Gündem

Aziz Sancar: Ben küsüm ülkeye

“Şurada kaç yıl daha çalışabilirim, üretebilirim ki”

26 Ağustos 2018 10:56

Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı, 2015'te Nobel Kimya Ödülü kazanan Aziz Sancar'ın bu yıl Türkiye'ye gelmeyeceğini, siyasi gelişmelerden rahatsızlığını dile getirdiğini kaydetti. Bursalı Sancar'ın, “Ben küsüm ülkeye” dediğini aktardı. 

Birlikte Ankara'ya Anıtkabir'i ziyarete gittiklerini anlatan Bursalı, "Ülkenin toplumca bölünmüş yapısı kendisini son derece üzüyor, bu duygusunu en üst düzeyde yetkililere de iletiyor ve ülkeye gelmek istemiyor" dedi. 

Bursalı'nın Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazısı şöyle: 

Bu yıl Türkiye’ye gelmeyecekti. Türkiye’deki siyasi gelişmelerden rahatsızlığını dile getiriyordu: “Ben küsüm ülkeye”.. 

Aslanlı Yol’dan ilerliyoruz, normal sıcak bir pazar günü olmasına rağmen etrafta öbek öbek kalabalıklar, gidiyor ve geliyor.. Aileler, genç çiftler, çocuklar, yaşlılar, gençler, el ele tutuşan gençler ve çok sayıda da başörtülü ve türbanlı kadınlar..

“Aziz Bey bir fotoğraf çektirebilir miyiz..” Çoğu yanıt beklemeden yanlarında çocukları varsa onları hemen Aziz Hoca’nın yanına itiyorlar ve klik klik klik... cep telefonları çalışıyor. “Bak kızım (ya da oğlum) Aziz Sancar, Nobel kazandı, tanıdın mı! Aziz Bey bir fotoğraf lütfen”.. Koruma tetikte, Aziz Sancar ’ın sürekli yanında, önünde arkasında. Sancar kalabalıktan bunaldığında araya giriyor ve hızlı yürümemiz için yol açıyor. Aslanlı Yol’un artık epey parlaklaşmış blok taşlarının üzerlerine basıp yürüyoruz. Anıtkabir karşımızda!

Bir millet canlanıyor...

Sancar’a diyorum ki, “Burayı millet sadece bir kişinin, Atatürk’ün anıtı sanıyor. Aslında karşımızdaki görkemli yapıt, Atatürk’ü yüceltmenin ötesinde bir yeni varoluşu simgeliyor. Burası Türkiye’nin kuruluş simgesi, Atatürk ise bir başmimar; emperyalizmden kurtulan bir ülkenin kuruluş, diriliş, varoluş, bağımsız ve özgürlüğü olarak ve egemen bir millet olarak sahneye çıkışının, yeniden doğuşunun simgesi.”

Yürüyoruz insanlar arasında, karşımızdaki Anıtkabir gözümüzde Kurtuluş Savaşı olarak canlanıyor. Sakarya, Dumlupınar, Afyon, İnönü’ler, Ankara’lar olarak canlanıyor. Bir kurtuluş ve kuruluş tarihi. Bir Cumhuriyet ve millet canlanıyor. O büyük öyküyü, ne kadar mükemmel olursa olsun bir müzede canlandırmak asla mümkün olamazdı, bazen ise böyle bir anıtla çok güzel anlatırsınız. Türkiye’yi simgeliyor karşımızdaki yapı... 
Aziz dinliyor, yüzüme bakıyor gülümseyerek, çevremizdekilerle ilerliyoruz. Bazen tedirginlik seziyorum. Anıtın merdivenlerine vardık.

‘Gel Ankara’ya, görüşelim’

İstanbul’da evde çalışırken telefon çalmıştı, Sancar’ın sesi: “Pazar günü Ankara’ya gel, bütün gün beraber olalım, Atatürk’e gidelim.”

Bu yıl Türkiye’ye gelmeyecekti. Türkiye’deki siyasi gelişmelerden rahatsızlığını dile getiriyordu: “Ben küsüm ülkeye”.. Keskin, eleştirel bakışlı gülmeyen bir fotoğrafını paylaşmıştı benimle. “Ruh halim bu, bunu kullanın” demişti, o sırada Bahçeşehir Üniversitesi’nce basılan İngilizce “ Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü” kitabının kapağı için (Yunanca çevirisi de hazır, sonbaharda basılacak). Aziz Sancar hâlâ aynı ruh halinde! Ülkenin toplumca bölünmüş yapısı kendisini son derece üzüyor, bu duygusunu en üst düzeyde yetkililere de iletiyor ve ülkeye gelmek istemiyor. 
Bu yıl mayısta Azerbaycan ve Kırgızistan’a gitmişti; İstanbul üzerinden ABD’ye dönerken havaalanından aramış konuşmuştuk. Orada aynı zamanda yolları kesişen Cumhurbaşkanı ile de 15 dakika kadar görüşmüştü.

