabilir.” Ardından Zübeyir Aydar, Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş’a verdiği 28 Kasım 2010 tarihli söyleşide, “Böyle bir arabulucu yok” dedi. 2 Aralık’ta da Akşam yazarı Nagehan Alçı, “Balıkçı'nın Türk istihbarat ve güvenlik datasındaki kayıtları elimde” diyerek fotoğrafınızı ve nüfus bilgilerinizi yayımladı. Ve ekledi: “Bırakın PKK'nın kilit ismi olmayı ya da devletle gizli görüşmeler yapmayı, meşhur Balıkçı herhangi bir bağlantısı olmayan, sıradan bir vatandaş gibi görünüyor.”
Sonra kendisi beni arayarak özür diledi. Bizim geleneğimizde bir yerde sahiden içten bir özür varsa artık o defter kapanır. Bunu bu kadar diyeyim. Daha onu sormayın bana. Ayıp olur.
‘Arabuluculuk 1 Aralık’ta bitti’
- Biz size önce şunu soralım. Kimliğiniz deşifre olduktan sonra bir kez daha söyleşi verdiniz. Yeni Şafak’tan Murat Aksoy’a “Artık süreci uzaktan izliyorum. Şu anda arabuculuk yok” dediniz. Dolayısıyla birçok akıldan geçen düşünce şuydu…
Ama yanlışlık olmasın. Birincisi şunu diyeyim; ben şimdi bir arabulucu sıfatıyla konuşmuyorum. 1 Aralık’ta bitti arabuluculuk. Ben şimdi kendi tecrübelerimle, durum tespiti yapmak için buradayım. Barışa, sürece bir katkı sunmak niyetiyle konuşuyorum.
- Bir de hemen şunu netleştirelim; bu söyleşide sizi isminizle takdim edebilir miyiz?
"Balıkçı" deseniz daha doğru olur. Şöyle, evet kimliğim deşifre oldu, ama göze sokmaya gerek yok. Sıkıntılar vardı zaten. Yani kimliğim deşifre olmadan önce de rahatsızlıklar oldu. (Balıkçı’nın bundan önce verdiği iki söyleşide kendisinin de bulunduğunu söyleyen Kürt aydını- o da isminin yazılmamasını istiyor- özür dileyerek söze giriyor. Ve şöyle diyor: Yani arkadaşımızın sıkıntısı çok oldu, bir saldırı hadisesi vardı. Zaten ben onunla kendisinin yanında olmayı vicdanen görev saydım).
‘Referandumdan iki gün önce kaçırılmak istendim’
- Pardon; bunu pek anlayamadık?
Referandumdan iki gün evvel saldırıya uğradım. Onu diyor. 10 Eylül’de. Buradan, balıkçıdan çıktım, eve giderken beni kaçırmaya çalıştılar.
- Sizi kaçırmaya mı çalıştılar?
Tabii tabii. Gündüzdü, öğleden sonra üç-dört. Çıktım buradan, eve gideceğim. Yani öyle tuhaf bakıyorsunuz ama doğrudur. Takip işleri olur, vardır. Ama mesela takip edenlere emir verilir, “Yakın temas yok” denir. Bu kez oldu. Ben de genelde bu adamları verem etmek için uzun yürüyüşler yaparım (gülüyor). Ha bazen de parasızlıktan yürürüz tabii. Yürüyorum, araba beni izliyor. Ama işte orada büyük bir süper marketin kamyonu beni kurtardı. Yani şöyle, o kamyon yanaşmasa arabaya atacaklardı beni. Beceremediler.
- Sahiden anlayamıyoruz; önce şunu soralım, bu olay nerede gerçekleşiyor?
Haznedar’da. Buradan çıktım. Bağcılar’a doğru yürüyorum. Beni arabaya atmak istediler. Tam harekete geçtiler; kamyon olunca, gazlayamadılar. Bağırdım, kalabalık toplandı. Epey ses ettim yani. İnsanlar da şaşırdı. Hemen yaklaştılar.
- Haznedar’da, gündüz vakti oluyor bunlar, öyle mi?
Tabii. Yani ne oldu diyorsanız; beni dövdüler gittiler.
- Peki siz emniyete başvurmadınız mı?
Emniyete gidip ne yapacaksın? Ben onların (kendisini dövenleri kast ediyor) kim olduğunu biliyorum.
- Kimler ve nereden bilebiliyorsunuz?
(Kendisine saldıranlardan birinin- isim vermiyor- şu an bambaşka bir suç isnadı nedeniyle cezaevinde olduğunu söylüyor. “Yazılmamak üzere” kaydını düşerek bu kişinin hangi dava kapsamında tutuklu olduğunu söylüyor). Bir şey daha diyeyim o zaman. Bir olay daha var; civarımızda bomba süsü verilmiş paket olayı. Sokağımıza yol kenarına bir çanta bırakılmış, bomba süsü verilmiş. Bomba süsü verildiği ortaya çıktı.
- Haber olmadı mı bu?
Tabii, kameralar filan hep geldi. Bomba süsü verilmiş paket dendi. Öyle zaten.
‘Ramazan ateşkesi duyurulmaya karar verildi, ben de duyurdum’
- Bakın söyleşiden önce de bahsetmiştik. Önce şu şıkların netleşmesi lazım; 1) Kimilerine göre özellikle basına verdiğiniz söyleşiler nedeniyle sizin durumunuz baştan şaibeli? 2) Kimilerine göre bazı gazeteciler size gereğinden fazla önem atfetti? 3) Kimilerine göre devlet-Öcalan arasındaki görüşmeler kamuoyuna duyurulmaya karar verildi, siz de bu stratejinin bir parçasıydınız?
