01 Aralık 2020 10:43
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır'ın "Cumhuriyet tarihinde ilk kez devletin ordusu Katar'a satılmış" sözlerine tepki gösterdi. Bahçeli, " CHP milletvekilinin Türk ordusuna satılmış demesi bize göre hesabı sorulması gereken şerefsizliktir" dedi.
Bahçeli grup toplantısında konuştu. Bahçeli, "Geçen hafta milletimizi sevindiren bir gelişme yaşandı.Ukrayna’nın başkenti Kiev’de düzenlenen Ritmik Jimnastik Avrupa Şampiyonası’nda Ritmik Jimnastik Grup Milli Takımımız '3 çember 2 labut' aletinde Avrupa Şampiyonu oldu. Duygu Doğan, Azra Akıncı, Peri Berker, Nil Karabina ve Eda Asar’dan oluşan Ritmik Jimnastik Grup Milli Takımımızı, federasyon yönetimimizi can-ı gönülden kutluyorum. İnanmış ve başarıya kilitlenmiş bir insanın, gözünü yükseklere çevirmiş bir iradenin durması veya durdurulması diye bir şey olmaz, olamaz. Stratejik düşünme, analitik bakış, disiplinli çalışma, hedef odaklı mücadele, bunların yanında hayatın ve hadiselerin yürekten kavranışı zincirleme başarıları tetikleyerek temin edecektir." diye konuştu.
Bahçeli, "Başarının limitlerini inancımızın cebbarlığı, irfanımızın cesameti, iddialarımızın cesaret ve civanmertliği belirleyecektir. Fırsat ve şans verildiği takdirde her insanımızın ilgi alanında başarıdan başarıya koşacağını düşünüyorum. Çünkü insanımızın faziletine, ferasetine, kalp temizliğine, ahlak ve adamlık seviyesine sonuna kadar güveniyorum. Özellikle Türk kadınının üstlendiği her sorumluluğun hakkını vererek öne çıkması, hayatın her kesitinde serpilip sivrilmesi takdir ve tebrik edilmesi gereken bir insanlık gerçeğidir. Kadın hakkı bir insan hakkıdır, bir iman hakikatidir.Kadınları hedef alan kaba, kırıcı, her neviden kötü muamele hem insan hakları ihlali hem de insanlık onurunun inkârıdır. İnsani münasebetlerimizde, merhum Cemil Meriç’in de ifade ettiği gibi, muhtaç olduğumuz şey ölçüdür, dengedir, soğukkanlılıktır." düşüncesini dile getirdi.
Bahçeli, "Kılı kırk yaran tarihi ve tecrübi aklın yol göstericiliğinde diyebiliriz ki, kadınların yok sayıldığı, görmezden gelindiği, geri plana itildiği, şiddete maruz bırakıldığı toplumların medeniliğinden, gelişmişliğinden, hatta insani değerlerinden bahsetmek mümkün ve muhtemel bir hal özeti değildir. Bir toplumun yumuşak karnı, kırılma, belki de kopma noktası en mağdur durumdaki ferdinin hassas ve nazik durumuyla bir ve aynıdır. Son yıllarda artan kadın cinayetleri, yaygınlaşan tecavüz vakalarıyla birlikte ürpertici boyutlara ulaşmış istismar haberleri insan haysiyetine ve toplum bekasına karşı işlenmiş en büyük suç olarak değerlendirilmelidir. Kadınlarımızın, kızlarımızın, çocuklarımızın vahşete kurban gitmeleri neresinden bakarsak bakalım felakettir, rezalettir, cinayettir." ifadesini kullandı.
Bahçeli konuşmasını şöyle sürdürdü:
Son 1,5 asırdır, kadınlarımızın sosyal, siyasal ve ekonomik haklarıyla ilgili istikrarlı ve ümit verici ilerlemeler yaşanmışken, muhatap kaldıkları insanlık suçlarının da eşzamanlı artışını gözlemlemek utanç duyulması gereken bir çarpıklığın, bir çelişkinin somut yansımasıdır.
