Spor

Atipik bir orta saha mücadelesi

Hava soğuksa, maç yoksa, aklımı çelen arkadaşlar da olmazsa pazar günleri evden çıkmamaya özen gösteririm. Cem Dizdar yazdı

03 Şubat 2009 02:00

Hava soğuksa, maç yoksa, aklımı çelen arkadaşlar da olmazsa pazar günleri evden çıkmamaya özen gösteririm. Ama bu pazar maç vardı ve niyetim stada gitmeden önce Beşiktaş Balık Pazarı'nda Hasbi'ye ya da Beyoğlu'na uğrayıp bir iki tek atmaktı..

Hesap ettim, "Beş gibi evden çıksam" dedim ama olmadı, Newcastle/Sunderland maçına çivilendim kaldım. Top bir o kalede bir bu kalede. Biliyordum, buz gibi havada İnönü'ye gideceğim ve şu televizyondaki maçın 1/10'unu (onda bir) izleyemeyeceğim. 1-1 bitti maç. Ardından Liverpool-Chelsea oynayacak ama "Ona da takılırsam evden hiç çıkamam" diyerek ufaktan hazırlandım, bir gözüm Fener- Antep maçında...

Arabayı AKM'ye bırakıp, iki tek hakkımı maç bitimine ayırıp, Oflular Kıraathanesi'nde "yanık çeviren" dostların masasına yancı
oldum. Çabuk sıkılırım kahvede, sıkıldım... Fikret'in şahane çayından iki tane içip vurdum kendimi yola.

Stadın karşısındaki parkın taşlıklı merdivenlerini inerken stat hoparlörlerinden "Beşiktaş Marşı" patladı. Meğer yanımda yürüyen iki genç bir start bekliyorlarmış. Stattaki sesi duyar duymaz Pavlov'un o ünlü, komutu aldığında fırlayan ya da ağzı sulanan köpekleri gibi bir koşu kopardılar aşağı doğru. Görmeliydiniz... Dersiniz başlama vuruşu yapılıyor ve onlar da her şeyi kaçırıyor. Ben ise sağlı sollu köfte arabalarından yayılan ağır et kokulu merdivenlerden kendi hızımda indim Boğaz kenarındaki dünyanın en güzel stadına.

Eski Açık'ın önündeki Gaziler Büfe'ye vardığımda karnımın acıkmış olduğuna karar verdim. Başparmaktan biraz daha uzun köfteleri yarım ekmeğin içine doldurtup ayranla mideye indirirken şaşkınlıkla çevremi izledim. Belli ki gençlerin bu gece başlarına gelebilecek sürpriz bir ilişkiye dair en ufak umutları, beklentileri yoktu. Hemen hemen hepsi sumak ve maydanozla zenginleştirilmiş avuç dolusu soğanı boca ettirdiler yarım ekmeklerin içine. Demek ki, hiçbiri aklından geçirmiyordu bu gece bir kadını dudaklarından öpebilme ihtimalini...

ATİPİK BİR ORTA SAHA MÜCADELESİ!

Başlamaya az zaman kala içeri girip, eşle dostla selamlaşıp "demir"deki yerimi aldım. Önce Mustafa Denizli'yi çağırdı taraftar tribüne. Ardından Şifo Mehmet çıkınca tünelden önce Yeni Açık başladı, ardından bütün stat. Samsun'dan bizim yakın mahallenin, Yenidoğan'ın çocuğu elini göğsüne götürerek bir ahi selamı çaktı hepimize. Ortalık yıkıldı tekrar. Döndü, kapalıya bir ahi selamı daha verdi üstüne bir alkış çekti, geçti yedek kulübesindeki yerine oturdu.

Şimdi lafı niye bu kadar uzattığımı anlatayım, sonra maça geçerim.

