Kültür-Sanat

Aslı Erdoğan'dan Dünya Öykü Günü bildirisi: Avuç avuç fırlatıyoruz sözcüklerimizi; o kocaman, suskun, taştan dünyaya...

"Boş beyaz kâğıtların başına oturuyor, sabırla dinliyoruz..."

Fotoğraf: Emre Yunusoğlu

15 Şubat 2017 20:48

Öykü Gazetesi’nin organizasyonuyla 14 Şubat Dünya Öykü Günü kutlaması İstanbul Beyoğlu’daki Cezayir Toplantı Salonu’nda gerçekleştirildi. Emir Çubukçu’nun sunuculuğunu yaptığı etkinlikte Aslı Erdoğan’ın 2017 Dünya Öykü Günü bildirisini okumasının ardından tiyatro sanatçıları Deniz Türkali, Aslı Erdoğan’ın ‘Başlangıç’, Ece Dizdar ve Emir Çubukçu, Leyla Erbil’in ‘Clinton Watson’, Berkay Ateş, Mehmet Güreli’nin ‘Hırça Mapası’, Tuğrul Tülek de Bilge Karasu’nun ‘Doğum’ ve ‘İlk Susan’ adlı öyküleri seslendirdi.

Evrensel'in haberine göre, çok sayıda kişinin katıldığı etkinlikte katılımcıların bir kısmı yerde oturarak öyküleri dinledi. Etkinlik, tango dansçıları Yeşim Nater ve Hayrettin Sarı çiftinin Astor Piazzola’dan ‘Libertango’ yorumuyla sona erdi.

"İnsanın yazgısı üzerine..."

Aslı Erdoğan bildiriyi yazarken çok fazla değişiklik yaptığını ve politik olmayan ‘İnsanın Yazgısı Üzerine’ adlı bildiriyi kaleme aldığını belirterek söze başladı.

Öykü Günü Bildiri metninin bir kısmı şöyle:

“Bütün bunların sözle başladığını, tek bir sözcükle hiçlikten çıkıp geldiğini söyler kadim metinler. Kutsal, kayıp, sınırsız, sonsuz bir sözcük... O ilk imkânsız sözcüğü çok uzun zamandır arıyoruz. Kâğıtların başında oturuyor, günler, geceler boyu düşünüyor, işitiyor, anlatıyor, bekliyoruz. Birbirini yineleyen, yankılayan, yansıyan sözcükler getiriyoruz bir araya. Sözcükten sözcüğe akan boşlukta ek yordamıyla yolumuzu arıyoruz. Binlerce geçmiş, binlerce hikâye, sayıya vuramayacak kadar çok ölüm arasında. Sanki ucu bucağı gözükmeyen bir ırmağın kıyısında yani varlığını bildiğimiz tek yerde durmuş, kendi yazgımıza odaklanmış, onun ardı sıra bıraktığı kabukları topluyor, kulak kabartıyoruz. Sert kayalıklardan imgeler koparıp alıyor, defalarca çiğnenmiş çamurda kendi biricik hakikatimizi arıyoruz.  Her şeyi yutup kendi dokusundan tadan büyük sözcük, büyük sessizlikten bir sözcük dileniyor, karşılığında kendi kanımızı veriyoruz. Bir sözcük bir sözcük daha. Bir başlangıç, bir hikaye daha. Sessizliğe çarpıp duran hep tamamlanmamış. Sesini arayan acı, imgesini arayan ses, bomboş uğultulu kabuklar... avuç avuç fırlatıyoruz sözcüklerimizi dünyaya. Anlattıkça yitirdiğimiz, o kocaman suskun, taştan dünyaya. Boş beyaz kâğıtların başına oturuyor, sabırla dinliyoruz, günler, geceler, yıllar boyu. Baştan alıyor, yörünge değiştiren bir çember daha çiziyoruz ve bekliyoruz kurumuş bir kabuğun hayatla dolmasını. Hayatla dolsun ve bir ses olsun. İşte bu ses, bize ait olduğunu sandığımız bu ses, sayısız dünyayı çağırıyor. Çoktan sönmüş iz karası dünyalarda, boşluktan doluya hazırlananların.. her şeyin bütülendiği, en koyu, en gerçek anlamına kavuştuğu bir dünyaya. Sarp ışıklar ve düşlerden oluşmuş bir  başkasını.”