Daha sonra Cumhurbaşkanı’nın Başkanlık törenine davet edilince, telefonla süreç üzerine sohbet etmiştik. Küslüğüne rağmen, Ankara’da törene katılma kararı almıştı sonuçta. Uzun uçak yolculuğu yıpratıcıdır, sevmiyor; zaten bir de kulak sorunu yaşadı. Türkiye’den çok davet alıyor, özellikle bilimsel kongrelerde Sancar’ı görmek, dinlemek, tartışmak, sohbet etmek, ağırlamak istiyorlar. Şüphesiz ki hepsine gitmesi mümkün değil, ama bir iki önemli büyük kongrede bizim bilimcilerle buluşmasının iyi olacağını söylüyorum ona. Mesela bir kongrede Nobel’den sonra kendi alanındaki gelişmeleri ve son yaptığı çalışmaları anlatabilir. Sancar, Türkiye’de bilim insanlarını motive edici, tetikleyici bir karakter, buna ihtiyaç var. Türk bilim insanları laboratuvarında araştırmalarına sık sık misafir oluyor, üst düzey katkıda bulunuyorlar. Onlardan çok memnun. Bu konuyu sonra yazacağım.

Sancar tam bir temel bilimci. Laboratuvardaki çalışmaları her şeyden daha önemli. Sürdürdüğü bilimsel çalışmalarından alacağı olumlu sonuç kadar kendisini mutlu edecek başka bir şey yok. İnsanlığa hizmet ve Türk’ten, bir Atatürk Cumhuriyetçisinden dünyaya katkıyı çok önemsiyor. “Şurada kaç yıl daha çalışabilirim, üretebilirim ki” diyor. 72 yaşında. İnşallah sağlıklı çok uzun süre bilimsel çalışmalarını sürdürür! Laboratuvarında işler mükemmel gidiyor! Nelerle uğraştığı konusu sonraya...

Önce Anıtkabir

Havaalanından Büyük Ankara Oteli’ne 12’de vardığımda resepsiyondaki beyler telefon ediyor Sancar’a. Beklerken çevreme bakıyorum, bir iki kişi hareketli, “Şöyle oturun Orhan Bey..” Sancar’ın koruması ve şoförü. Cumhurbaşkanlığı’nca tahsis edilmiş. İlişkileri düzenleyen Cumhurbaşkanı Bilim Başdanışmanı Davut Kavranoğlu.

Aziz 5 dakikada aşağı iniyor, bir köşede sohbete dalıyoruz. Geleli birkaç saat olmuş. Günü programlıyoruz. Önce Anıtkabir ’e gideceğiz. Ankara sıcak; Sancar’ın üzerinde önü boğaza kadar düğmeli, ince siyah bir mont var. Ben de ceketliyim, Anıtkabirziyaretinden sonra çıkarırız, diyor. Anıttepe’ye yollanıyoruz. Aslanlı Yol’dan gireceğiz. Kontrol var arabalara; koruma pencereden “Cumhurbaşkanlığı” diyor, yollar hemen açılıyor. 
İniyoruz ve Aslanlı Yol’dan yürümeye başlıyoruz...

Anıtkabir’in merdivenlerinden tırmanıyoruz, yeniden çevreye bakıyorum, doğal bir kalabalık var, içeri giriyoruz, saygı sırasında kadınlar, gençler, çocuklar, erkekler... Kadınlar özellikle çocuklarını Aziz Hoca’nın yanına itip resim çektiriyorlar. Kim bilir belki Aziz Hoca’dan bir şeyler bulaşır düşüncesini okuyorsunuz yüzlerinden. İnşallah! Selfi çeken çekene! 
Ata’nın huzurundayız. Dua ediyor, bir fatiha kahramanın canı için! Bir minnet borcu olarak.. Bir doktor tanımıştım, “ Atatürk’e ödenecek borç, kendi işini, mesleğini Atatürkkadar iyi, hatta daha da iyi yapmaktır, ben de bunu hedef olarak koyarım kendime” diyordu. Aziz de işinin en iyisini yaptı ve Atatürk’e ve ülkesine borcunu ödedi diye düşünüyorum. Atatürk sevgisinin aslında en somuta dönüşmüş hali diye düşünüyorum: İşinin en iyisini yapmak! Cehaleti yenmiş, bilgili toplumunun tanımı olabilir bu!

