13 Nisan 2021 10:45
T24 Haber Merkezi
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, "Ortak görüş olursa Cumhurbaşkanı adayı olurum'' diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na, "Kazanacağından bu kadar eminse, buyursun aday olsun, korkakça değil, mertçe milletimizin huzuruna çıksın, 'Ben de varım' desin. MHP'nin ve Cumhur İttifakı'nın adayı çoktan bellidir. Kılıçdaroğlu'nun önüne geçen yok, aday olmasına mani bir hal yok. Ondan bundan kahkaha bekleyeceğine, kararını belirlesin, cesaretle arkasında dursun" diyerek yanıt verdi.
Partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmaya CHP lideri Kılıçdaroğlu'na yüklenen MHP lideri Bahçeli, "Kendisine yöneltilen 'LGBT Türk aile yapısını bozuyor mu' sorusuna, 'İlgisi yok' diyen birisinin ne milletçiliği ağzına almaya, ne manevi değerlerden söz etmeye ne de 'adamım' diye ortada dolaşmasına hakkı vardır. Kendisine tavsiyemiz, milletimize gölge etmesin, nifak saçan diline hakim olsun, gökkuşağı renklerine bürünerek eylemine ve işine baksın" dedi.
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in 'Montrö bildirisi' yayımlayan emekli amirallerle ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, "Küçük ortağın gazına gelip bildiriyi yazanlara abuk sabuk cezalar verdirmeye kalkma" sözüne de yanıt veren Bahçeli, "Biz küçük ortaklıktan gocunmuyoruz. Büyüklüğün Allah'a mahsus olduğu inancındayız. Milletvekili sayımızın da 48 olduğunun bilincindeyiz. Küçük diye hafife aldığı partimizi FETÖ kumandasıyla ele geçirme oyunlarını da unutmuş değiliz. Biz küçük olmasına küçüğüz ancak Rabb'im hiçbir partiyi, zilletin küsuratı yapmasın. Böylesi bir alçalmayı kimseye nasip etmesin" diye konuştu.
Öte yandan MHP liderinin hedefinde polis ve istihbarat kadrolarının MHP'ye açıldığını öne süren Berlin merkezli Bilim ve Politika Vakfı da vardı. Vakfın hazırladığı raporu “sinsi ve sipariş bir çalışma” olarak niteleyen Bahçeli, "Bu Alman vakfının bildiği ne varsa Türkiye'ye bildirmezse dünyanın en melanet vakfı olacağını buradan ilan ediyorum" diye konuştu.
Bahçeli'nin konuşmasından satır başları şöyle:
"İnsanlık, tehlikeli bir girdabın ortasında çözümü gittikçe karmaşıklaşan bir bulmacının odak noktasındadır. Bir yanda süregelen kanlı çatışmalar, iç savaşlar, hâkimiyet kavgaları, kutuplaşmış ülkeler, ekonomik zorluklar varken, diğer yandan gözle görülemeyecek kadar küçük ama yıkımı devasa büyüklükte olan bir virüsün insanlığa meydan okuması söz konusudur.
Açlık, yoksulluk, yolsuzluk, terör kıtalara ambargo koyarken, ilkesiz yönetimler, iradesiz yöneticiler, itibarsız zihniyetler ne yazık ki beşeriyetin susadığı barış, refah ve huzur ufkunu perdelemektedir. İşte böyle bir süreçte Covid-19 hastalığı insanlığa musallat olmuş, hayatın normal akışını temelinden bozmuştur. Elbette her şey Allah'tandır, derdi veren Allah inanıyoruz ki şifayı da bahşedecektir.
Önce tedbiri, sonra da tevekkülü rehber edinmeliyiz. Ramazan ayında sükunet içinde orucumuzu tutup ibadetimizi yaparken, insanlığın hal ve gidişatını gözden be gönülden geçirmesi zaruridir. Bu mübarek ayda, sevdiklerimize daha çok yönelerek, akıp giden hayatın biraz olsun hızını keserek virüsün yayılmasını engelleyebilir, bayramı aslına uygun olarak karşılayabiliriz. Vuslat için biraz daha dişimizi sıkmalıyız.
Dar gelirli vatandaşlarımızı gözeterek, esnafımızın, çiftçimizin talep ve hassasiyetlerini dikkate alarak bugünkü darboğazdan çıkabiliriz. Seferberlik içinde hareket etmeliyiz. İnsan ve toplum sağlığının muhafazası, Covid-19'la mücadelenin başarıya ulaşabilmesi için kurallara uymalıyız. Dayanışmanın, empatinin, yardımlaşmanın güzelliklerini birlikte göstermeliyiz. Allah'tan niyazım, bu mübarek ay hatırına, Covid-19 illetinden Türk milletini ve tüm insanlığı bağışlamasıdır.