(Eliyle dışarıyı işaret ediyor) Ramazan ateşkesini sağlayan görüşme, dışarıda, şurada oldu. O zaman yazdı, dışarıda masalar vardı. Hemen şurada yapıldı o görüşme. Ertesi gün de Ramazan ateşkesi yapılacağının basına duyurulmasına karar verildi.
- Sizin daha önceki anlatımlarınızda şu vardı: Asker-sivil bürokrasiden devlet yetkilileri, bizim de şu anda konuştuğumuz, bu balıkçıda buluşuyordu. Üstelik bu ilk kez 1996 yılında gerçekleşmişti. Az önceki cevabınızdan anladığımız da şu; geçmiştekinden farklı olarak Öcalan-devlet-PKK arasındaki görüşmeler Ramazan ateşkesi ile kamuoyuna duyurulmaya karar verildi. Siz de bu devlet yetkililerinin kararıyla basınla ilişki mi kurdunuz?
Şöyle söyleyeyim; geçen yaz, lokal anlamda bir iç savaşa doğru gidilen, ciddi kayıpların olduğu bir dönemdi. Öfke ortamına müdahale edebilmenin tek yolu devletin dönüştüğünün, değiştiğinin kamuoyu tarafından bilinmesiydi. Bunu Kürtlerin bilmeye hakkı vardı. Bu devlet 1990’ların devleti değil. Durumu kamuoyuyla paylaşmak sürece olumlu katkı sunacaktı, biz bunları dile getirmeyi önerdik. Kabul gördü. İçinde bulunduğumuz iradenin ortak düşüncesi ile durum kamuoyuna duyuruldu.
‘Kimliğimin deşifre olmasına izin verildiği için arabuluculuğum bitti’
- Peki neden arabuluculuğunuz bitti?
Kimliğimin deşifre edilmesine müsaade edildiği için. Bu deşifreye müsaade eden bir irade vardı. Ben barış için bir düşünce sistematiği belirtmiştim.
- Neşe Düzel’e verdiğiniz söyleşinin içeriğini mi kast ediyorsunuz?
Orada anlattıklarım benim tartışılmamı daha da hızlandırdı. Çünkü İmralı ile devlet arasında mektup götürüp getirenden ziyade bir düşünce sistematiği ortaya kondu. Bu düşünce sistemine karşı, bir düşünsel karşıtlık olmadı. Başka şeyler devreye girdi.
- Rica edelim; esrarengiz bir hava yaratmaya gerek yok. Siz arabuluculuk yapıyor idiyseniz, bu niye bitti?
Muhataplar birbiriyle görüşüyor. Düzenli bir görüşme ortamı doğmuş. Bu düzenli görüşme kamuoyuna duyuruldu. Bu görüşmelerin duyulması toplumda infial yaratmadı. Hatta birçok çevrede barış için çok olumlu karşılandı. Yani artık arada bir insana ihtiyaç yok. Buraya kadar anlattığım, işin matematiksel sonucu. Fakat bence şu da önemlidir. Arabulucu denen kişi kim? 1) Kürt 2) Kurumları temsil etmiyor. Örgütsel bağı yok. Ne örgütte, ne de devlette bir temsil yeri var. Benim bu durumum hem Türk tarafının, hem de Kürt tarafının egolarını incitti.
‘Beni kimin deşifre ettiğini biliyorum’
- Yani mesela Kürtler için makbul arabulucu Türk mü olmalı?
Şöyle, ironiktir ama Kürtler için mesela bir Türk diplomat arabulucu olsa, bu bir devlet temsili de olur. İşin ciddiyeti açısından da güven verir. Türk tarafında da, Kürt tarafında da zaten benzer bir kampanya olmadı mı; zamanında biraz siyaset yapmış sıradan bir Kürtmüş işte! Deşifre operasyonunun içeriği de böyle değil miydi? Bu adam mı devlet ile örgüt arasında arabulucu olacak! Bu ülke geçen Haziran ayında bir iç savaşa gidiyordu. PKK de buna “4. Dönem” dedi. Bunun kaba açılımı, her yerde ölüm demek. Diyalog sürecinin kamuoyuna paylaşılarak bu çatışma ortamının durdurulabileceği konusundaki düşüncem kabul gördü. Ve nitekim de öyle oldu. Ben bana yönelik bir itibarsızlaştırmanın olabileceğini de biliyordum. Sadece zamanını bilme şansına sahip değildim. Daha önce söyledim; aynısını 15 yıl evvel yaşadım. Biz barış için uğraşmıştık o zaman. Şimdi de öyle. Bunun da bedelleri vardı. Diyalog süreci 1996 yılında başladı. O zaman devlet ile PKK arasındaki görüşmeler basına duyurulmamıştı. Kimse bilmiyordu ne olduğunu. O gün beni kimse bilmediği için cezaevine tıkabildiler. Bugün bunu yapmazlardı. Deşifre edilerek itibarsızlaştırma yapıldı. Şekil böyle değişti.
- Nagehan Alçı’nın yazısından sonra muhataplarınıza “Beni kim deşifre etti” diye sordunuz mu?
Sordum elbette. Bunu kimin yaptığını ve niçin yapıldığını da biliyorum.
‘Barış stratejisinde devlette zımni bir kabul olmasa o deşifre daha sert olurdu’
- Paylaşmanızın sakıncası var mı?