Kalabalığı, fotoğraf meraklılarını ve Sancar’a övgüleri yararak, galerilere yöneliyoruz. Bir Anıtkabir sorumlusu subay bize eşlik etmeye başlıyor. Hedefimiz Sancar’ın Nobel Madalyası’nın sergilendiği galeri. Biliyorsunuz, madalyayı Atatürk ’e, Anıtkabir’e hediye etmişti. Galeride yeri hazırlanmış, nasıl sergileneceği tasarlanmış, Aziz Hoca açılış töreninin 19 Mayıs’ta yapılmasını istemiş ve 2016 19 Mayısı’nda Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı’nın da katıldığı törenle madalya ziyarete açılmıştı.

Vefa borcu...

Sancar, “Bu madalyayı Atatürk’e, Atatürk’ün silah arkadaşlarına ve cumhuriyeti kuranlara vefa borcumu ödemek için hediye ediyorum” demişti törende. 
Neden Anıtkabir’e hediye ediyorsunuz sorusuna da, “Bu Nobel’i ülkemin gençlerine adıyorum, bu Atatürk’ün ve Cumhuriyetin madalyasıdır, madalyayı Ata adına aldım, Ata’ya aittir ve yeri de Ata’nın yanıdır” demişti.

İki yıl önceki törenden sonra, Anıtkabir’i ve madalyanın bulunduğu galeriyi gezmemişti. Bunu “Orayı görmedim” sözleriyle dile getirdi. Tabii tören başka, sonradan sivil olarak gidip görmek başka.. Oraya doğru yürürken, kısmi bir kalabalık da bize eşlik ediyor. Normal bir pazar günü olmasına rağmen, demek ki Anıtkabir halkımızın çocuklarıyla severek gelip dolaştığı ve zamanını geçirdiği bir yer, diye düşündüm.

Aziz Hoca, Nobel Madalyası’nı Anıtkabir’e hediye edeceğini ilk bana açıklamıştı. O sırada Stockholm’de Nobel ödülleri tören haftasındaydık ve Grand Hotel’de oturmuş sohbet ediyorduk. “Ne dersin” diye sormuştu, ne diyeceğim, daha iyi bir yer olamazdı. Sonra bu isteğini devlete iletmiş ve hazırlıklar başlamıştı.

İşte Galeri’ye vardık. Karşımızda özel hazırlanmış vitrinde Sancar’ın madalyası dönüyordu. Resimler çektirdik. Galerinin iki yan duvarı Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Ata zamanında eğitim konusunda yapılanların belgeleri, haberleriyle doluydu.

Sancar, “Bak, Ata’nın Gençliğe Hitabesi de orada” diye sevincini belli etti. Atatürk’ün, ülkenin en seçkin gençlerini yükseköğrenim için Avrupa’ya gönderirken “Sizi kıvılcım olarak gönderiyoruz, bir alev olarak geri döneceksiniz” sözlerini anımsayıp Sancar’a baktım! Gerçi geri dönmemişti ama bilimde en ileri düzeylere ulaşmıştı ve ulaşma çabalarını sürdürüyordu.

Anıtkabir’den ayrılmadan önce İsmet İnönü’nün kabrini görmek istedi. Anıtkabir’in bulunduğu alanın tam karşısında İnönü’nün mezar anıtını ziyaret ve ruhuna fatihadan sonra oradan ayrıldık.

Ata’nın huzurundayız. Sancar’a diyorum ki, “Burayı millet sadece bir kişinin, Atatürk’ün anıtı sanıyor. Aslında karşımızdaki görkemli yapıt, Atatürk’ü yüceltmenin ötesinde bir yeni varoluşu simgeliyor. Burası Türkiye’nin kuruluş simgesi, Atatürk ise bir başmimar; emperyalizmden kurtulan bir ülkenin kuruluş, diriliş, varoluş, bağımsız ve özgürlüğü olarak ve egemen bir millet olarak sahneye çıkışının, yeniden doğuşunun simgesi.” Yürüyoruz insanlar arasında. Karşımızda Anıtkabir, gözümüzde Kurtuluş Savaşı olarak canlanıyor...