Terörle mücadele kararlılıkla, kahramanlıkla sürdürülmektedir. Ocak ayında başlayan Eren Operasyonları yüksek bir moralle icra edilmektedir. PKK'nın kış aylarında yuvalandığı alanlar birer birer temizlenmektedir. Yaklaşık 2 haftalık bir zaman aralığında 16 terörist etkisiz hale getirilmiştir. Karların erimesi ve baharın gelişiyle birlikte saklandıkları deliklerden fareler gibi çıkmaya başlayan teröristler, Türk milletinin gücünü bir kez daha görmüşlerdir. Onlar kaçacak, biz kovalayacağız. Onlar saklanacak biz bulacağız. Şehitlerimizin hesabını sonuna kadar soracağuz. Bölücü terör örgütünün sonu gelmiştir, PKK can çekişmekte, her yerinden dağılmaktadır. Bu kanlı ve hain şebeke, çocuklardan bile terörist devşirecek kadar alçaktır. Bunlardan biri olan Hamza Adıyaman, Hakkari'deki okulundan kaçırıldığında 8 yaşındaydı. Ailesi gözyaşı dökerek yıllardır evlatlarının yolunu gözlemiştir. Şu rezalete bakın ki HDP'li bir milletvekili de PKK'yı arkalamış, Adıyaman'ın ailesini söyleyerek şunları söylemiştir: Ailesi para kaşılığı HDP il binası önünde oturtuluyor. Bu terörist kadının ruhu kirlenmiş, iradesi rehin alınmıştır. Meclis'te bekleyen fezlekesinin derhal işleme alınması hayat memat konusudur. Hamza Adıyaman PKK'nın ihanet kampındadır.
HDP'yle ittifak kuranlar çocuklarımızın düşmanıdır. Terörist Demirtaş'a siyasi maksatlarla müşvik ve müspet yaklaşanlar, çocuklarımızın, kadınlarımızın, güvenlik güçlerinini Türk milletinin karşısında oluşmuş zillet cephesidir.
Milli şahsiyetleri ihmal etmek, tarihin çağrılarına kulak tıkayıp dünün tecrübelerini yok saymak, bir milleti mekanda köksüz, zamanda öksüz bırakacaktır. Tarihimizin herhangi bir döneminde, milletimize ve devletimize hizmetleri geçmiş, muhterem isimleri saygı ve şükranla hatırlatmak hepimizin boyun borcudur. Merhum Fevzi Çakmak, adına ve şanına yakışır şekilde konuşulmamaktır. TBMM'de hükümetinde milli müdafaa vekili, Ocak 1921'den itibaren de ilk icra vekilleri heyeti reisi olan Fevzi Paşa, 1924-44'e kadar, Genel Kurmay Başkanlığı görevini üstlenmiştir. Cumhuriyet döneminde Atatürk, Fevzi Paşa'ya büyük güven duymuştur. Merhum İnönü'nün Cumhurbaşkanı seçilmesinde tarihi bir rolü olduğu herkesin ortak kanaatidir. Feyzi Paşa'nın askerlikle siyasetin ayrı tutulması konusundaki tartışılmaz hassasiyeti onun demokrasiye ve milli iradeye saygısının göstergesidir. Fevzi Paşa, 10 Nisan 1950'de hayata gözlerini yummuş, ancak dönemin hükümeti yas ilan etmeyerek, devlet radyosunda cenaze şarkıları yayınlayarak, vefasızlığı tescilleştirmiştir. Mareşal Fevzi Çakmak Paşa her zaman kalbimizdedir. 1948'de kurulan Millet Partisi'nde, MHP'nin siyasi köküdür. Fevzi Paşa'yı bilmeyenlerin kahraman TSK'yı özümsemeleri oldukça zordur.
Bazı zihniyetlerin TSK'yı karalaması, töhmet altında bırakması planlı bir tertip, adi bir tuzaktır. Demokrasi muhaliflerin kahraman ordumuzu günlük siyasi tartışmalarının içine çekme gayreti suçluluk psikolojisidir.