Tabii var.
- Hakkınızdaki durumun da hâlâ izaha ihtiyacı var…
Yani ne dememi bekliyorsunuz? Diyalog görüşmeleriyle alakası olmayan bir güç odağı yaptı bunu. Ama burada zımni bir kabul var. Düğmeye basan, beni deşifre eden bu görüşmelerde (devlet-Öcalan görüşmelerini kast ediyor) yer almayan bir güç odağı. Barış stratejisi konusunda devlette zımni bir kabul olmasa zaten o deşifre daha farklı yapılırdı. Bu yumuşaktır. “Sadece ciddiye almayın” demektir. Şimdi gerçekleşmeyen öngörüler dile getirmiş olsaydım, deşifre edilmem çok daha sert olurdu. Amaç sorgulanır bir durum yaratmaktı, işi sıradanlaştırmaktı, itibarsızlaştırmaktı. Çok samimiyetle söyleyeyim; ben bunda da bir gariplik görmüyorum. İşin doğası böyledir. Önemli olan da diyalog sürecinin devam etmesidir.
- Artık arabuluculuk yok mu?
Yok. Öcalan, “Ben arabulucuyum” deyince ikinci bir arabulucunun şansı olmaz. Bu anlayış zımni kabul gördü. Devlet ve Öcalan arasında arabulucu yok. Devletin bu konudaki isimleri Öcalan ile görüşüyor. Öcalan, “Ben arabulucuyum” dedi. Devlet de onunla görüşüyor.
- Öcalan bunu ne zaman söyledi?
Kasım sonunda. Ben de zaten ondan “1 Aralık’tan sonra yokum” dedim.
- Öcalan tam olarak ne dedi?
Öcalan, “Kürt aklı olarak farklı bir arabulucuyu kabul etmiyoruz” dedi. “Devlet aklı olarak arabuluculuğa evet” dedi. “Kürt aklının arabuluculuğunu ben temsil ediyorum” dedi. “Balıkçı devlet aklını temsilen arabuluculuk yapıyorsa, evet” dedi. Biz de “hayır” dedik.
- “Öcalan’ın İmralı Günleri” kitabının yazarı Cengiz Kapmaz ile yaptığımız söyleşide Kapmaz’a, “Abdullah Öcalan, Balıkçı hakkında ne düşünüyor?” diye sorduğumuzda “Öcalan’ın Balıkçı konusunda olumsuz bir değerlendirmesi olmadığını, tam tersi Balıkçı'nın bir ekip ve devlet aklı olduğunu söylediğini” anlatmıştı.
Doğrudur. Zaten Öcalan’ın bana yönelik hayırı hiç olmadı.
- Ama sizin “Kürt aklı” değil, devlet aklı olmanızı istiyor, öyle mi?
Evet.
- Milliyetçi Kürt aklında “tek adamlık” mı bu?
Ahlaken benim ona bir şey deme şansım yok. Taraflar onu lider olarak görüyor. PKK üzerinde söz sahibi olan insan odur. Dolayısıyla “Öcalan’ın arabulucu benim” demesinin zımni kabul görmesinden daha doğal ne olabilir ki.
'Güvenlik bürokrasisi beni korumaya almak istedi'
- Deşifre edilmenizde bunun etkisi var mı?
Söyledim; diyalog görüşmeleriyle alakası olmayan bir güç odağı yaptı bunu.
-Anlayamadık?
Şu kadarını diyeyim. Devlette barış stratejisi konusunda zımni bir kabul var. Bu deşifre benim söylediklerim bir karşıtlık hissi yarattığı için olmadı. Hatta belki de bu sürecin hayrına olur düşüncesiyle de kimliğim yazılıp, sıradanlaştırıldım. Bu deşifrenin ertesinde, örneğin özellikle Kürt cephesinde olumsuz bir kampanya vardı hakkımda. O durduruldu. Güvenlik bürokrasisi beni korumaya almak istedi. Kabul etmedim. Bir de güvenlik bürokrasisinden bu deşifre operasyonunun yapılmaması gerektiğini de duydum. Sonuç olarak diyalog sürecine beni davet edenler ya da diyalog sürecini yürüten güç merkezleri yapmadı deşifreyi.
‘Bazı şirketlere siyasi danışmanlık yapıyorum’
- Değişiklik yaparak, şu sır perdesini aralasak! Sorumuz çok basit; siz ne iş yapıyorsunuz?
Bir yıl öncesine kadar tekstil işindeydik abilerimle. Mali bunalım nedeniyle bitti.
- Şimdi ne iş yapıyorsunuz?
Danışmanlık yapıyorum.
- Ne danışmanlığı; Kürt sorunu ile ilgili mi?
Fark etmiyor. Benim branşım sadece Kürt sorunu değil. Bölgemizde siyasette ne olup bitiyor, siyasi gidişat nedir; bu gibi konularda bazı şirketlere danışmanlık yapıyorum.
- Bunu profesyonel olarak mı yapıyorsunuz?
Daha çok amatörce. Yani bir ofisim filan yok.
- Bu danışmanlık işi deşifre olmanızla mı gelişti?
Evet. İnsanın hayatı sıfırlanıyor. Ama bu gibi bir şey de ortaya çıktı.
- Deşifre olmadan önce aileniz biliyor muydu neyle meşgul olduğunuzu?
Eşim, çocuklarım bilmiyordu. Yakın arkadaşlarımız biliyordu.
- Siz kimsiniz; ailenizi, öykünüzü anlatır mısınız?