Bizim atmamız gereken tarihi adımın ilk halkasında, kadına yönelik şiddetin, kadınlığın itibarına yönelmiş nefretin bütünüyle tasfiye edilmesi ve önüne geçilmesi yer almaktadır. Şiddet seli durmadan, şiddet yangını söndürülmeden, gözünü kan bürümüş psikopatların kanlı emellerine set çekilmeden kadınlarla ilgili konuşacağımız her konu eksik kalacak, her teklif ve temenni yetersiz olacaktır.
Bir masuma, bir garibe, savunmasız bir insana canavarca hislerle saldırmak, insanlık haysiyetini taammüden zedelemek vandallıktır, aynı zamanda büyük bir vebaldir. Şiddet varsa insanlık sukut etmiştir. Hiçbir kadın şiddete müstahak değildir. Hiçbir kadın aşağılık ve alçak davranışlara mahkûm değildir. Kadınlarımızın toplum içinde olan veya olması gereken muteber ve muhterem mevkileri insani gelişmişlik düzeyimizin alametifarikası, milletler mücadelesindeki en muhkem, en müessir kozumuzdur. Bugün kadınlarımız hayatın her yerinde, her sahasındadır.
Bazen usta bir gazeteci, bazen marifetli bir iş insanı, bazen müstesna bir siyasetçi, bazen gerçek bir edip, bazen bağında bahçesinde bir emekçi, bazen tezgâhtaki alın teri, bazen topraktaki bereket izi, bazen gönüllerdeki zarafet pırıltısı, bazen sırtımızdaki merhamet pışpışı, bazen bir münevver, bazen hakikatleri arayanlar için bir deniz feneridir. Bütün kadınlarımızın çehresi ışıklı, üstelik bakışları aydınlık yarınların müjdesiyle doludur.
Kadınlarımız göz nurudur, baş tacıdır, üzerinde yaşadığımız vatan coğrafyasının yükünü bir sevdayla omuzlayan aziz millet varlığının ana direği, ana yüreği, ana fikridir.
Bozkırın tezenesi merhum Neşet Ertaş’ın dediği gibi, kadınlar insandır, bizler ise insanoğluyuz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu ifadesi ne kadar değerli, ne kadar yerindedir:
“Dünyada hiçbir millet kadını ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim diyemez.” Türk kadını, diğer ülke ve milletlerin pek çoğundan daha önce seçme ve seçilme hakkını elde etmiştir.
3 Nisan 1930’da kabul edilen Belediye Kanunu ile 18 yaşını dolduran kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. Böylelikle belediye seçimlerine katılmaya hak kazanan kadınlarımız o dönemin şartları itibariyle tarihi bir reformun tarafı olmuşlardır. Türk kadınına 1932’de muhtarlık seçimlerine girme, 5 Aralık 1934’de de milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
Demokrasinin mühim bir eşiği aşılmış, göze çarpan ve rahatsız eden tarihsel bir açığı siyasi mutabakatla kapatılmıştır.
Müteakiben 8 Şubat 1935’de yapılan Milletvekili Genel Seçimi’nde 17 kadın milletvekili TBMM’ye girmiştir. Türk kadınının hayatın normal akışı içinde ülkesi ve milleti için üstlendiği her görevi muvaffakiyetle yerine getirdiğini iftiharla söylemek isterim.
Siyasetten ticarete, sanattan spora, eğitimden ekonomiye, sanayiden medyaya, ev hayatından sosyal hayata varıncaya kadar kadınlarımız her yerdedir, olmaya da devam edeceklerdir.
Kadınlarımızın desteklenmesi konusunda öncelikli hedef, üzerinde durmamız gereken asıl konu şiddetin kökünün mutlaka ve süratle kazınmasıdır.
