Sosyal Güvenlik

Artık soğuk savaş dönemi sendikacısı değiliz

DİSK Tekstil Başkanı Rıdvan Budak, her alanda değişimin kaçınılmaz olduğuna dikkat çekerken sanayisiz Türkiye'nin geleceğinin kargaşa olacağına işaret etti.

27 Nisan 2009 03:00

1979'da Türkiye'nin içinde bulunduğu krizden sanayici, büyük toprak sahipleri, bankacı ve tüccarları sorumlu tutan ilanlar veren Tekstil İşçileri Sendikası Başkanı Rıdvan Budak, geçen hafta verdiği ilanla 'patronlara' sahip çıktı. Budak değişimin kaçınılmaz olduğuna dikkat çekerken sanayisiz Türkiye'nin geleceğinin kargaşa içinde olacağına işaret etti.

Dünyadaki dengeler değişiyor. Küresel krizle birlikte değişim daha da kaçınılmaz hale geldi. Türkiye de kuralları yeniden yazılan oyunun bir parçası... Geçtiğimiz hafta bu değişim kendini tarihe geçecek iki önemli olayla çok daha net bir şekilde ortaya koydu. 1979'da Türkiye'nin içinde bulunduğu kriz ortamından sanayici, büyük toprak sahipleri, bankacı ve tüccarları sorumlu tutan ilanlar veren Tekstil İşçileri Sendikası, geçen hafta salı günü gazetelere verdiği ilanla "patronlara" sahip çıktı.

Hemen ardından Erdemir'de de Türkiye'nin çalışma hayatına tarihine geçecek bir anlaşmaya imza atıldı. Türk Metal İş Sendikası işçi çıkarılmama koşuluyla ücretlerin yüzde 35 azaltılmasını kabul etti.

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'na (DİSK) bağlı Tekstil İşçileri Sendikası Başkanı Rıdvan Budak, Referans Gazetesi'ne verdiği röportajda 1979 ilanı ve 30 yıl aradan sonra verilen ilanı karşılaştırarak, ilanın perde arkasını, değişimi, tekstil sektörünün içinde bulunduğu durumu ve beklentilerini anlattı.

"Siyasetten çok sanayisi olmayan bir toplumun geleceği kargaşa içinde olur" mesajını veren Budak'a göre Türkiye şu anda soğuk savaş döneminde. Budak, Türkiye'nin tüm temel meselelerinde mutabakat sağlaması gerektiğine inanıyor.

Türkiye'nin tekstil sektöründen vazgeçmesinin mümkün olmadığını kaydeden Budak, "Çünkü tekstil istihdamdır. İstihdam da sık sık yaşanan krizlerin çözümüdür. Böyle bir sektörü Çin'e bırakma şansınız var mı? Türkiye'yi tanımıyorsanız bunu söyleyebilirsiniz" diyor. Budak, kötü bir ekonomide iyi bir demokrasi olmayacağı görüşünde.

Verdiğiniz ilan kafalarda "sol anlayış değişiyor mu" sorusunu canlandırdı...

1979'da verdiğimiz ilan bugün toplumumuzun bütününün kabul ettiği hale dönüşmüşse, bu bizim değişimde gösterdiğimiz başarıdır. Solcu muyuz, hala solcuyuz. Hala demokrasi, özgürlük, eşitlik, Kürt sorunu, AB, barış içinde bir toplum diyoruz. Peki biz bütün bunları söylerken, olumlu bir değişimi gerçekleştirdiğimizi göstermiyor muyuz? O gün sanayiye düşman mıydık, hayır. Sanayi toplumu olmasaydı, makineler olmasaydı, işçiler olmasaydı daha çok emeği koruyan sol ideoloji de ortaya çıkmazdı. Ama bu Marksizm midir sosyal demokrasi midir? Bununla ilgili herkes kendi ne göre bir çözümleme bulmuş. Solcu olup Marksizmden etkilenmemek mümkün değildir. Ama bizim kafamızdaki model bugün içinde İskandinav ülkelerindeki sosyal devletin, hukuk devletinin egemen olduğu, üreten, ihraç eden ve zenginliği adaletli paylaşan bir sol anlayış. Yani ayakları yere basan, ülkenin ve halkın gerçeklerini gören ve kabul eden ihtiyaçlara cevap veren bir sol anlayış.