Çok genç yaşta siyasete atılan bir insanım. 16-17 yaşında girdim Komünist Partisi’ne. Batman’daki gençlik hareketinin lideriydim. Deli dolu, aklına koyduğunu yapan bir gençtim. Başka ne diyeyim?
- Aileniz?
İki annem vardı. Ben ikinci annedenim. Bizim oralarda böyle denir. Yani babamın iki eşi vardı. İki annenin doğurduklarıyla 20’ye yakın çocuklu bir ev. Benim ablalarım annemden büyüktür mesela.
- “Siyasete erken atıldım” demiştiniz.
Evet, Türkiye Komünist Partisi’nin üyesiydim. Bir de İlerici Liseliler Derneği’nin merkez yöneticisiydim. Doğu ve Güneydoğu bölge sekreteriydim. Sonra okulu kazandım, Ankara Siyasal'ı.
- Öcalan’la aynı dönemde mi?
Yok, onlar bizden önce... Okula devam etmedim, 1979’da cezaevine girdim. 19 yaşındaydım, bir buçuk yıl kadar Diyarbakır Cezaevi sürecim oldu. Şöyle düzelteyim; cezaevinden evvel bir vurulma var. Beni vurdular.
‘Mahsum Korkmaz’ın ilk silahlı eylemi beni vurmaktı’
- Bazı Kürt sitelerinde “Balıkçı Mahsum Korkmaz’ın vurduğu TKP’li” diye haberler çıkmıştı. Vurulma olayınız, bu mu?
Doğrudur.
- Niye vuruldunuz?
Farklı yapılardandık. Biz o zaman Batman’da onlardan daha güçlüydük. Hem gençlik, hem de işçi kesimde iyi bir tabanımız vardı. Ama o zaman Apocular bize yaşam hakkı vermediler. Benim vurulma olayım da, onların baskıcı tarzıyla ilgiliydi. Kot pantolonluları ya da yanlarında kız olanları liseye sokmuyorlarmış. Bizim liseli çocuklar geldi, ben de okula gittim. İşte orada vuruldum. Beş kişi beni vurdular. Başlarında Mahsum Korkmaz vardı. 36 kurşun sıktılar. Mahsum Korkmaz’ın ilk silahlı eylemidir bu.
- Hangi yıldan bahsediyorsunuz?
1978 yılı, Nisan ayıydı.
- “Cezaevine 1979’da girdim” demiştiniz.
Doğru. O zaman okula başlamıştım. Ankara’dan Batman’a gelmiştim. Tatil miydi, bayram mıydı; bilmiyorum. Memlekete döndüm, çay bahçesi gibi bir yerde çay içiyordum. Sıkıyönetim zamanıydı, polisler bastı. Legalim, aramam yok; bir polis “Kalk seni götürüyoruz” dedi. İtiş kakış, itiraz ettim. Beni vurmaya çalıştı. Civardan gençlerden biri hemen gitmiş, PKK’lilere haber vermiş. Beni kurtarmaya geldiler.
- Gelenler kim?
Mahsum’ların grubu.
- Bir yıl önce sizi vurmamışlar mıydı?
Evet ama o zaman adet buydu. Sonra biz beraber büyüdük. Ben Mahsum Korkmaz, Mehmet Şener çocukluk arkadaşıydık. Beni severlerdi. Kavga ederdik, taraflarımız farklıydı ama bazı akşamlar mesela Mahsun arabasıyla gezdirirdi bizi. Çok güzel araba kullanırdı! Hatta bazen, “Bir gün gelecek sen de Apocu olacaksın” derlerdi. Yani beni kurtarmaya gelmelerinde gariplik yok. Ama zaten kurtaramadılar, çünkü geldiklerinde asker çoktan varmıştı olay yerine. Polisle çatışmayı göze alırlardı da, asker olunca vazgeçtiler. Neyse, biz de polise mukavemetten ötürü cezaevine girdik. O dönem PKK’nin üst düzey yöneticileri ile bir buçuk yıl Diyarbakır cezaevinde yattım.
‘Diyarbakır Cezaevi’nde PKK’liler ile askerin görüşmecisiydim’
- Kimdi onlar?
Muzaffer Ayata, Ferhat Kutay, Mehmet (Şener) de vardı yine… Benim diksiyonum iyiydi, fiziki görünümüm filan uygundu, beni “görüşmeci” yaptılar.
- Görüşmeci ne demek?
150 PKK’li vardı o zaman orada. Askerle onları temsilen ben konuşuyordum yani. Bir buçuk yıl yattım, tahliye olana kadar askerle koğuş arasında görüşmecilik yaptım o zaman. Sonra çıktım, bu da ayrı hikâye; 10 gün sonra PKK’liler beni bir daha vurdular.
- Sebep?
Bu sefer yanlışlıkla vurdular. Bayramdı, arkadaşları ziyarete gitmiştim. Sokakta çatışma vardı, vuruldum.
- Nasıl vuruldunuz?
İki ekip karşılaşmış, ben de oradayım. Vuruldum işte, bana isabet etti kurşun. Ama öyle mühim bir şey değildi. Sonra zaten beni vuranı PKK’liler getirdi. İşte o zaman yanlışlıkla vurulduğumu öğrendim. Getiren de Sarı İbrahim; KCK’nin Merkez Yürütme Kurulu üyesi idi. Zannedersem birkaç yıl önce öldü. O zamanlar Batman’da PKK yöneticisiydi. Beni vuranlar, beni tanımıyormuş. “Ne ceza verelim?” diye bana sormaya getirmişler. Yahu öyle bakmayın! O zamanlar öyleydi. Vurulmuşum, şikâyet etmemişim. Mahsun Korkmaz vurmuş, şikâyet etmemişim. İşte böyle kendi hukuku içinde halledilirdi mesele.