Demokrasi ve milli irade üzerinde oynanan oyunun ana gayesi iç huzur ortamını baltalamaktır. 104 amiralin hazırlayıp, 4 Nisan gece yarısı servis ettiği darbe bildirisini haklı çıkarmaya, ifade ve düşünce özgürlüğü kisvesiyle maskelemeye çalışanlar milli iradeye içten içe tahammülsüz olan vesayetçi çevrelerdir. Bu bildirinin arkasında duranların kimler olduğu, bağımsız mahkemeler eliyle vuzuha kavuşturulacaktır. Bildiriye imza atmayan ama imza sürecinde açılan WhatsApp grubuna üye olan emekli bir amiral, bildirinin yayınlanmadan önce değiştirildiği iddiasını gündeme getirmiştir. Madem öyleydi, 104 kişiden biri çıkıp da bu bildiriyi neden inkar edemedi? İmza attığım metin bu değildir itirazını neden yapamadı? Emekli amirallerin iğfal edildiğini ileri sürenler boşa konuşuyor, boşa uğraşıyor, her şey gün gibi ortadadır. Eğer bildirinin son hali İP'in yönetiminde bulunan ve ilk imzacı olan Ergun Mengi tarafından hazırlanmışsa, bunun izahını yapması gerekenler bellidir, milletimiz açıklama beklemektedir.
CHP Genel Başkanı, emekli olmuş amiraller dünyanın neresinde darbe yapabilir sorusun pişkinlikle sorabilmiştir. Anlaşılan Kılıçdaroğlu, cehaletinin ve cüretinin kurbanı olmaktan rahatsızlık duymamıştır. Talat Aydemir'in 20 Mayıs 1963 tarihindeki darbe teşebbüsünü, sadece emekli albay olduğunu bilmeyen var mıdır? Tarihine yüz çevirmiş, devri iktidarında vuku bulmuş bir kalkışmadan haberi olmayan CHP Genel Başkanı'na milletimiz nasıl itibar edecektir? Kılıçdaroğlu'nun akli ve zihni melekeleri iyice laçkalaşmıştır. Katıldığı bir TV programına, İP Başkanı'nı ters köşeye yatırıp ortak görüş olursa aday olurum sözleriyle niyetini açık etmesi, bununla da kalmayarak, kazanacağından şüphe duymadığını söylemesi, zamanlama itibarıyla üzerinde durulması gereken bir beyanattır. Kılıçdaroğlu, kazanacağından bu kadar eminse, buyursun aday olsun, korkakça değil, mertçe milletimizin huzuruna çıksın, 'Ben de varım' desin. MHP'nin ve Cumhur İttifakı'nın adayı çoktan bellidir. Kılıçdaroğlu'nun önüne geçen yok, aday olmasına mani bir hal yok. Ondan bundan kahkaha bekleyeceğine, kararını belirlesin, cesaretle arkasında dursun.
Kılıçdaroğlu, geçen haftaki toplantısında milliyetçilikle ilgili işkembeden sallamış, bilmiyor ki boş lakırdı karın doyurmaz. Yıkık değirmende 6 ay bekleyen Kılıçdaroğlu, milliyetçiliğin ne olduğunu bana da dünyaya da gösterecekmiş. Çapına, çaputuna, milliyetçilik senin ne haline? Ne tuhaf ki aksayanla aksırıyorsun, suya gidenle susuyorsun. Senin milletçiliğin yalan üstüne yalan koymaktır. Dünyaya milliyetçiliği anlatacağım diyen Kılıçdaroğlu, gel onu sen benim külahıma anlat.
Kendisine yöneltilen 'LGBT Türk aile yapısını bozuyor mu' sorusuna, 'İlgisi yok' diyen birisinin ne milletçiliği ağzına almaya, ne manevi değerlerden söz etmeye ne de adamım diye ortada dolaşmasına hakkı vardır. Kendisine tavsiyemiz, milletimize gölge etmesin, nifak saçan diline hakim olsun, gökkuşağı renklerine bürünerek eylemine ve işine baksın.
CHP Genel Başkanı'nın ucuz üslubunun aynısı İP'in Başkanı'nda da mevcuttur. Bu zavallı bize devamlı küçük ortak diyor. Sanırım tedavisi imkansız bir kompleksin içinde bocalıyor. 104 emekli amirale önce zevzeklik diyen, yaş tahtaya bastığını anlayınca durumu kurtarmaya çalışan, bize kurtarmaya çalışan bu iplikçi başı, mahalle aralarında dedikodu yapar gibi konuşmaktadır. Bir televizyonda Sayın Cumhurbaşkanı'na seslenip, 104 emekli amirali kastederek, 'Bu insanları küçük ortağınızın gazına gelip mahkum ettirmeyin' açıklamasında bulunmuştur. Biz küçük ortaklıktan gocunmuyoruz. Büyüklüğün Allah'a mahsus olduğu inancındayız. Milletvekili sayımızın da 48 olduğunun bilincindeyiz. Küçük diye hafife aldığı partimizi FETÖ kumandasıyla ele geçirme oyunlarını da unutmuş değiliz. Biz küçük olmasına küçüğüz ancak Rabbim hiçbir partiyi, zilletin küsuratı yapmasın. BÖylesi bir alçalmayı kimseye nasip etmesin.
