16 Ekim 2017 11:05
Aydın Engin*
Cumhuriyet tutukluları için avukatlar tarafından başlatılan Adalet Nöbeti’ni örgütleyenlerden avukat Kemal Aytaç, “Nöbet, tutuklamalar ile yola çıkmış bir kervandır. Aslında bir çoban ateşidir” diyor. 28 haftadır kesintisiz bir şekilde tutulan nöbeti kitlesel bir hukukçu eylemi olarak değerlendiren Aytaç, “Adalet Nöbeti’nin tek sloganı şudur: Herkes için adalet!” ifadelerini kullanıyor.
Tam 28 haftadır İstanbul’da Çağlayan Adliye Sarayı’nda avukatlar her perşembe bir saat Adalet Nöbeti tutuyor. İstanbul, Diyarbakır, Ankara, Antalya, Hatay, Adana, Bursa, Kocaeli baro başkanları, çok sayıda gazeteci, hukukçu akademisyen eyleme açıkça ve güçlü destek verdiler. Onca engellemeye rağmen Adalet Nöbeti kitlesel bir hukukçu eylemi niteliğini koruyor. Adalet Nöbeti’nin örgütlenmesinin ve sürekliliğinin en ağır yükünü taşıyan avukat Kemal Aytaç ve eylemin aktivistlerinden avukat Gülendam Şan Karabulut sorularımızı yanıtladılar.
Kemal Aytaç, Adalet Nöbeti’nde 28. haftayı da geride bıraktık. Önce şunu soracağım. Kimin aklına geldi bu Adalet Nöbeti? Nasıl çıktı bu ilginç eylem?
Şöyle anlatayım: Cumhuriyet soruşturması başlayıp arkadaşlar tutuklanınca biz avukatlar bir araya geldik. Ardından bazı eylemler düzenledik. İşte o günlerdeki toplantılarımızdan birinde ben daha etkili bir eylem olacağı için Adalet Nöbeti yapmamız gerektiğini önerdim. “Çağlayan’daki Adalet Sarayı bizim işyerimiz. O binada Themis heykellerinin bulunduğu alanda toplanıp duralım” dedim. Kimileri güldü.
- Niye ?
E. OHAL var, sıradan bir basın açıklamasına bile izin verilmiyor. Hele ben bu nöbetin düzenli, her hafta yapılmasını ileri sürdüğümde epey arkadaşın pek aklı yatmadı. O gün bir karara varılamadı. Daha sonra Cumhuriyet’in tutuklularının eşleri ve 25-30 avukat arkadaşımızla bir toplantı daha yaptık. Ben orada önerimi tekrarladım, biraz daha açıkladım. Sonunda karar verdik, ilk nöbet için çağrı yaptık ve başladık.
- Ne zamandı bu?
6 Nisan 2017. Dedik ki her perşembe Adalet Sarayı’nda Themis heykellerinin olduğu alanda toplanacağız. Cüppelerimiz ve yakamızdaki kokartlarla. Slogan, marş, bağırtı çağırtı yok. Hepimizi şaşırtacak kadar güçlü bir katılım oldu. Ama daha da önemlisi 80 yaşını aşmış meslektaşlarımız da oradaydı, 21-22 yaşlarında gencecik meslektaşlarımız da... Emniyet’le uzun bir pazarlık görüşme yaşandı. Savcılık talimat vermiş. İzin vermek istemiyorlar.
- Yani eylem öncesinde bu görüşmeler?
