Gündem

Atılımlarınız Atatürk ilkeleri sayesindedir

Jeffrey, Türkiye'deki görev yaptığı 2 yıllık dönemi Hürriyet gazetesinden Sedat Ergin'e anlattı.

14 Temmuz 2010 03:00

T24 - Ağustos'ta görevinden ayrılacak olan ABD’nin Ankara’daki Büyükelçisi James Jeffrey, ülkesinin en Bağdat Büyükelçiliği’ne atandı.

Jeffrey, Türkiye'deki görev yaptığı 2 yıllık dönemi Hürriyet gazetesinden Sedat Ergin'e anlattı. İsrail'in gemi baskınını engellemekte başarılı olamadıklarını belirten Jeffrey'in Türkiye değerlendirmeleri şöyle:

Yükselen ülkelerde ikinci gruptasınız

Türkiye’de ilk kez 1980’li yılların ortalarında (1983-88), ikincisinde 1999-2002 yılları arasında ve sonuncusunda iki yıldır büyükelçi pozisyonunda olmak üzere 3 kez görev yaptınız. Bu kez veda ederken, Türkiye’ye bakışınızda bundan önceki ayrılışlarınıza kıyasla farklı olan nedir?

1987’de Türkiye’deki ilk görevimden ayrılırken, hatta 2002’de bile Türkiye bazı açılardan soru işaretlerine konu olan bir ülkeydi. Oysa bugün, ekonomik, finans ve ticarette geldiği düzeyle, siyasi açıdan göreceli olarak istikrarlı durumuyla, altyapısı ve kurumlarıyla, askeri güvenliğiyle ve özellikle diplomatik açıdan dünyadaki ağırlığı itibarıyla, işte bütün bu düzlemlerde büyük ilerlemeler sağlayarak dünyanın yükselen ülkeleri kümelemesinde belki Çin ve Rusya gibi ilk grupta olmasa da Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika ile birlikte ikinci grupta yer alma başarısını gösterdi. Bu başarı için öncelikle Türk halkının çabası takdir edilmelidir. Bu atılımlar, ikinci olarak 1920’lerde Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in ilkeleri sayesindedir. Başkan Obama’nın geçenlerde bir mülakatında belirttiği gibi, Türkiye Batılı değerlerlerle, uluslararası evrensel değerlerle bütünleşmede önemli bir başarı elde etmiştir. Türkiye üzerinde 30 yıl süreyle çalıştım. Gelinen bu nokta benim açımdan çok tatmin edici bir durum.


De Gaulle döneminin Fransa’sını hatırlatıyor

Önceki görevlerinizden ayrılırken Türkiye’nin yönüyle ilgili bir tartışma yoktu. Ama bugün Türkiye’nin eksen değişikliği üzerinde odaklanan bir tartışmanın sürdüğünü görüyoruz. Siz bu tartışmaya nasıl bakıyorsunuz. Bu konuda kaygılarınız var mı?

Önce, söylediklerinize karşı görüş belirtmek isterim. 1980’lerde de Türkiye ile ilgili büyük tartışmalar vardı. Özellikle 1980’li yıllarda askeri darbe ve 1982 Anayasası sonrasında demokratik sistemin güçlenip güçlenemeyeceği tartışılıyordu. 1990’lu yıllarda finans sektörü, bankacılık sistemi, dış borç, iç borç, hükümet bütçesi açısından Türkiye’nin kendisini disipline edip edemeyeceğiyle ilgili tartışmalar vardı. Türkiye’nin ekonomik açıdan bugün Yunanistan’da gördüğümüz gibi bir noktaya kayabileceği yolunda korkular vardı. Ama oraya doğru gitmedi Türkiye. O yıllarda da bütün bu sorular vardı. Bugüne geldiğimizde, Başkan Obama’nın sözleriyle ifade edersek, küresel değerlerle bütünleşmede Müslüman çoğunluğu olan diğer ülkelerle kıyasladığınızda hepsinin çok ilerisinde bir başarı sergileyen bir ülke Türkiye. Bu trend devam edecektir. Yönelimiyle ilgili sorulara gelince, 60’lardaki De Gaulle’ün Fransa’sı hatırlanabilir. O yıllarda da Fransa’nın Batı dünyasının dışına çıktığı değil, aldığı tutumların uluslararası camianın bazı temel çıkarlarına ne ölçüde meydan okuduğu sorusu tartışılıyordu.