El birliği yaparak, güç birliği yaparak, partiler üstü bir anlayış içinde hareket ederek suç üreten, suçlu çıkaran, suça teşvik eden fiili veya potansiyel bütün toplumsal kaynakları A’dan Z’ye kurutmak, tedavi ve rehabilite etmek şarttır. Bunu yaparsak insanlığa ve insanlarımıza muazzam nitelikli manevi bir reformu kazandırmış oluruz. Kimin mağduriyeti varsa, kimin engeli bulunuyorsa yanında olmalıyız, elinden tutmalıyız, hayatı eşit bir şekilde paylaşmalıyız.
Bu kapsamda esasen bir farkındalık günü olan ve önümüzdeki Perşembe günü idrak edeceğimiz 3 Aralık Dünya Engelliler Günü münasebetiyle diyorum ki, her engelli kardeşimin ihtiyaç duyduğu, özlemle beklediği, kendi hayatında görmeyi istediği haklar konusunda üstümüze ne düşüyorsa yapacağımızın sözünü veriyoruz.
Engele takılmayacağız, engellere aldırmayacağız, engeller karşısında yılmayacağız, yıkılmayacağız, Allah’ın izniyle engelleri birer birer aşacağız. Engelli kardeşlerimizin hayatlarını kolaylaştırma mücadelemizi sürdürüleceğiz. Düşmez kalkmaz bir Allah’tır. Hiç kimse bana bir şey olmaz dememelidir. Her insan esas itibariyle bir engelli adayıdır. O kardeşlerimize baktığımızda kendimizi görmeliyiz, empati yapmalıyız, aramızda duygudaşlık köprüleri kurmalıyız.
Hiçbir engelli kardeşim acınacak halde değildir. Hiçbirisi değersiz ve önemsiz görülmemelidir. Milliyetçi Hareket Partisi bütün engelli kardeşlerimizi bağrına basmaktadır. Çünkü biz onları çok seviyoruz.
Engelli kardeşlerimizi sadece 3 Aralık’ta değil yılın her gününde hatırlayacağız, her an, her zaman kalbimiz onlarla bir çarpacak. Engelli kardeşlerimizi hasretle, muhabbetle selamlıyorum. Kadın milletvekillerimiz başta olmak üzere Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını elde edişinin 86’ıncı yıldönümünü kutluyor; bu tarihi karara imza atan dönemin mebuslarına Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum. Doğudan batıya, kuzeyden güneye ülkemin tüm muhterem hanımefendilerine bahusus saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
19’uncu yüzyılda vezirlik, nazırlık, sadrazamlık görevlerini üstlenmiş Saffet Paşa, medeni bir ülke haline gelmek için Avrupa’nın bütünüyle kopya edilmesini ısrarla tavsiye ve tembih etmişti. Öze değil kabuğa bakmıştı, mazrufa değil zarfa kafa yormuştu. Elbette akıl tutulmasına ve teslimiyetçilik anaforuna düşen yalnızca bu paşa değildi. Tanzimat ve Meşrutiyet süreçlerinin kategorik biçimde savurduğu devlet ricali maalesef çareyi kendi özünde, kendi değerlerinde, hemen yanı başında duran milli ve manevi hasletlerde görmedi, göremedi.
Ya görmesini bilemediler, ya da gördüklerini özümsemediler. Ruh kökleri tarih ve milletle bir olan fikir ve siyaset adamları için haysiyet abeste direniş değil hakikate gönüllü teslimiyettir. Aydın geçinen zavallılar, batılı dostları alınmasın diyerek tarihi boyunca birikmiş dev hazineleri, haşmet ve görkem aydınlığıyla parlayan muzaffer geçmişi utangaç çocuk edasıyla gizlemeye çalıştılar.
Merhum Ahmet Mithat Efendi’nin “Felatun Bey ile Rakım Efendi” isimli romanı, o tarihlerde hayatın bizatihi merkezine nüfuz eden tenakuzların, tutarsızlıkların, tuhaflıkların çok açık ve çarpıcı yorumu değil de nedir? Kendi yatağına kırgın akan ırmakların bir nehirle karışması, bir denizle buluşması düşünülemeyecektir.