- Yeri gelmişken soralım; siz niye PKK’lı olmadınız?
İllegalliteyi kendime yakın bulmadım hiç. TKP üyesiydim ama hiç illegale geçmedim mesela. TKP’nin siyasal etkisi, geleneği de vardı. PKK’liler rastgele şiddet kullanıyordu. İnsanları sokak ortasında öldürüyorlardı. Çünkü güç olmanın ancak şiddetle gerçekleşeceğine inandılar, inanıyorlardı. Ben buna hep muhaliftim. 18 yaşımda da böyleydi bu.
- Devam edelim; cezaevinden çıktınız, yanlışlıkla tekrar vuruldunuz. Sonra?
Ailem dağıldı. Babam iflas etti. Babam çok büyük bir tüccardı. Demir işi yapıyordu. Her şeyimizi yitirdik. Öncesinde durumumuz iyiydi.
-Batman’ın ileri gelenlerinden miydi aileniz?
Tabii. Mesela benim dayım Edip Solmaz, bağımsız ilk belediye başkanıdır. 1979’da onu öldürdüler. (Taraf gazetesi yazarı Orhan Miroğlu’nun 13.08.2010 tarihli yazısından alıntılıyoruz: Ahmet Cem Ersever gibi insanların ortalıkta cirit attığı o yıllarda, Raman aşiretinin liderleri, farklı bir provokasyonun sonucunda, birden bire kendilerini PKK’yle karşı karşıya buldular. 1979 yılında Batman Belediye Başkanı Edip Solmaz -ki Ramanlıların dostları olan bir aileden geliyordu- JİTEM’in gerçekleştirdiği suikast sonucu hayatını kaybetti. Suikasttan sonra, PKK Ramanlıları suçladı. Ramanlılar, Edip’in katilleri biz değiliz dediler, ama bu, başlayan çatışmaları durdurmaya yetmedi. Edip Solmaz’ın öldürülmesiyle birlikte çatışmalar daha da arttı ve Batman kısa sürede kan gölüne döndü. Meydana gelen silahlı çatışmalarda her iki taraftan onlarca insan hayatını kaybetti. Çok sonraları Edip Solmaz’ın o dönemde JİTEM’in en önemli yetkililerinden Temel Cingöz Paşa’nın yönettiği bir operasyonla öldürüldüğü anlaşıldı). Aileler dağıldı. Çok kötü bir dönemdi. Babam iflas etti. Kardeşlerim İstanbul’a geldi. Annem ve babamın yanında ben kalmak durumunda kaldım. Anne tarafı Diyarbakırlıdır. Baba tarafı Mardin, Savur Köyü’nden. 1989’a kadar Mardin’de, kendi köyümüzdeydim.
‘1989’da Mardin’den Hasan Cemal’e mektup yazdım’
- Ne yapıyordunuz?
Çiftçilik yapıyordum. 1989 yılının Ağustos ayında bir komutan gelip, “Pılını pırtını topla dedi. 13 ilin dışında nereye istiyorsan git” dedi. Beni kovdular.
- Neden?
Ne diyeyim, öyleydi işte. Ben PKK’li değildim ama zaten bunun söylemek de para etmiyordu! Hiç unutmuyorum; o zaman Hasan Cemal’e bir mektup yazdım. Cumhuriyet gazetesindeydi. “Sürüldüm haberiniz olsun” demiştim. Cevap gelmeyince çok kırıldım. “Beni kovdular. Devlet sürgünü var haberiniz olsun” yazmıştım. O zaman Hasan Cemal’ler de bilmiyordu bunları. İstanbul’a böyle geldik işte.
‘İstanbul’a gelince bir yıl tencere tava sattım’
- Evli miydiniz, çocuklarınız var mıydı?
Evliydim, geldiğimizde üç çocuğum vardı. Şimdi dört oldu. Hep birlikte abimin evine geldik. İstanbul’a akşam geldim, sabahta ilk iş pazarlamacılık yaptım. Bir sene yaptım. Kapı kapı dolaşıp tencere tava satıyordum. Hayat bu. Bir sene sabahtan akşama tencere, tabak, tava sattım.
- Sonra?
Sonra abimle çalışmaya devam ettim, tekstil işine girdik. Geçen yıla kadar yaptık.
- Siyaset?
Tabii o da var. Eskisiniz, 80 öncesinden Kürt siyasetine haşır neşir olan çok insan yok. Doğal olarak birileri sizi, siz de onları biliyorsunuz. Öyle buluştuk; Halkın Emek Partisi’nin (HEP) Bakırköy İlçe Sekreterliği ile başladım. Sonra Güngören İlçe Başkanlığı yaptım. Bu süreçte yaşanan kıyımı belgelemek istiyordum. 1992 Newroz kitabını yazdım. Kurgu değilim anlayacağınız. (Gülüyor)
- “Devlet bana ilk geldiğinde önüme geçmişimi koydu.” Neşe Düzel’e verdiğiniz söyleşide böyle demiştiniz.
Evet, 1996 Nisan ayında. Önüme bütün geçmişimi koydular.
- “Bütün geçmişim” dediğiniz bu anlattıklarınız mı?
Onlar da var. Şöyle tabii, hep önde olmuşsun, liderlik pozisyonunda olmuşsun. Ama varlığını ön plana koymamışsın. Diyelim ki PKK’ye karşı en büyük bildiriyi ben yazmışım.