Gencim, radyodan İnönü'deki bir Beşiktaş maçını dinliyorum. Orhan Ayhan abimiz anlatıyor. Abi, birden koptu... Boğaz'dan, gemilerden, teknelerden, martılardan, bahar havasından, Üsküdar'dan söz etmeye başladı. Ben önce maç durdu da vakitten çalıyor Orhan abi, diye düşündüm. Epey bir anlattı bulunduğu yerden gördüklerini, anlatmadığı tek şey maçtı. 5-6 dakika sonra döndü, "Evet sayın dinleyiciler, tahmin edebileceğiniz gibi maçta anlatacak hiçbir şey olmuyor. Tipik bir orta saha mücadelesi" dedi.

Antalya maçı da öyleydi; 'tipik' daha doğrusu 'atipik bir orta saha mücadelesiydi'. Bobo girene kadar maçta, Tello'nun golü ile dört Beşiktaşlı müdafaa oyuncusunun ayaklarındaki topu büyük bir beceriyle Antalyalı Djiehoua'ya verip onun vuruşunun direkten dönmesi dışında hiçbir şey olmadı. Ha, bir de top sürekli hareket halindeydi ve görebildiğim kadarıyla bütün futbolcular koşuyordu. Ama niye koşuyorlardı onu anlayamadım.

TELLO'DAN BOBO'YA NAZİRE GOLÜ

Mustafa Denizli, "Kaybetsek bile zevk verecek bir takım" olacağız demişti başlarda. Zevk ile Beşiktaş... Çok zamandır yan yana getirilmemesi gereken iki kavram!

Gol atmaya en yakın oyuncusu olan Nobre çoğunlukla rakip kaleye 40/50 metre uzakta hücum organize etmeye çalışıyorsa, iki kanadında oynayan oyuncuları orta sahayı geçmemeye yemin etmişlercesine çakılı oynuyorsa, ön libero diye adlandırılan Cisse ve Sivok işin sadece müdafaa yanıyla ilgileniyorsa, en çok eleştiri alan oyuncusu olan Delgado için tribündeki insanlar Amerika’yı keşfedercesine "Ulan bu adam bu takımın en iyi oyuncuymuş meğer" diyorsa, zevk ile Beşiktaş'ın yan yana gelmesi en azından bu noktada mümkünmüş gibi görünmüyor.

Biraz geri sarıp yine maça döneyim, maçın kırıldığı Denizli'nin kırılacağı ana... Dakika 30 gelmişti.. Biz buz gibi havada kuyruğu dik tutmak için 'glu glu dansı'na başlamak üzereyken, nereden geldiğini anlayamadığım ama Yeni Açık diye tahmin ettiğim bir uğultu yükseldi hafiften. Ve uğultu 10 saniye sonra gümbürtüye dönüştü; "Bobooooo/Boboooooo."

Taraftar bu çocuğu seviyor. Her şeyin kötü olduğu son Antalya maçında da takımın en iyisiydi desek abartmış olmayız. Çevremdeki herkes "Holosko ve Bobo neden yok?" sorusuna yanıt arıyordu.
 
Kimine göre sakattılar, kimine göre Denizli ile anlaşamıyorlardı... "Bobo" tezahüratı 1 dakika daha sürse neler olabileceğini tahmin bile etmek istemiyorum. En azından Denizli açısından. O anda tam önümüzde kanada doğru bindirme yaparken aniden dönüp içeri doğru kat eden Tello, öyle bir çaktı ki dejavu oldu benim için. Aynı golü bir kere aynı yerden yine onun ayağından, bir de tam ters tarafta Delgado'dan izlemiştim. Maçı demire tünemiş olarak birlikte izlediğim arkadaşım Zeki Demirkubuz, gol sevinci kucaklaşmamız bitince olaya açıklık getirdi; "Tello, Bobo tezahüratını duyunca 'Biz neciyiz ulan burada' dedi, gördün mü?" Görmüştüm...

İÇİMİZE YUVALANMIŞ KÜÇÜK FAŞİSTLER

Tribün, içinde mini mini faşistler barındıran insanların geldiği yerdir. Hepimizin içinde vardır o faşistten ya, iyi olanlarımız kulağını büker, susturur o faşisti, kötü olanlarımız koyverir, önünü açar.

