Aydın Engin*
Önceki gün Moskova’da Türkiye, İran ve Rusya dışişleri ve savunma bakanlarının katıldığı bir toplantı yapıldı. Suriye’nin geleceğini belirleyecek kararların alındığı, ABD’nin yer almadığı çok önemli bir toplantıydı.
Toplantı, Büyükelçi Karlov suikastının gölgesinde kaldı. Medyada önemi kadar geniş ve derinlemesine değerlendirilmedi. Oysa günlerce konuşulması, yazılması, yorumlanması gereken bir toplantıydı.
Bu değerlendirme ve yorumlamaları uzmanları yapsın.
Ama uzman olmayan ben, “Türkiye’nin son yıllardaki Suriye politikası tümüyle çöpe atıldı; dahası Türkiye’nin bugüne kadarki dış politikası da çok köklü bir değişime uğradı” denmesi gerektiği kanısındayım.
Toplantının sonunda “Moskova Bildirisi” diye adlandırılan ve üç ülkenin mutabık kaldığının altının birkaç kez çizildiği bir açıklamadan kilit bir paragraf aktaracağım:
“Rusya, İran ve Türkiye, Suriye hükümeti ile muhalefeti arasında barış anlaşmasına varılması için çalışmaya ve bu anlaşmaya garantörlük etmeye hazır. Üç ülke, Suriye’de önceliğin Esad hükümetini devirmek değil, terörle mücadele olduğunda mutabık.”
Şimdi de üç hafta kadar önce Türkiye’nin Suriye politikasının mimarı Tayyip Erdoğan’ın konuşmasından yine kilit bir paragrafı hatırlatacağım:
“Biz sabır, sabır, sabır dedik, en sonunda dayanamadık ve Suriye’ye Özgür Suriye Ordusu ile beraber girmek zorunda kaldık. Niçin girdik? ..... Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil.”
Art arda aktardığım iki paragraf birbiriyle taban tabana zıt.
Diplomasi dilinde bu çapta bir çelişkiye, böylesi bir keskin dönüşe ne denir bilemem. Onu da uzmanlara bırakayım. Ancak benim dilimde (sanırım sizin de dilinizde) buna bal gibi “tükürdüğünü yalamak” denir.
Bitmedi...
Bir hatırlatma daha.
Altı ay önce, 21 Haziran 2016’daTayyip Erdoğan, Suriye’de kol gezen örgütlerle ilgili yüksek fikirlerini açıklarken şöyle buyurdu:
“Eğer DAEŞ’e karşı olanlar terör örgütü değilse o zaman El Nusra’ya niye terör örgütü diyorsunuz? El Nusra da DAEŞ’e karşı çok ciddi mücadele veriyor.”
Bu cümle bir ek, bir açıklama gerektirmeyecek kadar açık.
Öyleyse şimdi de önceki gün açıklanan Moskova Bildirisi’nden bir kısa parfgraf aktarayım:
“...Üç ülke hem IŞİD ve El Nusra’ya karşı savaşta hem de diğer silahlı muhalefet gruplarını bu terör örgütlerinden ayrıştırmada işbirliği kararlılığını teyit eder...”
Eee?
Bu da tükürdüğünü yalamak değilse
nedir?
***
Siyasal çizgisini sadece ve sadece “Erdoğan karşıtlığı” üstüne kuranlar, kullandığım “tükürdüğünü yalamak” deyiminden muhalif bir anlam süzebilirler; “Ohhh, tükürdüğünü işte böyle yalatırlar adama” gibi cümleler kurabilirler.
Yanlış olur.
Hangi nedenlerle, hangi siyasi tercihlerle olursa olsun, iktidarın, Türkiye’yi Ortadoğu bataklığında kazananı olmayacak bir savaşın içine sürükleyecek sorumsuz bir siyasi tercihten çıkarıp, rejimi ne kadar berbat olursa olsun bir komşu ülkenin egemenliğini kabul etmesi ve politikasını bu doğrultuda düzeltmesi iyidir; savaştan değil barıştan yana saf tutanlar için bir kazanımdır...
***
Ancaaaak...
AKP iktidarı bu yeni yönelimiyle bir başka siyasal yörüngeye girdiğini de ilan etmiş oluyor.
Putin Rusya’sı, Mollalar’ın İran’ı ve Erdoğan’ın Türkiye’si el ele...
Yarın yazı günüm değil. Yazıişlerinden torpil isteyeceğim. İzin verirlerse yarın, olmazsa bundan sonraki ilk yazıda bir üstteki cümleyi tırmıklayacağım...
* Bu yazı Cumhuriyet'te yayımlanmıştır