- Ne bildirisi bu?
PKK’yi şimdi bile öyle eleştirecek bir bildiri olmadı. Ben bunu yazmışım 1978’de. Şimdi onu söylemek istemiyorum. Çok ağır bir bildiriydi. Orada onu yapmak büyük yürek ister. Onu yazdım ve dağıttım. Ondan sonra PKK, yedi arkadaşımızı bacaklarından vurdu. Mesela Yaşar Kemal’in başkanlığında Kürtlerle ilk demokrasi kurultayının adını ben, bir arkadaşım ve eşi Kapalı Çarşı’da koymuşuz. Bütün emekleri bize ait, ama ortada olmamışız hiç. Buna benzer birçok şeyi söylediler.
- Şimdi bu anlattıklarınızdan sonra, “Arabuluculuğu tencere tava satan adam mı yapıyormuş!” diyenler çıkarsa?
Deniz Baykal, “Ben simit sattım” diyor. Erdoğan da “Aslında en çok ben sattım” diyor. Bana da öyle “Tencereci arabulucu” derler, desinler. Ne olur ki.
‘Öcalan ile devlet en son geçen hafta görüştü’
- “1996-1998 yılları arasındaki dönemde, arabuluculuğu kamuoyuna açık olmayan bir şekilde yürüttük” demiştiniz. O zaman Kürt siyasetindeki isimler sizi biliyor muydu?
Kürt siyasetinin bütün lider kadrosu, bizim ne yaptığımızdan çok yakından haberdardı. Ramazan ateşkesinde de benim olduğumu biliyorlardı. Ama 1990’lı yılların aksine bu kez onları haberdar etme şeyi olmadı. Bu kez arabuluculuğu medya üzerinden götürdük. Bunun nedenlerini de anlattım. Her şey yolunda gitti. Devlet ve Öcalan arasında diyalog sürüyor. Bize ihtiyaç yok. Bunları anlattım size. Daha ne diyeyim?
- Peki siz Öcalan’la en son ne zaman görüşüldüğünü biliyor musunuz?
Geçen hafta.
‘Önümüzdeki günler İmralı’nın Kürt siyasetinden ne kadar memnuniyetsiz olduğu ile şekillenecek’
- Yani Kandil’den “eylemsizlik bitti” açıklaması gelmeden önce, öyle mi?
Evet, Kandil’den öyle bir karar geleceği biliniyordu. Bunu devlet de biliyordu. Beklenmeyen, bilinmeyen bir şey değil. Beklenmeyen BDP’nin tavrıdır. Öcalan BDP’nin tavrından hoşnut olmamıştır. Öcalan’ın son açıklamasında bunu okumasak bile sonraki haftalarda bunu duyacağız. Önümüzdeki günler İmralı’nın Kürt siyasetinden ne kadar memnuniyetsiz olduğu ile şekillenecek. Ben böyle düşünüyorum.
- Bunu biraz somutlaştırır mısınız?
BDP siyaseten çok kötü bir sınav verdi. Siyaset kendisini elinde silah olana teslim edemez. Siyasetin varlık nedenine aykırıdır bu. Kürt siyaseti, BDP, kulağını kendi güvenlik bürokrasisine dayamış. BDP, Öcalan’ı okuyamıyor. BDP’nin eylemsizlik konusundaki açıklaması da böyledir; bölgeyi, günü, Öcalan’ı okuyamamaktır. Türkiye’nin soğuk savaş konseptinin dışına çıktığını okuyamamaktır. Ortadoğu’daki gelişmeleri anlamamaktır. Ortadoğu’daki gelişmelerin tamamlanması halinde Kandil’in adacık gibi kalacağını öngörememektir. PKK kendini buna göre dizayn etmelidir. Bu bir tasfiye değil, dönüşümdür. BDP de “barış, barış” deyip askeri güç üzerine siyaset yaparak, süreci tıkıyor. Askeri güç sizi güç haline getirmez, BDP’nin bunu öğrenmesi lazım.
‘Öcalan’ın durumunu tıkayan devlet değil, Kürt siyasetinin tarzı’
Öcalan’ın durumunu tıkayan devlet değil, Kürt siyasetinin tarzı. Kürt siyaseti söylemde Öcalan’ın önünü açmak için uğraşıyor. Ama bunun pratik karşılığına baktığınızda sonuç öyle değil. Kürt siyaseti yöntem tarzını değiştirmeli, kendini ciddi şekilde sorgulamadır. Kendi yetmezliklerini devletin duruşuyla örtmemelidir. Net olarak bu son durumda “Silahlar ele alınmamalı” demeliydiler. Siyaseti hiçbir zaman askeri güçlere teslim etme durumunda olmamalılar. Bu anlamda Öcalan’ı okuyamıyorlar. BDP işin kolayına kaçıyor. Dünyada devletler kendi kendine dönüşmemiştir. Muhalifler devleti dönüştürmüştür. Burada ne oluyor; mağduriyet üzerine siyaset kuruyorsun ve bunu başarı olarak sunuyorsun. Mağdur da tepkisel olarak hep karşıt ve taraf olur. Öcalan son açıklamasında öne çıkan bir taraf var. Önemlidir; çatışmasızlıkla ilgili hoşnutsuzluğunu dile getiriyor. Elbette dengeleri gözetiyor fakat kullandığı dilde örgüte bu konuda rica ettiğini görüyoruz. “Çatışmalara girmekten kaçının” diyor. Devletle arasındaki görüşmelerin sürdüğünü, devletin ciddi olduğuna işaret ediyor.