Tarihin hangi devrinde olursa olsun, köküne yabancılaşan, kimliğiyle ters düşen siyaset veya aydın zevatın taş üstüne taş koyması, ufkun ötesini görebilmesi, geçmişin köklü anılarını geleceğin körpe amaçlarıyla perçinlemesi, bu suretle istiklal şerefini layık-i veçhileyle taşıması sadece ham bir hayaldir. Mukallit zihniyetler derin bir aşağılık kompleksinin yelkeniyle kendi sahillerinden, kendi limanlarından hızla uzaklaşmışlardır.
Yaklaşık iki yüzyıldır ne çekmişsek, neye maruz kalmışsak, hangi yıkımları yaşamışsak kahir ekseriyeti bunlardan kaynaklanmıştır.
İşbirlikçilik damarının başında olanlar öz olarak bunlardır. Yabancı başkentlere şirinlik yapmayı, çıkar odaklarına taklalar atmayı, yeri geldiğinde ülkesini kötülemeyi mubah gören bu tip dönek ve devşirmelerdir. Kolları sırma, göğüsleri nişanla dolup taşsa da sefirlerin oyuncağı, sömürgeci güçlerin maşası olan nazırlardan, milletine ve ülkesine sırt dönmüş sözde yazar, çizer ve aydın kesimden işin doğrusunu isterseniz bugünlere çok kötü bir miras kalmıştır.
Bu mirasın varisleri içinden geçtiğimiz zaman diliminde son derece atak ve aktiftir.
Ne pahasına olursa olsun, ülkesine kara çalmak hiçbir siyaset ve fikir adamını şerefli yapmaz, bugüne kadar da yapmamıştır.
Gerekçe nasıl ikmal ve ifade ediliyorsa edilsin, devletini, milletini küçük görenlerden, iç ve dış siyaset mahfillerinde ileri geri konuşanlardan dün namuslu bir siyaset adamı çıkmadı, bugün de çıkmayacaktır.
Muhasım güçlerin elinden eteğinden tutanlar, onların ağızlarından çıkacak bir söze müzahir şekilde gelecek planlaması yapmak için hazır kıta bekleyenler dik duramazlar, yerli olamazlar, milli olamazlar, bu milletin evladı asla olamazlar. İşte CHP’nin yönetim kadrosu aynısıyla budur.
Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’ye cephe almış bir siyaset ayıbı, bir siyaset defosu, bir siyaset falsosudur. Bizim CHP’yle sorunumuz Türkiye’yle sorunu olduğu içindir. Bizim CHP’yle sorunumuz sakat ve sancılı politikalarıyla ilgilidir.
Geçen hafta, bir bakıma CHP’ye oy vermeyen öğretmenlerimizi aşağılayan, onlara öğretmen demeyen Kılıçdaroğlu’nun, sorarım sizlere neresi demokrattır?
Öğretmene, işçiye, memura, esnafa, emekliye, sanayiciye, işsize, çiftçiye verdiği oy kadar kıymet yükleyen bir siyasi zihniyetin samimiyetinden, insan sevgisinden, müşfik ve muhik muamelesinden söz etmek mümkün müdür?
CHP’nin kumaşını kesen kesmiş, tarlasını süren çoktan sürmüştür. CHP’ye oy veren kardeşlerimiz hayal kırıklığı içindedir. Onlara karşı yapılan haksızlıklar, saygısızlıklar diz boyudur. ABD’ye ‘demokrasimize müdahale edin’ çığırtkanlığı yapan bir CHP’nin neresi doğrudur? Türkiye’yi yalanlarla dışarıya jurnalleyen bir CHP’nin nesi düzgün, neresi dürüsttür?
Yine bir CHP milletvekilinin kalkıp Türk ordusuna satılmış demesi bize göre hesabı sorulması gereken şerefsizliktir, kepazeliktir, Türkiye husumetinin kök salmasıdır.