Yanımızda gençten 6 / 7 vatandaş var, sürekli Antalya kalecisi Ömer'e bağırıp duruyorlar. Ben Ömer Çatkıç'ın bir iki kere dışında fevri bir davranışını görmedim. Ama, bazı futbolcular ağızlarıyla kuş tutsalar tribündekiler tarafından sevilmezler. Ömer sanırım, özellikle Antep'te oynadığı yıllardaki kurtarışları sebebiyle, İstanbul'un büyük takımlarının taraftarları tarafından hayırhah bir tutumla anılmaz. Bir de vesikalık olarak ilginç olması, fark edilir biri olması onu taraftar için bir takılacak malzeme haline getiriyor herhalde. O gol dışında özellikle son 20 dakika bir iki tane net pozisyon çıkaran Ömer'e yanımızda yapılan alaycı bağırışlara artık dayanamayıp, "Yeter çocuklar" dediysek de, gençler, maç bitip Ömer soyunma odasına giderken bile fırsatı kaçırmayıp laf atmayı sürdürdüler.

RÜŞTÜ ONDAN BEKLEDİĞİMİ YAPTI!

Bobo 70'lerin başında oyuna girince bir canlılık geldi sahadaki futbola. Antalya "Bir puan alır mıyım acaba?" diye saldırınca oyun biraz kenarlara doğru genişledi. Yusuf gibi az koşan 'incecilik' düşkünü birinin istediği de bu tip oyunlardır. Maçın son bölümünde daha çok Yusuf'un başlattığı Holosko/Bobo ile Tello/Ekrem Dağ ikililerinin irili ufaklı saldırılarını gördük. Ömer'in ayakla çıkardığı ya da Tello'nun topu üstten denize atmaya çalıştığı pozisyonlardan gol çıkabilirdi. Antalya'da iki enteresan pozisyon buldu. Birinde, Djiehoua ne vurdu ne pas verdi, Serdar Kurtuluş da gelip yatarak önledi gol olabilecek bir akını... Diğerinde Rüştü kendi kendine Antalya'ya pozisyon yarattı. Bir geri pasını ceza sahası dışında karşıladı Rüştü. Rakibi 20 metre uzaktan koşarak geldi ve 5 metre kadar önünde sıçradı. Rüştü, benim ondan çok beklediğim şeyi yaptı ve topu havadaki rakibine çarptırmayı başardı. O ara top Rüştü'nün eline de çarptı ama sadece çarptı. Mazallah orada bir aksilik de çıkabilirdi ve sonrasında her şey böyle olmayabilirdi...

ONLAR KÜFÜR SAYILMAZ!

Maç öncesi yapılan "Ceza sınırındayız, küfür etmeyelim arkadaşlar" anonsları işe yaramış gibi görünse de, sanırım "Bu kadarı da zararsız sayılır" denilebilecek bir kaç küfür edilmedi de değil. Hele bir tanesi çok aleniydi. Beşiktaş soldan hücum ederken 'yarı hasta' ruhlu bir vatandaş neden olduğunu anlayamadığımız bir sebepten dolayı elindeki su bardağını sahaya fırlattı. Çime vuran bardak bomba gibi patlarken kapalının göbeği hücumun bir biçimde bitmesini bekledi ve atak bitince vatandaşın cezasını kesti; "O suyu atanın anasını..."

Maç bitti, finikülere doğru yola çıktık. Çevremdeki herkes birbirine soruyordu "Biz bugün ne oynadık?" diye. Denizli'nin maç sonrası yapacağı iyimser açıklamaları duyup da sinirlerimi iyice bozmamak için eve geç gitmeye karar verdim.

Donmuş bedenimin buzları çözülsün diye Beyoğlu Ocakbaşı'nda ocağın karşısına geçtim, kadehi doldurdum, Remzi abi'ye "Bugün iyi ki Newcastle maçını izlemişim" dedikten sonra buz koymadığım kadehten iri bir yudum aldım...