Hayır, zaten eylem başlamıştı. Avukatlar toplandı. Biz eylemimizin meşru olduğunu anlattık, vurguladık ama başsavcılık kabul etmedi ve polisler bize saldırdı. Polisin süpürme diye tabir ettiği bir yöntem var. Onu uyguladılar. Süpürdüler, dağıttılar gerçekten. Ancak o kadar kolay olmadı. Özellikle belirtmeliyim, yaşlı ve deneyimli abilerimiz ciddi bir direniş gösterdiler. Yerlerde sürüklendiler, coplandılar, kalkanlarla yerlere yıkıldılar, ÇHD şube başkanı arkadaşımızın burnunu kırdılar, avukat Ersan Ünüvar’ın ayağı kırıldı. Ama direniş sürdü. Dağıtmaya rağmen avukatlar oradaki geniş merdivenlerde yeniden bir araya geldiler. Ertesi gün bir araya geldik. Eylemi yani Adalet Nöbeti’ni daha güçlü bir şekilde sürdürme kararı aldık. Çünkü o polis saldırısı sonrasında Adalet Nöbeti avukatlar arasında da, kamuoyunda da meşru ve korunması gereken bir eylem niteliği kazandı.
- Sonuçta sizler eyleme devam kararı aldınız? Elbette...
Bir sonraki perşembe nöbeti daha güçlü yapma kararı aldık. Eğer bir saldırı olursa diye bir de proje geliştirdik. “Dalyaprak” diye bir proje...
- Ne demek o?
Bu, polisin süpürmesine izin vermeyecek bir model. Meydanda herkesin dağınık durması. Birini almaya kalkarlarsa dahi orada toplanılmaması. Uzak durulması... O koskaca meydanda herkes ayrık durunca polisin bir süpürme yapması mümkün değildi. Ayrıca karşı çıkma, çatışma, slogan atma... Hiçbiri yapılmayacaktı.
- Peki, ilk haftaki polis saldırısına rağmen ikinci hafta, yani 13 Nisan’da katılım nasıl oldu?
Çok daha kalabalıktı. Her yerden destek geldi. Gelemeyecek olanlar bile işini gücünü bırakıp Adalet Sarayı’na koştu. Bu bir inanma meselesi, bir sahiplenme meselesi. Eğer bir eylemin meşruiyet çizgisini yakalayamazsanız başarılı olma şansınız yoktur. Biz bu meşruiyeti yakaladık işte.
- Üç avukattan, aynı zamanda Cumhuriyet’te de görevli üç tutuklu avukattan söz ediyoruz. Bülent Utku, Mustafa Kemal Güngör ve Akın Atalay. Bunlarla mı sınırlı bu eylem?
Hayır. Aslında ne avukat arkadaşlarımızla ne Cumhuriyet çalışanlarının tümüyle... Tüm haksızlıklara, tutuklu milletvekillerine, görevden alınan belediye başkanlarına, kayyım atanan belediyelere, atılan akademisyenlere... Ama bizler avukatız, Adalet Nöbeti’ni adliyede tutuyoruz. Dolayısıyla üç avukat arkadaşımız sembol... Bütün haksızlıkların, bütün hukuksuzlukların sembolü. Bakın, Adalet Nöbeti’nin tek sloganı şudur: Herkes için adalet!
- Peki, Her perşembe nöbet var dediniz. Sonra bir şey yapmaya gerek yok, herkes geliyor nöbete. Öyle mi?
Hiç olur mu? Adalet Nöbeti’ni kendine görev bilenler her hafta pazartesi günü düzenli olarak toplanır.
- Bu bir komite mi? Kaç kişilik bir komite bu?
Şu anda yaklaşık 50 kişiye yakın katılımcı var. Bir WhatsUp grubu üstünden haberleşiriz. Pazartesi toplantısına en çok 20 kişi gelir. İşi vardır, duruşması vardır... Ama toplantıya gelmese de görevleri olan arkadaşlar kendiliklerinden üstlendikleri görevi yerine getirirler. Kimi sosyal medya çalışmasını yürütür, kimi pankartları hazırlar, kimi onları adliye binasına getirir. Mesela ben, sayıları az da olsa bazı arkadaşlarımız tüm hafta boyunca bu hazırlıklarla uğraşıyorlar, başka işe zaman ayıramayacak kadar yoğun çalışıyoruz.
- Kimler bunlar?