Kahraman Türk ordumuzun satılan, satılmış görülen yeri neresidir?Terörle mücadelesi mi satılmıştır? Millet ve kanun ordusu oluşu mu satılmış görülmektedir?
Fırat Kalkanı'ndan Zeytin Dalı Harekâtı’na, Barış Pınarı Harekâtı’ndan Pençe Operasyonlarına kadar ova ova, dağ dağ, mağara mağara, şehir şehir, deyim yerindeyse köşe bucak hainleri arayan, sonra bulan, bulduktan sonra da imha eden kahramanlar mı satılmıştır?
Sınırımızda nöbetçi, gökyüzümüzde kartal, gönlümüzde şükran, dileğimizde dua, dilimizde Peygamber ocağı, tarihte muzaffer bahadırlık olan kahraman Türk askeri mi satılmıştır? Orduya satılmış demek, bedelsiz satılmışlığın, uşaklığın aleni beyanıdır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle bu zehirli ve zillet CHP anlayışına diyorum ki: Askere düşmanlık, düşmana askerliktir.
CHP’nin kutuplaşmadığı, kurcalamadığı, kaşımadığı, kanatmadığı, karıştırmadığı geriye ne kalmış, ne bırakılmıştır? Türk askerinin Libya’daki mevcudiyeti, zalimlere vekâlet eden CHP’yi ve diğer zillet refiklerini gocunduruyor.
Doğu Akdeniz’den Afrika içlerine, Suriye’den Katar’a, Dağlık Karabağ’dan Irak’a, Afganistan’dan Kıbrıs’a kadar kahramanlarımızı varlığı CHP’nin, İYİ Parti’nin, HDP’nin, SP’nin ve bilumum çıkar ortaklarının uykularını kaçırıyor.
Batı’nın oyunlarına ses çıkaramayan densizler, Katar'la yatıp Katar'la kalkıyorlar.
Boşa kürek çekiyorlar, boşuna çırpınıyorlar. Bilhassa Türkiye hak ve menfaatlerini muktedir şekilde savundukça Kılıçdaroğlu’nun gözüne perde, gönlüne peçe iniyor. CHP sokakları tahrik etmiş, vatandaşlarımızı istismara yeltenmiş, fakat başaramamıştır. Sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını manipüle etmiş, ne var ki sonuç alamamıştır. Uluslararası toplumu, küresel kuruluşları, husumet lobilerini kışkırtmış, velakin emeline muvaffak olamamıştır.
Şimdi de sırayı Türk askeri mi almıştır? Bu terazi bu sıkleti çekmez, bu tekerlek bu tümseği geçemez. Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’ne zilletin lekesi sürülemez.
Türkiye Cumhuriyeti; pastane liberallerinin, meyhane devrimcilerinin, arada poşu takan, derede mekap giyen, tepeye varınca mermiyi yiyen kanlı bölücülerin, köşeleri kaybolmuş tatlı su kurnazlarının, pos bıyıklarıyla, doymayan kursaklarıyla boğazın iki yanına tutunmuş küreselcilerin eline, emeline, heveslerine, hedeflerine terk edilemez, Allah’ın izniyle de terk edilmeyecektir. Artık öyle bir noktaya gelinmiştir ki, ismini saydıklarımın çatı ve çıkar örgütü haline gelen Cumhuriyet Halk Partisi bir milli güvenlik meselesine dönüşmüştür.
İşte zillet budur. İşte hezimet budur. İşte dalalet, işte cehalet bu kirli anlayışla mündemiçtir.
İranlı bilim insanı Muhsin Fahrizade’nin 27 Kasım 2020 Cuma günü Tahran’da uğradığı silahlı saldırıda öldürülmesi Kasım Süleymani suikastından sonra gerçekleşmiş en vahim cinayetlerden birisidir.