Fransa’nın yeri sorgulanmıyordu

Türkiye’nin Başbakan Erdoğan’ın liderliği altında De Gaulle’cü bir çizgiye kaydığını mı söylemek istiyorsunuz...

Hayır... Böyle bir manşetten kaçınmak isterim. Bu benzetmeyi yapmamın nedeni, o yıllarda hiç kimsenin Fransa’nın Batı’nın bir parçası olduğu gerçeğini sorgulamadığı hususunun altını çizmek içindir. Ancak Türkiye’de pek çok insan bu konuda kuşku duyabilir. Bu onların hakkıdır da... Türkiye demokratik bir ülke, medyada muhalif sesler dile getiriliyor. Geçen hafta da görüldüğü gibi bağımsız kararlar alabildiğini gösteren bağımsız bir yargısı var. Çeşitliliğe sahip, açık bir toplum... Çok iyi eğitim görmüş insanlar var, belki herkes değil ama pek çok insan bu kategoriye giriyor. Bu nedenle büyük fotoğraf üzerinde çok kaygı duymuyoruz.

Ama Amerikan ve Avrupa basınında da Türkiye’nin yön değişikliğiyle ilgili artan ölçüde endişelerin ifade edildiği de bir vaka...

Evet ama bunlar da spesifik olarak iki konu üzerinde odaklanıyor. Birincisi, BM Güvenlik Konseyi’nde kullanılan oy, ikincisi İsrail’e gösterilen tepki. Aralarındaki bağları zayıflatmaları, bu ilişkiden vazgeçmeleri hem Türkiye hem İsrail açısından bir hata olur. Bizim görüşümüze göre, Ortadoğu’da Körfez’den Suriye’ye kadar nerede olursanız olun, Türkiye ile İsrail arasında sağlam bir ilişki görmek istersiniz. Çünkü bu iki ülke arasındaki ilişki bölgede bir istikrar olgusudur. Bu nedenle çok çok önemlidir. Bu ilişkinin olması gereken yerde olmaması bizi üzen bir durumdur. Bununla birlikte, Türkiye’nin hayal kırıklığının iki nedeni var. Birincisi Gazze’ye dönük ambargo. Bu, bizim açımızdan da kaygı konusu. İkincisi, 8 Türk vatandaşının hayatını kaybettiği Mavi Marmara olayı, bu da hem hükümet hem de Türk halkı açısından kaygı yaratan bir konu.


PKK’ya karşı hava sahasını boşaltıyoruz

Başbakan Erdoğan, Toronto dönüşü Türkiye ile ABD arasındaki işbirliğinin istihbarat paylaşımının ötesine geçeceğini söyledi. Bu sözlerinden daha ileri bir askeri işbirliğine geçileceği anlaşıldı. Bunu açabilir misiniz?