Erdoğan yazmayı düşündüğü ama yazılmamış “Şaşkın Melek” öyküsünden bir bölüm de okuyarak konusunu aktardı:

“İnsanlar arasına yaşamaya gelmiş ve insan olmanın yol ayrımını görmüş, her şeyi görmüş ve her şeyi de kendinde görmüş bir melek. Bu melek bir nezarethaneye geliyor ve bütün mahkumlara küçücük bir hediye getiriyor. Giderken onlara rüzgarı bırakıyor.”

Öykünün sonunda meleğinin hikâyesinin tamamlanmadığını ifade eden Erdoğan, “Öykülerin sonunu bilemeyiz çünkü parçaları okuyan herkestedir” dedi.

"Dert neredeyse hikâye orada birikiyor"

Edebiyat eleştirmeni ve yazar Ayşegül Tözeren, kapanış konuşmasında, Aslı Erdoğan’ın 29 Aralık’taki tahliyesine kadar ifade özgürlüğü için mücadele ettiklerini hatırlatarak “Zihnimiz Öykü Günü’nü hazırlamaya açık değildi. Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay, Zana Kaya cezaevinden çıktıktan sonra bir düzeldik ama 151 gazeteci ve yazar hapiste. Cumhuriyet gazetesi kitap eki editörü Turhan Günay hapiste. Hapiste olmasaydı eminim aramızda olacaktı. Ahmet Altan, aşkın ve öykünün konuşulduğu bir gecede mutlaka akla gelir. Altan hapiste. Biz böyle bir ortamda bir şeyler yapmaya çalıştık” dedi.

Tözeren, Türkiye’nin öykü geçmişinden söz ederek; 90’lı yıllarda daha bireyci bir anlayışın benimsendiğini Aslı Erdoğan’ın da bu anlayışın önemli bir temsilcisi olduğunu belirtti. 2013 yılı Haziran’ından sonra edebiyatın sokaktan yükseldiğini bunla birlikte edebiyatın dil oyunlarına hapsolmaktan kurtulduğunu ifade eden Tözeren, günümüzde ise sosyal medyanın tuzak olarak yazarların etrafını sardığını aktardı.

2015 yılının başlarında Türkiye’de şiddetin, Suruç’la birlikte toplu ölümlerin ve ifade özgürlüğü baskılarının arttığını “sözü köksüz, yazarı da kekeme kıldı” diyerek özetleyen Tözeren, “Yazarlar bu ortamda yazıyorlar, hem edebi niteliği yakalamaya çalışıyor hem okunmak istiyor hem de tamamlanamayan yasını yazarak tamamlamaya çalışıyor. Dert neredeyse hikaye orada birikiyor” dedi.

Ayrıca baskı ile sansür düzeyinin de arttığını vurgulayan Tözeren, bu durumun sembolizme hapsolmuş edebiyat ürünlerini ortaya çıkardığını, yazarların bir kısmının da bundan uzak durduğunu belirtti. Tözeren, öykücülerin işinin zor olduğuna dikkat çekmek için de “Siyasetçiler bu kadar hikaye anlatırken öykücüler nasıl hikaye bulacak bilmiyorum. Bence öykücüler hikaye anlatmadan hikaye anlatmanın yolunu bulacaktır” ifadelerini kullandı.

"Öykü Günü' nasıl başladı?

Öykü Gazetesi’nin tanıtım yazısı şöyle:

“90’lı yılların ortalarından itibaren Ankara Öykü Günleri adı altında büyük edebiyat buluşmalarını gerçekleşir. Bu edebiyat buluşmalarından 2002 yılında bir gün doğar: 14 Şubat Dünya Öykü Günü! Ankara’da doğan “14 Şubat Dünya Öykü Günü” projesi, Mexico City’de yapılan 69. Uluslararası P.E.N. Kongresi’nin Delegeler Meclisi toplantısında onaylanarak kabul edilir. “14 Şubat Dünya Öykü Günü” dünyanın farklı coğrafyalarında farklı dillerince kutlanmaya başlar. Öykü, yaşamın sesidir. Bundan dolayı, “Bir insanı sevmekle başlar her şey” ve bizler her şeyin, yaşamın, sevginin, umudun, barışın, öykünün paylaştıkça anlam kazanacağına inanıyoruz. Bu duygularla Türkiye’de ve dünyada 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nü birlikte kutluyoruz!”