Bu sol anlayışın içinde IMF var mı?

Bu sol anlayışta IMF var mıdır yok mudur, denetimsiz bir piyasa var mıdır yok mudur tartışılır. Pazar ekonomisinin kapitalizmin yönlendirmesi ile ortaya çıkardığı küresel sonuçlar insanlığın canını yakıyor. Buna karşı bir duruş sergilenecek mi, bunu tespit etmek lazım. Sol bunlara müdahale edecek mi? Dünyada ve özellikle Türkiye'de bütün bu sorunların üstesinden gelmek için solun iktidar olması lazım, soldan bir bakış açısı lazım. Benim de parlamentoda olduğum zamanlarda 50 tane paket açıldı doğu ve güneydoğu ile ilgili. Sadece Türkiye kaynaklarını zayi etti, daha çok borçlandı. O zaman bütün bunları daha derli toplu hale getirecek, dünyadaki bu büyük değişime uygun bir yol bulup siyasi partilerimiz de düşünmeli, basında görev yapanlarda düşünmeli, sendikalar da düşünmeli.

Böyle bir sol var mı Türkiye'de?

Olması gerekeni anlatıyorum ben. Bizim ilanda da o solu görürsünüz. Yani o ilanın bütününü ele aldığınızda sanayisiz hiçbir şey olmaz, sanayi ve üretimdir esas olan ama emek de sermaye kadar önemlidir diyen ve demokrasinin bütün kurumları ile olması lazım geldiğini ifade eden, bugünkü yönetim anlayışına da derinden karşı çıkan.

İlandaki metni kim yazdı?

Ben yazdım. Bizdeki metinlerin hepsine benim çokça ilhamlarım olmuştur. Bir de benim Tomris diye bir arkadaşım vardır, Boğaziçi Üniversitesi mezunu. Ben ona adları veririm. O bir yazar, çizer getirir. Onun üzerine ben iki üç gün çalışırım. O götürür tekrar düzenler getirir, bir daha bir daha... Acelemiz de yoktur. Zamanlama çok önemli. Mesela bu ilanı çok iyi bir zamanda verdik. Bir hafta önce verecektik, baktık seçim öncesi dedik ki seçim öncesi vermeyelim. Bunu siyasi kargaşaya boğdurtmam. Bunu iktidarı da muhalefeti de başka türlü kullanır.

İktidara karşı diliniz de çok yapıcı aslında...

Tabi... Bunların daha çok berbat edecekleri bir Türkiye'nin gelecekte bana yararı yok, çocuklarıma yararı yok. Torunuma da yararı yok. Benim burada daha çok öne çıkarmak istediğim siyasetten çok, sanayisi olmayan bir toplumu geleceği de kargaşa içinde olur. Gelin bunu düzenleyelim, gelin bir arada durmasını, konuşmasını bilelim. Bizim liderlerimizin dilleri ile bir şey olmaz. Baktığınızda ne görüyorsunuz, 23 Nisan'da birbirlerine selam vermemişler. Tespitimizde bir yanlışlık yoktur.

Hükümetten ilanla ilgili hiç olumlu ya da olumsuz bir tepki aldınız mı?

Bu ilan gelse gelse solculara ters gelir. Aklı başında hiçbir liberale, hiçbir sosyal demokrata, hiçbir sosyaliste ters gelmez. Yani sonuçta sektörün yüzde 98'i KOBİ. 1979'daki ilanda tekstil sektörünün yüzde 40-50'si büyük sermaye sahipleriydi. Bugün tekstil sektöründe varlığı 50 milyon doları aşan çok adam yok. Şimdi çekildi bu adamlar. Sabancı Bossa'yı sattı. Utanmasaydı, sıkılmasaydı Adana'ya karşı mahcup olacağını düşünmeseydi belki 10 yıl önce satardı. 93'te biz Sabancı'da örgütlendiğimizde Sabancı'da çalışan sayısı dosyalarda 10-11 bin civarındaydı, bugün bin 800-2 bin civarında. Türkiye'nin Sümerbank'ları, Tariş, Çukobirlik, Antbirlik gibi çok büyük ve uluslararası çapta bilinen tekstil fabrikaları kapandı. Çin, Bangladeş, Pakistan çıktı. Ama bu ülkeler hala bizim kadar başarılı değil. Dolayısıyla Türkiye tekstil sektöründen vazgeçemez. Çünkü 3 milyona yakın insan bu sektörde tarladan mamüle kadar çalışıyor. Böyle bir sektörü Çin'e bırakma şansınız var mı? Türkiye'yi tanımıyorsanız bunu söyleyebilirsiniz.