Rusya ile Ukrayna arasındaki sertlik tonu yüksek sürtüşmeler sıcaklığını korumaktadır. Bizim nazarımızda Kuzeyimizde yaşanacak çatışmalar, ülkemizin ve Karadeniz'in güvenliğini riske atacaktır. İki ülke arasında aklı selimin öne çıkmasını temenni ediyoruz. Ukrayna'nın toprak ve siyasi bütünlüğüne saygı esas olmalıdır. Karadeniz'in yeni ve şiddetli egemenlik mücadelelerine sahne olmaması çağrımız ve beklentimizdir.
Moskova yönetiminin Ukrayna’daki Rus yanlısı ayrılıkçı Donbas bölgesine askeri müdahale seçeneğinin masada olduğunu ifade etmesi, ABD’nin iki savaş gemisini 21 gün süreyle Karadeniz’e göndermesi milli güvenliğimiz açısından endişe verici gelişmelerdir. Sayın Erdoğan’ın 9 Nisan’da Putin ile telefon diplomasisi bölgesel gerilimin düşürülmesi çerçevesinde ciddi bir adımdır. Ukrayna Devlet Başkanı’nın 10 Nisan’da gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti, bu kapsamda Sayın Cumhurbaşkanı’nın soğukkanlı, tutarlı ve gerçekçi yaklaşımı krizin yatışması konusunda bir umut uyandırmıştır. ABD Dışişleri Bakanı’nın Rusya’yı Ukrayna’ya, Çin’i de Tayvan’a askeri operasyon yapmama hususunda uyarısı gelişmelerin seyrini değiştirecek boyutta değildir. Kırım’ın ilhakı henüz kanayan bir yaradır ve ağır sonuçları itibariyle hala müessirdir. Bölgesel çatışmadan kaçınmak, diplomasinin diliyle ve imkânlarıyla hareket edip uzlaşma kanalları açmak muhatap her ülkenin çıkarınadır.
Siyaset bir strateji, bir taktik, bir hesap, bir mantık, bir güç toplama ve bunu yönetme sanatı ise, bu sanatın incelikleri her saha ve zeminde kullanılmalıdır. Kafkaslardaki bir bunalım diğer coğrafyalara da sıçrayacaktır. Mesela bunun en başta yansımasını Suriye’de görmek mümkündür. Türkiye kuzeyinden de güneyinden de adı konulmamış kuşatma altındadır. İşte böylesi bir dönemde sağlam bir milli duruş, sarsılmaz nitelikli birlik ve dayanışma ruhu her insanımız, her siyasi parti için vatan görevidir.
12 Nisan’da Yunan Hava Kuvvetleri öncülüğünde başlayan, ABD, Kanada, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail, Slovenya, İspanya ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin katılımıyla gerçekleştirilen askeri tatbikat dikkatle takip edilmelidir. Ukrayna ve Rusya arasındaki kutuplaşma derinleşirken, hatta bunu tahrik eden küresel güçler biliniyorken, eşzamanlı olarak Yunanistan’ın dolduruşa getirilip provoke edilmesi ateşle oynamaktır.
Yunanistan’ın sanal meydan okumaları, tahrik edici siyasi manevra ve tatbikatları sabrımızı zorlamaktadır. Ne yazık ki, dost ve müttefik olarak bilinen ülkeler bu kumpasın içindedir. Hava, kara ve deniz sınırlarını ihlal eden, söz konusu tatbikatla süreci kızıştıran Yunanistan’ın arka plandaki akıl hocası kaosa oynamaktadır. Bunlar yanlıştır, rüzgar eken fırtına biçmeye mecburdur. Türkiye olarak, devlet-i ebed müddet, millet-i ebed müddet, nizamı alem ve ila’yı kelimetullah irade ve kararlılığından kesinlikle taviz vermeyeceğiz. Bu ilkelerimizi ve ülkülerimizi çağın esaslarına göre yorumlayıp vatanımızı zulmete karşı korkusuzca savunacağız. Geri adım atan, vazgeçip kaçan, korkup boyun eğen namerttir. Büyük Türkiye vizyonumuzun takipçisiyiz.Türk milletinin egemenlik kazanımları, istiklal ve istikbal hakları her mülahazanın önünde ve üstündedir.