- Sonuç olarak şu soru gündeme geliyor: KCK’nın “Eylemsizlik bitti” açıklaması üzerine Öcalan, “Çatışmalara girmekten kaçının” demiş oldu. Türk kamuoyunda da Öcalan’ın “direktifinden çıkmamakla” eleştirilen BDP ile ilgili yeni bir durum mu var?
Bunu söylediğime çok üzgünüm ama durum şu; BDP, Öcalan’ı okuyamıyor. Zaten okumuş olsaydı bugün Kürt siyaseti Güneydoğu’nun belirli yerlerine sıkışır mıydı? Batı’daki oyları harekete geçiremiyor da Antep’te, Urfa’da geçirebiliyorlar mı? Mağduriyet, zarar ilişkisi üzerine siyaset inşa ediyorlar.
- Bizim sorduğumuz şuydu; Siz, “Öcalan, BDP’nin tutumundan hoşnut olmamıştır” dediniz. Ama Öcalan’ın açıklamasında bu yönde eleştiriler görmedik?
Bakın ben size bir şey diyorum; Öcalan’ın basına yansıyan son açıklamasında bunu okumasak bile sonraki haftalarda bunu duyabiliriz. Sonuçta dengelerin gözetilmesi doğaldır. Sonuç olarak İmralı, Kürt siyasetinden memnuniyetsizdir. Bunu da defalarca söylemiştir. Benim şahsi düşüncem, eylemsizlikle ilgili olarak BDP’nin geliştirdiği tavrın Öcalan’ı memnun etmediğidir. DTK ve BDP’nin, KCK’nın eylemsizlik açıklamasını onaylayan tutumlarından hemen sonra “Öcalan’ın Yol Haritası” basına yansıdı. Bu bile bir şey demektir. Öcalan’ın üç aşamalı planının birinci maddesi nedir; PKK’nin çatışmasızlık ortamını ilan etmesidir.
- Yani avukatlar KCK’nın eylemsizliğin bittiğine dair açıklamasından doğan havayı yumuşatmak için mi yol haritasını basına verdiler?
Benim bildiğim yol haritası avukatların eline bir hafta evvel ulaşmıştı. Yol haritasını aldıktan sonra Öcalan ile görüştüler. Arkasından da bunu basına verdiler. Öcalan’ın esas tavrı budur; çatışmasızlıktır.
‘Öcalan ile Karayılan yumuşak, Avrupa’dakiler çok daha sert’
- O zaman akıllara düşecek ilk soru belli; Öcalan zaten Ocak ayında “Mart’ta aradan çekilebilirim” demişti. Mart gelmeden, KCK’dan neden “eylemsizlik bitti” açıklaması geldi?
Bakın, Türkiye kamuoyunun anlamadığı şudur. Devlet dönüşüyor, bu süreçte muhalif kanatta sağduyuyu temsil eden Öcalan’dır. Öcalan ile birlikte en yumuşak olan Murat Karayılan’dır. Avrupa’dakilere bakarsanız, orası çok daha serttir. Kandil nihayetinde elinde silah olan güçtür. Bunu “düşmanlık-ayrı düşmek” anlamında söylemiyorum. Bu bir süreçtir; sonuçta bu güçlerin hem Öcalan, hem Kürt siyaseti üzerinden Kandil’de bir kavgası da vardır. Bazı detaylar önemlidir; KCK’nın eylemsizlik bitti açıklamasının altında kimin imzası vardı. Murat Karayılan’ın mı; hayır. O açıklamayı KCK Başkanlığı yaptı. Bu bile bir şey demektir.
’15-20 gün sonra eylemsizlik bitti açıklaması çark edecek’
- Ne demektir?
PKK’yi koruyacak olan onun askeri gücü değil, siyasal güçtür. Bu konuda Kandil’de ikilemlerin yaşanması doğaldır. Bundan hareketle, “PKK ben buradayım” demiştir. Öcalan PKK’yi koruyacak olanın askeri değil, siyasal güç olduğunun farkındadır. BDP de bunun farkına varmalıdır. Olan biten budur. Eylemsizliği bitirme açıklaması hatadır. Zaten hiçbir yerde, ne kamu vicdanında, ne de PKK’nin kendine dost bildiği çevrelerde kabul görmemiştir. Görmesi de düşünülemez! Bunun vebali büyüktür. Zaten çok kısa bir zaman içinde de, belki de 15-20 gün sonra “eylemsizlik bitti” açıklaması çark edecektir. Yol haritasının birinci maddesine yönelik gelişmeler olacaktır. (Birinci madde: PKK’nın çatışmasızlık ortamını kalıcı olarak ilan etmesi)
‘Seçimlere referandumdaki gibi gidilecek’
- Referandum sürecindeki gibi bir atmosferle mi seçime gidileceğini düşünüyorsunuz siz?
Öyle olacaktır, aklın yolu budur. Referandum sürecinde olduğu gibi gidecektir süreç. Öcalan’ın açıklamalarından çıkan sonuç da budur. 8 Mart, 21 Mart tarihlerini vererek, Kürtler açısından sembolik anlam taşıyan bu günlerin olaysız, çatışmasız geçmesi isteniyor.
- Öcalan, son olarak “Devlet çözüm istiyor, AKP çözümü tıkıyor” söylemini tekrarladı. Kendisi ile görüşenler hükümetten bağımsız hareket edebilir mi?