Yani tekstil sektöründen vazgeçmek mümkün değil diyorsunuz...

Bu sektörü niye muhafaza edin diyoruz, bu sektör çok mu karlı bir sektör? Ne çalışanı, ne çalıştıranı ne de sendikacısı için çok huzurlu bir sektör değil. İşçiler ve sendikacılar en az maaşı bu sektörde alırlar. Patronlar başka alanlara yatırım yapmışlarsa kazanır. Hiç mi kar edilmedi? Büyüyen büyüdü ama kayıtdışında büyüdü. 2000'e kadar patronlar kar etti. Ama Çin'in hızla devreye girmesinden sonra yanlış politikalar, yüksek sigorta primleri, enerji maliyetleri tekstilin hızla çöküşünü getirdi. Bütün bunlara rağmen Türkiye için tekstil sektöründen vazgeçmek mümkün değildir. Çünkü tekstil istihdamdır. İstihdam da sık sık yaşanan krizlerin çözümüdür.

Süleyman Çelebi ile biz böyle bir ilan vereceğiz diye konuştunuz mu? DİSK'ten ya da kendi bünyenizden herhangi bir tepki aldınız mı?

Hayır. Yani biz bunu yaparken, zaten Süleyman Bey'in de bizden farklı bir düşüncesi yoktu. "Bir ilan vereceğiz, sektör kötü gidiyor" dedik. Bizim bir ayrımız gayrımız olmaz. Diğer sendikalarla da böyle bir şey olmaz. Ama çok iktidarcı davrananlar sıkıntı veriyorlar. Benim ve Süleyman Çelebi'nin yönetiminde olduğumuz SHP iktidardaydı. Ama 5 Nisan kararları alındığında en acımasız ve etkili eleştirileri biz yaptık. Yani sendika ile siyaset, sermeyi ile sendika, resmiyet ve sivil arasında esnek ilişki olması lazım. Eleştirirse askeri olmayan komutanlar vardır, onlar eleştirirler. Askeri olmayan komutan, düşüncesinin etrafında kimse olmayan bir takım fraksiyonlar olabilir. Bunlar tarihte Kemal Türkler'e de Abdullah Baştürk'e de yapılmıştır. Biz Türk toplumunun sendikacılarıyız. Anadolu insanının hak arama anlayışına uygun hareket etmeliyiz. Bazen elbette radikal davrandık ama o tarihlere baktığınızda TÜSİAD'da radikaldi. Halit Narin'in dilinden düşen zehirdi.

Soğuk savaş döneminin siyaset anlayışı bugün aynen devam ediyor dediniz...

Bugün iktidar ile muhalefet arasındaki ilişkilere baktığınızda, 23 Nisan'da siyasi partilerin her birinin Ulusal Egemenlik Bayramı'nda ortaya koydukları tablo, soğuk savaş dönemindeki küskünlükleri, karşıtlıkları anımsatıyor.

Adı Devrimci İşçi Sendikaları olan bir sendika bile bu dönüşümü yaşarken, siyasi partiler niye bunu yapamıyor?

