Ayşe Kulin, geçici olarak kapatılan Özgür Gündem’in tutuklanan yayın danışma kurulu üyesi ve yazarı Aslı Erdoğan ile ilgili olarak "Aslı’nın ne bir dini tarikatın ne de bir çetenin üyesi olması mümkün, üstün zekâlı bir bilim insanıyken, yazmayı seçmiş bir genç kadın, o. Bende kırılgan ve yalnız bir insan hissi uyandırmıştı. Şimdi yalnız değil. Yanında duran milyonlar var. Ama ona bir şey olursa, vebali benim yapayalnız ve kadersiz ülkeme yazılacak yine" dedi.
Kulin, "Bir yazarı tutuklamak, uçan kuşu vurmak gibidir" görüşünü dile getirdi.
Ayşe Kulin'in "Uçan kuşu vurmak gibi" başlığıyla Cumhuriyet'te yayımlanan (23 Ağustos 2016) yazısı şöyle:
Bir yazarı tutuklamak uçan kuşu vurmak gibidir.
Kuş, kuş olmanın özgürlüğünü yaşarken, canevinden vurulunca, kanı içine akar. Bazı dinler, kanı içinde kalan av hayvanlarının yenmesini yasaklar. Ben, dinsel nedenlerle değil, kendi yaşam alanında özgürce yaşamakta, koşmakta, uçmakta olan bir yaratığın, sırf insanoğlunu eylemek için hayatının sonlanmasına tepkimden dolayı, yemem av etini. Bu gerekçeme kimi avcılar karşı çıkmıştır. Derler ki, av doğadaki dengeyi sağlar.
İnanmayın! Uçan kuşu vurmanın sadece sevgisizlikle ilgisi vardır. Bir kuşu kafese tıkmanın da bencillikle!
Ya bir yazarı kafese kapatmanın?
İnsanoğlu, evrimi ya da yaratılışı sırasında içinde var olan öldürme, eziyet etme, intikam alma güdüsünü zaman içinde terbiye edebildiyse, daha üstün bir insana evriliyor. Bu toprakların insanı bizler, bırakın üstünü, makul insana evrilemiyor olmalıyız ki, doğumumdan bugüne, yetmiş beş yıldır, gelmiş geçmiş tüm iktidarlar, ülkenin kalem tutan ellerini, silah tutanlarla bir tutuyor; yazanlar, yazarlar tutuklanıp mahpuslarda sürünüyor!
Bir yazarı tutuklamak, uçan kuşu vurmak gibidir. Hayatta kaldıysa, acısını içine akıtır, genişler, büyür, güçlenir, tanınır, ününe ün katar.
Yarası öldürdüyse onu, namı sürer.... Tutuklayana ise, hiçbir faydası olmaz. Bir kara iz kalır ardında. Tıpkı bir uçağın dumanı gibi, zamanla dağılır sanırız, o kara izi. Ama doğada hiçbir şey kaybolmaz ki!
Şu anda içeride binlerce, on binlerce tutuklu insan var.
Ben sadece ikisini yakından tanıyorum. Biri, çocukluğumdan bir resim gibi, babası babamın can dostu, abisi ilkokulda sınıf arkadaşım. Nazlı ile beş yıl boyunca doğum günlerimizi birlikte kutlamışız, Ankara’da. Lise yıllarından itibaren yollar, okullar ayrılmış, siyasi görüşler ve duruşlar ters düşmüş. Fikirlerimizin, duruşlarımızın farklı olması, bizim birlikte büyüdüğümüz gerçeğini değiştirmemiş. Ben onun 27 Mayıs darbesinde mağdur olan babasından dolayı, askerlere hiç bitmeyen tepkisini anlayışla karşılamış, hayat boyu kendi doğrusunun arkasında durmasına ise saygı duymuştum. Darbe denince tüyleri diken diken olan Nazlı Ilıcak, şimdi darbeci şüphesiyle içeride. Buna kargalar gülüyordur da ben gülemiyor, abisi Ömer’i sık sık arayıp soruyorum, Nazlı’dan ne haber, kitap yollasam eline ulaşır mı diye. Hayır diyor abisi, yollama, vermezler. Neyse ki Nazlı, çetin cevizdir, çok şeye dayanır!
Diğeri, Aslı Erdoğan ise meslektaşım. Birlikte, birkaç kez zamanın Kültür Bakanlığı tarafından Avrupa’nın değişik şehirlerine edebiyat okumaları yapmaya gönderildik. Bir şehirden diğerine yaptığımız tren yolculuklarında edebiyat ve hayat üstüne uzun sohbetlerimiz oldu. İki yazar başka ne konuşabilir ki! Aslı’nın ne bir dini tarikatın ne de bir çetenin üyesi olması mümkün, üstün zekâlı bir bilim insanıyken, yazmayı seçmiş bir genç kadın, o. Bende kırılgan ve yalnız bir insan hissi uyandırmıştı. Şimdi yalnız değil. Yanında duran milyonlar var. Ama ona bir şey olursa, vebali benim yapayalnız ve kadersiz ülkeme yazılacak yine.
Uçan kuşları vurmayın beyler, kimseye faydası yok!