Akdeniz ve Karadeniz’de cepheleşmeler tırmanırken, AB Konseyi Başkanı’yla AB Komisyonu Başkanı’nın geçtiğimiz haftaki Ankara ziyaretleri sanal ve sahte bir koltuk krizi bahanesiyle gölgelenmiştir. AB’nin bu iki temsilcisinin Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni ziyaretleri esnasında, Konsey Başkanı’nın tekli koltukta, Komisyon Başkanı’nın da kanepede oturması günlerce Avrupa basınında tartışılmış, önyargılı kesimler tarafından ülkemiz haksızca eleştirilmiştir.
Hâlbuki AB protokol birimleri arasındaki koordinasyonsuzluk ve iletişim kazaları böylesi bir tabloyu ortaya çıkarmıştır. AB Konseyi Başkanı’na Cumhurbaşkanı, Komisyon Başkanı’na da Başbakan protokolü uygulandığı bilinmektedir. Kimin nerede ve nasıl oturacağı belliyken, konuyu istismar eden zihniyetler hem kel hem fodul, hem suçlu hem de maksatlıdır. AB Konseyi Başkanı kanepe krizinden sonra susmuş, ilerleyen günlerde söz konusu krizden kendi ekibinin sorumlu olduğunu itiraf etmiştir. Bir başka açıklamasında da, bundan dolayı uykusuz geceler geçirdiğini söylemiştir. Hiç kimse kusura bakmasın, biz oturacağımız yeri de biliriz, buyur edip oturtacağımız yeri de biliriz. Bu koltuk meselesinden nem kapan, estirilen yalan rüzgârına kanan İtalya’nın acemi ve çaylak Başbakanı Sayın Cumhurbaşkanı’na diktatör iftirası atmıştır.
İP’in Başkanı da, İtalya Başbakanı’nın posta koyduğunu çok kaba, nezaketsiz ve argo bir üslupla ifade etmiştir. Diktatör suçlaması posta koymak değil, küstah ve kindar bir bühtandır. Diktatör arayan kendi geçmişine bakmalıdır. Çok şükür bizden Duçe çıkmadı, Führer çıkmadı, Firavun çıkmadı, Franko çıkmadı, Salazar çıkmadı, ülkemizde de Nazi kalıntıları ve kara gömlekliler görülmedi.
İP’in Başkanı posta koymaya meraklıysa gitsin HDP’yi hedef alsın, gitsin PKK’ya ve FETÖ’ye tek bir laf etsin.
İtalya Başbakanı çizmeyi aşmakla kalmamış, gizli Musollini hayranlığı yakasını ele vermiştir. Bir diğer tartışılması gereken konu da Berlin Merkezli Bilim ve Politika Vakfı’nın hazırladığı araştırma raporudur. Bu vakıf icazetlidir, ipoteklidir, iradesi çalınmıştır. “Türkiye’nin İki Buçuk Yıl Sonra Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Kurumlara ve Politikaya Genel Bir Bakış” başlıklı sözde araştırma raporu sinsi ve sipariş bir çalışmadır. Mezkûr araştırmanın tercümesini yaparak değerlendirdik ve baştan ayağa yalan yanlış iddialarla dolu olduğunu mütalaa ettik.
Türkiye’nin yeni hükümet sisteminden, neye ve hangi amaçlara hizmet ettiği az çok belli olan bir Alman vakfının bu kadar rahatsızlığı, bu denli memnuniyetsizliği milletimizin tarihi ve muhteşem bir tercihte bulunduğunu ispatlamıştır. Alman Sol Partisi’nin Türkiye ve MHP husumetinden sonra, bu ülkedeki bir vakfın da partimizi, yeni hükümet sistemini ve Cumhur İttifakı’nı karalama yarışı husumetle karılmış bir senaryoya delalettir. Diyorlar ki, tarikatlara mensup aşırı muhafazakârlarla MHP üyeleri yeni boşalan bürokratik mevkileri işgal ediyormuş. Özellikle polis ve istihbarat kadroları MHP’ye açılmış. Ayrıca yeni hükümet sistemi çürümeye yol açmış. Bu Alman Vakfı’nın bildiği ne varsa, belirlediği neler bulunuyorsa Türkiye Cumhuriyeti’ne bildirmezse, hükümetimize ulaştırmazsa dünyanın en müfteri, en melanet vakfı olacağını buradan ilan ediyorum."
© Tüm hakları saklıdır.