Biz PKK’yı El Kaide gibi ortak bir düşman olarak görüyoruz. İkincisi, 2007’den beri Türkiye’nin PKK’ya karşı askeri harekâtlarını kolaylaştırma çabası içindeyiz. Bu yalnızca istihbarat paylaşımı değil predatörler gibi doğrudan istihbarat toplanmasını da içeriyor. Ek olarak, hava sahasının kullanımında işbirliği yapıyoruz, Irak’ta hava sahasını boşaltıyoruz. (Türk uçaklarının operasyonları için. S.E.) Bu çok karmaşık bir süreç. Son haftalarda bunu daha süratli bir şekilde yapabilmek için yoğun bir mesai içinde olduk. Aynı zamanda operasyonların daha sık yapılmasını mümkün kılacak bir çalışma içindeyiz. Bütün bunları Türk hükümetinin başvurusu üzerine yapıyoruz. Aynı zamanda Türkiye’nin Kuzey Irak’ta değişik platformlar (harekât sistemleri/araçları) kullanması konusuna bakıyoruz. Platform meselesinin ayrıntılarına giremem. Çünkü bu düşmanın kullanabileceği taktik bir bilgidir.

Basında Kuzey Irak’ta helikopter gibi değişik hava araçlarının girişine hava koridoru açtığınız, bu konuda esnek davrandığınız yazıldı.

Ayrıntıya giremem, ancak platformları ve esnekliğimizi genişlettik. Ayrıca, işbirliğini ileri götürecek yeni yollara bakıyoruz, Iraklılarla üçlü süreç gibi... Avrupa ülkeleri nezdinde ROJ TV gibi konulardaki girişimlerimizi artırdık. Türkiye’ye başka hangi şekillerde yardımcı olabileceğimize, örneğin yeni silah platformları konusuna da bakıyoruz. Buna karşılık her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu gerçeğiyle de karşılaşıyoruz. Örneğin, 87 senatörün Başkan Obama’ya mektup yazıp IHH’den şikâyetçi olduğunu, ayrıca yönetimin aldığı tutumu da eleştirdiğini okumuşsunuzdur. Türkiye’ye mümkün olduğu kadar yardım etmeye çalışıyoruz ama Kongre ile de çalışmak durumundayız.


Laiklikten çok kaygılı değiliz

Geçmişte ABD yönetimi adına Türkiye üzerine yapılan açıklamalarda laiklik ilkesi kuvvetli bir şekilde vurgulanırdı. Buna karşılık, son 10 yıl içinde Türkiye’nin dini kimliğinin laiklik ilkesinin önüne geçecek bir şekilde vurgulanmaya başlandığı gözleniyor. Bu durum Türk toplumunun laiklik konusunda duyarlı kesimlerinde ABD’nin bu ilkeden vazgeçtiği, bu ilkeye eski taahhüdünün kalmadığı şeklinde eleştirilere yol açıyor...

Hayır. ABD’nin kendisi laik ilkeler üzerinde kurulu bir ülkedir. Her ülkenin laiklik konusunda farklı düşünceleri olabiliyor. Örneğin, Fransızların laiklik konusunda daha kuvvetli bir bakışları var. Bazıları da daha az kuvvetli bir tutum alabiliyor. Örneğin esasen laik bir sistem uygulayan Tunus gibi... Bizim kanaatimize göre, dini özgürlük yaşamsal bir evrensel haktır, Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Deklarasyonu’nda yer verilmiştir. Türkiye’de de olduğu gibi pek çok ülkede anayasalarda güvence altına alınmıştır... Laik bir sistemin korunması din özgürlüğü açısından da önemlidir. Müslüman çoğunluğa sahip laik bir devlet olan Türkiye hakkındaki bakışımız, değerlendirmemiz değişmedi. Bugün Türkiye’de geldiği kökler ve yönelişinin bir bölümü itibarıyla, gördüğümüz başka hükümetlere kıyasla dinin toplumdaki rolüne bir miktar daha açık olan bir hükümet işbaşında. Ama bu da laikliğin çerçevesi içinde cereyan ediyor. Türkiye, farklılıkları olan, hukukun üstünlüğüne dayanan, kontrol ve dengeleme mekanizmalarının çalıştığı, laikliğin nerede durduğunun belirlenmesinde kilit rol oynayan başka kurumların da bulunduğu bir ülke. Bu nedenle bu konuda çok kaygılı değiliz. Başkan Obama’nın konuşmasında olduğu gibi, Türkiye’den söz ederken laiklik ve Müslüman ülke kimliğini yan yana koymamızın bir nedeni, 11 Eylül’den sonra ABD’de çok yaygın bir şekilde karşılaştığımız üzere, çoğunluk itibarıyla Müslüman nüfusa sahip olan ülkelerin laik bir yapısı olamayacağı, onların genel kuralın istisnası olduğu yolundaki görüşleri çürütmek içindir. Böylelikle, hukukun üstünlüğüne dayalı, kontrol ve dengeleme mekanizmalarının işlediği demokratik yapıların yalnızca Batı Avrupa, Amerika, Güney Amerika ve Asya’da değil, aynı zamanda Ortadoğu’da da olabildiğini göstermiş oluyoruz. Bu bizim farklı bir laiklik düşündüğümüz ya da laikliğe bakışımızın değiştiği gibi yorumlanmamalıdır.