Lanetlediğimiz bu hunhar saldırının çok organize şekilde icra edildiği anlaşılmaktadır. Ziyadesiyle kırılgan halde bulunan bölgesel huzur ve barışı temelinden bozmayı amaçlayan her türlü ahlak ve hukuk dışı arayışı, saldırıyı ve komployu terörizmden ayrı tutmuyor, ayrı görmüyoruz. Bizim dikkatimizi çeken husus suikastın zamanlaması, hedef olarak seçilen ismin müktesebatı, tetikçi figüranları kullanan odakların stratejik hedefleridir.
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun nezaketsiz ve seviyesiz İstanbul seyahatinden sonra Kudüs’e gitmesi, Batı Şeria ve Golan Tepeleri’nde gezmesi, adeta bölgeyi provoke eder gibi tutum takınması ve ardından Muhsin Fahrizade cinayetinin gerçekleşmesi bize göre üzerinde düşünülmesi gereken kuşkulu bir detaydır.
Medyaya yansıyan iddialar ışığında, bir İsrail’li yetkilinin, “Fahrizade’yi öldürdüğümüz için dünya bize teşekkür etmeli” açıklaması eğer doğruysa, dahası "İsrail ihtiyaç duyduğu zaman İran'ın nükleer programına karşı operasyon düzenlemeye devam edecek" ifadeleri aynı ağızdan çıkmışsa, önceden kestirilemeyen büyük çapta risk ve tehditlerin önümüzdeki dönemde birbiri ardına eklemlenmesi kaçınılmaz hale gelecektir. Hem Ortadoğu hem Afrika istikrarsızlığın pençesinde, terörün gölgesinde, rövanşist çatışmaların, misillemeye dayalı silahlı rekabetlerin tam göbeğindedir.
27 Kasım’da Somali’nin başkenti Mogadişu’da, 28 Kasım’da Nijerya’nın Borno Eyaleti’ndeki Zabarmari kasabasındaki bir pirinç tarlasında, 29 Kasım’da Afganistan’ın Gazne vilayetinde gerçekleşen terör saldırılarında çok sayıda masum insan katledilmiştir. Uzun yıllardır mazlumların gözlerinden yaş, gövdelerinden kan akmaktadır. Sömürgeciler insanlığın her kazanım ve değeriyle savaşmışlardır.
Dehşet verici adaletsizlik hepimizin malumudur. Bir gram elmas, bir parça pırlanta, bir galon petrol veya bir metreküp doğal gaz insan canından, insan varlığından, insan haysiyetinden önemli görülmüş, öncelikli sayılmıştır.
Demokrasi ve özgürlük boyası sürünmüş zalimler eliyle coğrafyalar sömürülmüş, toplu katliamlar yapılmış, cinayetler işlenmiştir. Toprağın altı üstüne çıkarılmış, üstündekiler de altına gömülmüştür. Fransa bu karanlık geçmişin cellat, ceberrut ve çete ülkelerinden birisidir. Bu ülkenin geçmişinde kan vardır. Bu ülkenin geçmişinde işgal vardır.
Macron iç siyasette sıkıştıkça, gelecek seçimleri kaybedeceğini hissettikçe Türk ve İslam düşmanlığının dozajını sürekli arttırmaktadır. Fransa; Doğu Akdeniz’de karşımızdadır. Libya’da karşımızdadır. Suriye’de karşımızdadır. Dağlık Karabağ’da karşımızdadır.Afrika’da karşımızdadır.
Türkiye hakkın yanındadır, haklının yanındadır, hakikatin yanındadır; Fransa’nın yanında olduğu da terör örgütleri, kanlı şebekeler, bölücü mihraklar, paramiliter gruplar, denizlerde yan kesicilik yapan korsanlardır.