Dar bir sendikal anlayışın ötesinde Türkiye'de eğer Türk-İş biraz demokrasi mücadelesinin ucundan tutsaydı, Türkiye başka türlü şekillenebilirdi. Geniş bir demokrasi talep ediyoruz, Türkiye'nin sorunlarını çözmesini istiyoruz. Türkiye'nin üretmesini istiyoruz. Çünkü kötü bir ekonomi üzerinde iyi bir demokrasi olmaz. Yani 3-5 bin dolar kişi başı geliri olan bunu da bölgelerarası çok kötü dağıtan bir Türkiye'nin iyi bir demokrasisi olmaz. Efendim hangisi daha önce olsun? İkisi aynı anda olsun, at başı olsun. Mümkünse aynı dakikada olsun... Böyle olursa Türkiye'nin uluslararası alanda başının dik olacağını düşünüyorum. Türkiye'de siyaset hızla demokratikleşmeli ve normalleşmeli. Türkiye değişmezlerin dışında yeni bir anayasayı yazmalı, yeni bir hukuk sistemini devreye sokmalı. Sosyal devlet bizim vazgeçilmezimizdir. Bu vazgeçilmezimizi muhakkak korumamız lazımdır. Onun için de bizim üretmemiz lazımdır. Sanayimizin olması lazımdır.

Siyaset defterini tamamen kapattınız mı?

Yapmazsam niye yapamadım diye dert etmem. Ama benim de en birikimli dönemim, yapmak isterim. Ama benim aradığım siyaset, demokrasiyi nerede bulacağım? Biz işçilerin enflasyon ve ekonomik olumsuzluklar karşısındaki hakları ve hukuklarını, iş güvencelerini toplu sözleşme masalarında çözeceğiz. İşyerlerindeki mücadelemizle çözeceğiz. Ama siyaset yapma hakkımızı, sınıfsal anlamda siyaset yapma hakkımızı, emekten yana ülke çapında dönüşümlerin sağlanmasını da siyasi partilerle yapacağız. Bu iki alanın birbirinden ayrılması lazım. İş çevreleri üretim alanlarıdır, toplu sözleşme masaları o üretim alanlarında dökülen terin karşılığını alma alanlarıdır. Siyaset alanları başkadır. Dünya siyaset alanı ile iş çevrelerindeki mücadeleyi birbirine karıştırmıyor. Herkesin kafasını böyle netleştirmesi lazım.

Hükümetin önlemlerini nasıl buluyorsunuz?

Mesela hükümetin son 500 bin kişilik projesini dinliyorum, gerçekleşirse çok olumlu buluyorum. Başka? Elinizin altında sektör diye bir sektör var. Siz kapıya koymuşsunuz 500 bin insanı, işsizlik ödeneği veriyorsunuz. Biliyorsunuz işsizlik ödeneği de çalışanın tazminatından kesiliyor daha sonra. Kimse bu parayı kesesinden vermiyor, sonra işçiden kesiliyor. Ben tüm bu konuları entegre üretim yapan sanayicilerle konuşuyorum. Mesela Kartaltepe Mensucat'ın sahibi Mehmet Kilimci... 2-3 yıl öncesine kadar 4 bin kişi çalıştırıyordu. Şimdi Edirne'de 500, Hafsa'da da 70 kişi çalıştırıyor. Kendisine dedim ki senden bir yıl boyunca sigorta primi almasalar enerji maliyetlerini de yarı yarıya indirseler kaç kişiyi işe alırsın? Hemen "500 kişiyi işe alırım" dedi. Bu adam 85 yaşında. Yalan söyleyecek hali yok. Düşündüğü bir tek şey var, Türkiye iyi olsun. Bu kaygıyı taşıyan sanayicilerle konuştuğumuz zaman ortaya çıkan sonuç tekstil sektörü mutlaka desteklenmeli. Türkiye, yerine bir şey koymadıkça terk edemeyeceği en önemli sektör tekstil sektörüdür. Çünkü tekstil, o ilanda da var, tekstil istihdamdır. Çin'e bırakalım derseniz aramızda kavga çıkar, hır çıkar.

RIDVAN BUDAK KİMDİR?

1950'de Erzincan'ın Tercan ilçesinde doğdu. 1977'de DİSK yönetim kurulu üyeliğinde, 1979'de DİSK Tekstil başkanlığına seçildi. 1980-1984 arası tutuklu kaldı. 1990'de SHP Merkez yönetim kurulu üyesi oldu. 1992'de yeniden DİSK Tekstil başkanı oldu. 1994'de DİSK Başkanı oldu, 1997'de tekrar DİSK Tekstil başkanlığına seçildi. 1999'da İstanbul milletvekili seçildi. Şimdi dördüncü kez DİSK Tekstil başkanlığını yürütüyor.