Hayır. Ama bu diyaloğu yürütenler hükümet olmadan da vardılar. 1996’da AK Parti yoktu.
- O halde kimileri düşünüyor: “Öcalan AKP’nin işine yarayan bir şeyi özellikle mi söylüyor?”
Şöyle söyleyeyim. İşin mahremiyeti gereği böyle tanımlamalar yapmak doğru olmaz.
‘2011’in Kasım-Aralık ayında ev hapsinin gerçekleşeceğine inanıyorum’
- O zaman şöyle soralım: Öcalan ile devlet ev hapsini müzakere ediyor mu?
Bunu tarafların bu konuda aynı fikirde oldukları anlamında söylemiyorum. Ama ev hapsinin masaya gelmemiş olması, konuşulmaması doğaya aykırıdır. Ben 2011 yılının Kasım-Aralık ayında Öcalan’ın ev hapsinin gerçekleşeceğine inananlardanım.
- Bu değerlendirmeyi neye dayanarak yapıyorsunuz?
2011 çok özel bir tanımdır. Bitmeyen soğuk savaş bitirilmeye çalışılıyor bölgemizde. Türkiye bir seçim yaşayacak, bir yeni anayasa yapılacak. Sizce devlet niçin yeni bir anayasa yapmak istiyor. Belli durumdan rahatsız olmasa yeni bir anayasa yapma gereği duyar mı?
- Pardon, “Öcalan’ın tutukluluğunun ev hapsinde devam etmesi için anayasa yapılıyor” anlayışı değerlendirmelerinizi ciddiyetsiz kılmaz mı?
Ben şunu diyorum; elbette sadece Öcalan’ın durumu için anayasa yapılmıyor. Nihayetinde kabaca yeni anayasa, suç vasıflarının değişmesi demektir. Bu sosyal problemin topyekûn çözümü için yeni bir anayasaya ihtiyaç var. Bu konuda devlet samimidir, ciddidir. Sadece ev hapsi değil, Kürt sorununun çözümü konusunda çok samimi ve ciddi bir isteği olduğuna şahidim. Basitçe düşünelim, beş yıl evvel kimileri için “bebek katili” olarak tanımlanan böylesi bir insanın devletle müzakere ediyor olması savunulabilecek bir şey miydi? Bugün ev hapsi konusunda itirazlar, engeller olması doğaldır. Ama bu izafidir, değişime açıktır. Şimdi ev hapsi konusunda bir hükümet yetkilisi, “Kişiye özel düzenleme olmaz” dedi, değil mi? İmralı adası kişiye özel değil mi, idamı kişiye özel olarak kaldırılmadı mı? Bunlar unutuluyor. Yani benim söylediğim sosyal olayların kendi rayında gitmesiyle alakalıdır. Gelişmelerdeki en belirleyici kıstas budur. Eğer siz ev hapsi meselesini bir sosyal vaka olarak değerlendirirseniz çözümleriniz ve beklentileriniz çok farklı olur. Devletin gözettiği de budur. Bir taraf, milyonlarca Kürt, lideri olarak gördüğü Öcalan’ın koşullarının değişmesini istiyor. Diğer taraf, bu kişiyi “terörist başı” olarak görüyor. Şunu da belirteyim; bu sorunun çözülmesinde ev hapsi meselesi değil, PKK’nin ne olacağı engeldir. Tıkanma buradan kaynaklanmaktadır. Tek engel PKK’nin ne olacağıdır. PKK, “Bu mücadeleyi biz yaptık, bizim mücadelemiz sonucu bu noktaya gelindi. Biz payımızı istiyoruz” diyor. İstedikleri pay da saygınlıktır, itibardır, kabul görmedir. İşte tıkanan nokta da burasıdır. Zaten Öcalan’ın BDP’ye yönelik hoşnutsuzluğunda da Kürt siyasetinin bu konuda çözüm geliştirmemesi sorundur.
‘BDP’nin bağımsız adaylarla seçime girmesi değişebilir’
- Bunu anlayamadık?
BDP “barış” diyor ama bunu yaşam biçimine dönüştürmüyor. Kabaca tarif edelim; “Ben bu adamın arabasını yakacağım, kıracağım ki o da benim çektiğim acıları anlayacak. Ne halde olduğumu görecek.” BDP, bu “zarar-mağdur” siyasetinden kopamıyor. Bir başka şey; seçime bağımsız adaylarla girilmesi. Bu, Öcalan’ın en son tercihiydi. Başından beri hep ittifaklara işaret etti. “CHP zorlanmalıdır, dindarlar zorlanmalıdır, Kemalistler zorlanmalıdır. Farklı demokrat kesimler zorlanmalıdır. Eğer bunlar olmayacaksa bağımsız adaylar gündeme gelir” dedi hep. Şimdi son açıklamasında da görüyoruz ki, halen bağımsız adaylarla seçime girme konusunda gönülsüz. Bu konuda değişiklik olabilir. Zaten açıklaması, “Bağımsız adaylardan ziyade parti olarak seçime girme konusunda düşüncelerinizi gözden geçirin” mesajını da taşıyor.
- “Ensarioğlu gibiler DTK bünyesinde çözüm için çaba göstermelidir” ifadesini nasıl okudunuz?
Öcalan, Galip Ensarioğlu’nun (Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı) şahsında bir temsiliyetten bahsediyor. Burjuvazinin yer almadığı bir çözüm hiçbir zaman gerçekçi, kalıcı olmamıştır. Bunu söylüyor.
© Tüm hakları saklıdır.