Fransa’yı bilmek ve tanımak için Cezayir soykırımına, Ruanda soykırımına, Gabon, Senegal, Benin, Tunus, Gine, Burkina Faso, Çad, Kamerun, Cibuti katliamlarına bakmak yeterli değildir. Bu melanet istilacının hangi canilikleri yaptığını görebilmek için 1920 Antep’ini, Adana’sını, Urfa’sını incelemek kaçınılmaz bir ödev, ertelenemez bir görev, milli bir mükellefiyettir. Antep’te, Kuvayı Milliye’ye erzak taşırken yakalanıp Dokurcum Değirmeni’nde kurşuna dizilen, cansız bedenleri süngülenen küçük yaşlardaki 14 kahraman çocuğun katili bu Fransa’dır.
Tıpkı hendek kazan teröristlere karşı verilen mücadelede olduğu gibi, Antep’te sokak sokak, mahalle mahalle barikatlar kurup çatıştığımız düşman ülke bu Fransa’dır. Ahali namaza durmuşken, camilerimize top mermisiyle saldıran ülke bu Fransa’dır. “Düşman geçerse anca bedenimin üzerinden geçer” diyen rahmetle, minnetle andığımız yiğitler yiğidi Şahin Bey’in savaştığı ülke bu Fransa’dır. Adana’da Türk soykırımı yapan, Kozan’da Defterdar Hamdi Efendi’yi, mektupçu Ali Rıza Efendi’yi, emekli Yüzbaşı Mehmet Bey’i diri diri fırında yakan ülke bu Fransa’dır. Ermeni çetelerine üniforma giydirip üzerimize salan ülke bu Fransa’dır. Adana’ya sorsunlar Fransa’yı, Şanlıurfa’dan öğrensinler Fransa’yı, Gaziantep’ten dinlesinler Fransa’yı, yakılan Mersin’den duysunlar Fransa’yı.
Özgürlük diyorlar, eşitlik diyorlar, kardeşlik diyorlar, bunların hepsini göre göre, göstere göstere çiğniyorlar. Fransa Senatosu’nun Dağlık Karabağ ile ilgili hükümsüz, geçersiz ve kağıt parçasından farksız kararı Türklüğün ayakları altındadır. Neymiş, Senato Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’ni küstahça tanıyormuş. Bu konuda Fransa hükümetine de akıl ve hukuk dışı bir tavsiyede bulunuyormuş. TBMM’de grubu bulunan dört siyasi partinin Fransa Senatosu kararına sert ve isabetli tepkisi kayda değer ve takdire şayan bir duruşun belgesidir.
Ermeni sevdası nükseden Fransa her zaman olduğu gibi, tarihin yanlış tarafındadır. Bu Fransızlar ister kabul etsinler, ister etmesinler, ister sevsinler ister sevmesinler, Dağlık Karabağ Azerbaycan toprağıdır, Karabağ Türk’tür, Karabağ ebediyen Türk yurdudur.Tarih gözlerini açtı, coğrafya uykusundan uyandı, Türklük ihtişamlı mazinin iradesiyle kutlu bir istikbalin muhteşem rotasını çizdi. Geriye çark yoktur, bu yoldan dönüş yoktur, mücadeleden taviz yoktur.
Yeni bir dünya düzeninin inşa çabaları devam ediyorken ortaya çıkan stratejik boşlukların bölgesel ve küresel ülkeler tarafından doldurulma amacı gerilimlere yol açmaktadır.
Türkiye hiçbir konuda ihmal edilecek bir ülke değildir. Doğu Akdeniz’de yaşanan ve milli sabrı zorlayan provokasyonlar Türkiye’ye karşı teşekkül etmiş husumet ve hıyanet cephesinin bir yönüyle deşifresidir. Müslüman nüfusun en yoğun olduğu Almanya ve Fransa’da haftalardır ırkçı ve İslamofobik saldırılar yaşanmaktadır.Avrupa insan haklarıyla, insanlığın evrensel kazanımlarıyla yollarını kapanmamak üzere ayırmıştır.