Avukat arkadaşlar var öncelikle. Mesela Gülendam Şan Karabulut, Emek Güven, Gülsün Sop... Hepsini saymamayım. Unuttuklarım olur ve ayıp olur. Ama pek çok arkadaşımızın bu çorbada tuzu olduğu bilinmeli. Mesela başlangıçta eylemimizi meşru bulmayan İstanbul Baro Başkanı üçüncü nöbette sözcü yani konuşmacı olarak yer aldı. Çok önemli bir konuşmaydı. O konuşmayı dinlemenizi öneririm. Ben kendi adıma o kadar güçlü cümleler sarf edemeyebilirim yani... Ayrıca başka baro başkanları var. Onların nöbette sözcü, konuşmacı olmaları çok önemliydi. Mesela Diyarbakır, Ankara, Antalya, Hatay, Adana, Bursa, Kocaeli baro başkanları bu davaya, bu nöbet eylemine çok ciddi ve çok içten bir ilgi gösterdiler.
- Kemal Aytaç, objektif olun ve cevaplayın: Sizce bir işe yarıyor mu bu nöbet? Yani bir etkisi oluyor mu?
Elbette. Bakın biz bir ağaç diktik. Her ağaç meyve vermeyebilir. Ama bizim Adalet Nöbeti ağacımız meyve veriyor.
- Ne gibi bir meyve bu?
Bakın bugüne kadar Cumhuriyet gazetesi çalışanlarından sekiz kişi tahliye oldu. Bunda bizim payımız oldu. Bu başarıyı sahipleniyoruz. Meyve dediğim bu işte. Ancak daha almamız gereken başka meyveler var bu ağaçta. Bunlardan biri Akın Atalay... Elbette Murat Sabuncu, Emre İper, bizim için çok değerli ve çok ayrı bir yeri olan Ahmet Şık... Bu meyveleri de derlememiz, o arkadaşlarımızın da tahliyesini sağlamamız lazım.
- Sonra?
Adalet Nöbeti, Cumhuriyet tutuklamaları ile Cumhuriyet davası ile yola çıkmış bir kervandır. Adalet Nöbeti aslında bir çoban ateşidir...
- Ooo çok şairane oldu...
Hayır. Bakın Adalet Nöbeti’ndeyiz. O gün diyelim 200 avukat, hukukçu katıldı nöbete. Bir saat sürdü ve bitti. “Tamam arkadaşlar, bitti eylemimiz. Artık dağılalım” diyoruz. 10 dakika daha geçiyor, bakıyorsunuz hâlâ o alanda 200 kişi var. Yarım saat geçiyor, hâlâ o meydanda 100 -120 kişi var. 120, 130 kişi var. Konuşuyor, ayaküstü sohbet ediyorlar. Adalet Nöbeti bizleri birbirimize yaklaştırdı, kopmaz bağlar kuruldu. Bu çok ama çok önemli. Bu avukatların işleri var, güçleri var duruşmaları var, çalışacakları dosyalar var... Ama bir de mesleğimizin temeli olan adalet duygusu ve vicdanları var. İşte Adalet Nöbeti’ni de, o arkadaşların içten katılımlarını belirleyen de bu.
- Sonra yine geldiler mi nöbete?
Tabii. Hem de firesiz.
- 28. haftayı da geride bıraktınız. Dile kolay yarım yıldan fazla. Bu 28 hafta içinde Kemal Aytaç’ın gözlerinin dolduğu, yüreğinin kabardığı olaylar oldu mu?
Tabii. Çok örnek var. Birini aktarayım: Müşir Kaya Canpolat ağabeyimizin katıldığı bir nöbetti. O gün Müşir Ağabeyimizin doğum günüydü. Düşün koskoca, mesleğimizin duayenlerinden, çınarlarından Müşir Kaya Canpolat. O gün adliye binasındaki baro bölümünde Baro Başkanımızın da katıldığı bir doğum günü pastası kestik; uzun uzun sohbet ettik. İşte o gün Müşir Ağabeyimiz bir cümle kurdu. Bence çok önemli, çok değerli bir cümle.
- Ne dedi ki?