O oylamadan mutsuz kadar mutsuz


Türkiye’nin BM’de İran’a yaptırım kararına aleyhte oy kullanmasından sonra ABD Yönetimi’nin Türkiye’ye misilleme yapacağı yolunda pek çok spekülasyon yapıldı. Bu spekülasyonlara nasıl bakılmalı?

Şöyle bakılması gerekir: Bunlar ABD’nin ruhunu ve Başkan Obama’nın bakışını anlamayan spekülasyonlardır. Ama Başkan Obama, bu oydan dolayı mutsuz.

Ne kadar mutsuz?

Mutsuz kadar mutsuz. Bir Amerikan başkanı mutsuz olduğu zaman mutsuzdur. Bunu Toronto’da Başbakan Erdoğan’a bir kez daha iletti. Ama Başkan Obama’nın geçenlerde İtalyan gazetesine verdiği demecine bakarsanız, Türkiye ile ilişkilere ve Türkiye’nin rolüne verdiği önemi de görürsünüz.


Çatışmayı önlemede başarılı olamadık

Mavi Marmara yola çıkarken, İsrail de bu gemiyi karasularına sokmayacağını açıklamıştı. Krizin geldiği ortadaydı. Obama yönetimi, bu trajediyi önleyebilmek için bir şey yapamaz mıydı?

Olayın öncesindeki günler ve haftalar içinde ABD, Türkiye ve İsrail arasında çok önemli temaslar gerçekleştirildi. Bu trajediye tam olarak neyin yol açtığı bizim için açıklık kazanmış değil. Bunun Türklerle İsrailliler açısından da çok net olduğunu zannetmiyorum.

Siz ABD tarafı olarak Türk muhataplarınıza gemilerin İsrail sularına girmemesi konusunda bir telkinde bulunmadınız mı?

Muhtemel bir çatışmayı önleyebilmek düşüncesiyle bütün taraflarla çok etraflı görüşmelerde bulunduk. Ama başarılı olamadık.

Türk-İsrail ilişkileri çok sorunlu görünüyor. Başkan Obama, Başbakan Erdoğan’a bu konuda hangi mesajı verdi?

Bu konu Toronto’da gündeme geldi. Başkan Obama, İsrail Başbakanı Netanyahu ile de görüştü bu konuyu. Her şeyden önce Mavi Marmara’da ölen Türk vatandaşları için Türk halkının üzüntülerini paylaşıyoruz, hükümetin ve halkın görüşlerini anlıyoruz. İkincisi, tam şeffaf, tarafsız, hızlı bir soruşturmanın yapılmasını istiyoruz. Şu anki tek soruşturma İsrail tarafından yürütülüyor. Bu soruşturma söz konusu kriterleri karşılayabilir. Ama bizim duruşumuz belli: Belirttiğimiz kriterlerdeki bir soruşturmanın sonuçları belli olana kadar tutumumuzu saklı tutuyoruz. Türkiye’nin yapacağı bir soruşturmanın sonuçları da önemli olacaktır.