Yunanistan’da, seçilmiş İskeçe Müftümüze karşı yapılan alçak ve ırkçı saldırıyı kınıyor, gelinen aşamanın Avrupa’nın hüsranı olduğunu düşünüyorum. 23 Kasım 2020 Pazartesi günü, İrini Harekatı kapsamında, bir Alman firkateyni hiçbir hukuk kuralıyla, hiçbir dostluk ilkesiyle bağdaşmayacak şekilde Türk bandıralı bir ticaret gemisine baskın düzenlemiştir. Türkiye’nin AB ile karşılıklı saygı ve eşit haklara dayalı diyaloglarını canlandırmak için sıcak mesajlar verdiği bir dönemde, üstelik 10-11 Aralık 2020 tarihlerinde yapılacak AB Liderler Zirvesi’ne sayılı günler kala, Doğu Akdeniz’de vuku bulan provokasyonun izahı yoktur, ifadesi yoktur, saklanacağı hiçbir kılıf da olamayacaktır. Bu korsan müdahale muhatap hiçbir devletin yanına bırakılmamalıdır.
Libya’ya kimlerin silah sevk ettiği, kimlerin Hafter’i desteklediği malumdur, ortadadır. Uluslararası Deniz Hukuku’nun mihenk taşı olan ticari gemilerin seyrüsefer güvenliği ilkesi yok sayılmıştır.
Bize göre İrini Harekâtı Doğu Akdeniz’de kurulmuş mayınlı bir tuzaktır. 31 Mart 2020’den bu tarafa devrede olan bu harekatın meşruluk temelleri zayıf, güvenirliği sallantıdadır. Taraf ülkeler akıllarını başlarına devşirsinler, Doğu Akdeniz’de önümüzü kesen kim olursa olsun her ihtimali göze almalıdır, bir yaparken bin düşünmek mecburiyetindedir. Mavi vatana karşı boyun borcumuz neyse yapılması gereken odur.
Dileğimiz AB Liderler Zirvesi’nde aklı selimin hâkim olması, yaptırım yanlışına üye ülkelerin düşmemesidir. Yine dileğimiz, Doğu Akdeniz’de sağduyunun, yapıcı ilişkilerin, dayanışmanın, eşit ve adil paylaşımın hakimiyet kurmasıdır.
Bildiğiniz gibi, 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’yle 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi’nin sunumu 21 Ekim 2020 tarihinde Plan ve Bütçe Komisyonu’nda yapılmıştı. 27 Kasım’da, Bütçe Kanun Teklifi Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edilmiş, sırayı Genel Kurul safhası almıştır.
Komisyon’da söz alan, görüş bildiren, partimizi temsilen bütçeye muhterem ve müspet katkılar veren her milletvekili arkadaşıma teşekkür ediyorum. 7 Aralık 2020 pazartesi gününden itibaren 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’yle 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısı Meclis Genel Kurulu’nda görüşülecektir. Bu nedenle haftaya ve takip eden birkaç hafta grup toplantımız zorunlu hallerden dolayı yapılmayacaktır.
Hepinizden beklentim, hazırlıklı ve sabırlı olarak Genel Kurul görüşmelerini takip etmeniz, uzmanlık alanınıza uygun şekilde, Cumhur İttifakı’nın ruhuna aynen riayet eden titizlikle çalışmalarınızı yürütmenizdir.
Dipsiz polemiklerden kaçınmanız, anlamsız tartışmalardan uzak durmanız, KOVİD-19 salgınıyla mücadelede alınan kararlara ve uygulanan tedbirlere uymanız tavsiyem ve talimatımdır. 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’yle 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi’nin ülkemize, milletimize, devletimize hayırlı olmasını niyaz ediyor, destekleyici tavrımızı muhafaza edeceğimizi özellikle söylemek ve paylaşmak istiyorum.
Yeni Yılınızı şimdiden tebrik ediyor, sizlere ve aziz milletimize sağlıklı günler temenni ediyorum. Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, milletvekili arkadaşlarıma Meclis çalışmalarında ve bütçe sürecinde üstün başarılar diliyorum."
© Tüm hakları saklıdır.