“Eylemli avukatlık artık savunmadandır” dedi... Haklıydı söylediği ve bizlere ışık tutuyordu. Yani artık duruşmalarda avukatlık yapmanın yetmediğini, dolayısıyla avukatların da eylem yapmasının savunmadan sayılması gerektiğini vurguluyor. Adalet Nöbeti’ni tanımlıyor Müşir Kaya Canpolat... 90 yaşında bir avukat bu nöbeti böyle tanımlıyorsa, böyle niteliyorsa, nöbete katılıyor, konuşuyor, öneri üretiyorsa artık kimse bu eylemin değerini ve meşruiyetini tartışamaz bence...
- Peki, Kemal Aytaç, diyelim ki içerideki dört Cumhuriyet çalışanı da tahliye oldu. O zaman Adalet Nöbeti de işlevini tamamlamış olacak ve bitecek mi?
Hayır, hayır, hayır. Bu soruya “evet –hayır” gibi bir cevap verilemez. O an geldiğinde Adalet Nöbeti’ni oluşturan, yürüten, katılan unsurlar bir araya gelip bir karar vereceklerdir. Bunu şimdi yapmıyoruz. Şu anda içeride arkadaşlarımız var daha. Hele onlar çıksın, o zaman oturup konuşacağız. Adalet Nöbeti bu biçimiyle mi sürmeli, başka bir biçime mi evrilir bilemem...
- Bu ülkede adalet arayışının yakın erimde biteceğini sanırım ikimiz de düşünmüyoruz. Ne yani siz ömür boyu nöbet mi tutacaksınız...
Hayır canım, olur mu öyle şey... Ama OHAL’de yaşıyoruz. Benim fikrim, OHAL kalkar, böyle keyfi tutuklamalar son bulur, biz de nöbeti sonlandırırız. Ama bu hep birlikte vereceğimiz bir karar...
Bakın bu eylem başlamadan kendi aramızda sorduğumuz bir soru vardı: “Bu sürdürülebilir bir eylem olacak mı?” Bu önemli bir soruydu. Salt bizim için değil, içerideki arkadaşlarımız için de önemliydi. İşte Alp Selek gibi, Müşir Kaya Canpolat gibi meslek büyüklerimizin orada olması bu eylemin sürdürülebilirlik ve meşruiyet kazanmasında çok önemli etken oldu. Orada daha önce yaşamadığımız bağlar kuruldu meslektaşlar arasında. Sanki o eyleme gelmemek ayıp, bir eksiklik gibi oldu. En azından ben öyle algılıyorum...
Biliyorsunuz baro seçimlerinde birbirlerinden siyasal temelde farklılaşmış gruplar olur. Adalet Nöbeti bu konuda birleştirici, buluşturucu bir özellik taşıyor. İktidar ve destekçilerinin bir araya geldiği gruplar hariç bütün gruplardan Adalet Nöbeti’ne katılım oldu, oluyor. Önemli bu, çok önemli...
Avukatların farklı kesimlerinin çok uzun süredir böyle bir eylem için bir araya gelmeleri çok önemliydi. Mesela Alp Abi, Alp Selek. Onun her hafta orada, nöbette hazır olması, dimdik durması... Düşünsenize mesleğimizin bir çınarı orada ve hep orada. Eğer Alp Abimiz buradaysa bizim on kat orada olmamız lâzım. O hepimizi etkileyen bir güç ve güven kaynağı oldu bizim için. Bakın mesela polisin saldırdığı ilk nöbet gününde 80 yaşını çoktan geride bırakmış Alp Selek, saldıran iki güvenlik görevlisini yakalarından tutup yarım daire çevirmiş, “Ne yapıyorsunuz siz” diye sormuş. Gelin de etkilenmeyin bakalım...
İlk yedi kişi tahliye olduktan sonraki nöbet çok farklıydı. Çok duygulu, çok sevinçliydik. Tabii yarım bir sevinç ve yarım bir mutluluktu. Daha beş arkadayımız içeride kalmıştı. Yarım da olsa ama sevinçliydik, mutluyduk...
*Bu söyleşi ilk kez Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.