Arnavutluk'taki ilginç bir gelenek, giderek azalan bir şekilde de olsa hâlâ sürüyor. Kimi zaman ailenin 'reissiz' kalması, kimi zaman da istemedikleri bir adamla evlenmeye zorlanmaları nedeniyle bazı kadınlar, 'kadın' kimliklerini ölene kadar geride bırakıp erkek rolüne soyunuyor.
Cinsiyet değiştirme operasyonlarına ve cinsel ilişkiye girmeksizin, dış görünüm ve sosyal faaliyetler açısından tam bir erkek gibi yaşayan 'yeminli bakireler', tıpkı erkekler gibi camide namaz kılıyor, ailelerine bakıyor ve onları korumak için tüfek taşıma hakkı kazanabiliyor. BBC Türkçe Servisi'nde Mike Lanchin imzasıyla yayımlanan bir yazıda da bu konu ele alındı. Lanchin'in, en son yeminli bakirelerden olan Kamile Stema'nın hayatını anlattığı yazı şöyle:
Kısa saç üzerine fes
"Güneşli bir öğle sonrasında çakıllı bir yolun sonunda karşılaştım onunla. Beni görünce ayağa kalktı. Bol bir siyah takım elbise, içine de yelek giymişti. Kısa beyaz saçlarının üzerine küçük bir fes takmıştı.
Kamile Stema, tepeden tırnağa tipik bir Arnavut erkeği gibiydi. Kamile'nin yüzündeki derin çizgiler dikkatimi çekti hemen. Seksen yıllık hayat, bu yüzde birer birer izlerini bırakmıştı adeta.
Eklem iltihabı yüzünden zorlukla yürüyordu ama elimi sıkmak üzere, kararlı bir tavırla elini uzattı.
Tiz, kadınsı bir sesle "Hoşgeldiniz" diyor.
Cinsiyetlerini değiştirmiyorlar ama...
Kısa bir zaman içinde öğreniyorum ki, Arnavutluk'ta birçok şey göründüğü gibi değil... Kamile aslında erkek de değildi. "Yeminli Bakireler" grubundandı. Bu grup çoğu ülkenin kuzeyindeki köylerden gelen kadınlardan oluşuyordu. Bu kadınlar cinsiyetlerini değil sosyal konumlarını değiştirmeyi seçiyordu.
İstemedikleri evliliklerden kaçıyorlar
Bu kadınlarla görüşen sosyologlar, bazılarının, yaşamlarını kökünden değiştiren bu kararı, istemedikleri evliliklerden kaçınmak için aldığını söylüyor. Diğerleri de Kamile gibi, ailesinde erkek varis kalmadığı için bunu seçmiş.
Tarihi olarak pederşahi Arnavut toplumunda, başlarında oğul ya da bir baba figürü olmayan aileler, lidersiz kalmış kabul ediliyor.
Kamile bacaklarını açarak oturup dinlendi; ki bu çok erkeksi bir oturuş biçimiydi. Sonra da bana babasının ölümünü ve annesinin kız çocuklarıyla nasıl yalnız kaldığını anlattı. En küçük çocukmuş ve babası ölünce yerini almaya karar vermiş. Kimse saçını kesmeye zorlamamış ama köydekiler kısa süre sonra bu durumu kabul etmiş.
'Evin erkeği' oldu
Kendisini "evin erkeği" ilan eden Kamile, diğer kadınların ulaşamadığı ayrıcalıklar kazanmış. Örneğin ailenin namusunu koruma göreviyle birlikte, tüfek taşıma hakkını almış. Diğer erkeklerle birlikte sigara içip çalışabilmiş. Hatta gidip diğer erkeklerle birlikte camide namaz bile kılmış.
Tiran'a döndüğümde Kamile'nin hikayesini anlattığım Arnavutların çoğu, önce gülümsedi, sonra da bunun, daha az gelişmiş kuzey bölgelerinde Arnavut halk kültürünün bir parçası olduğunu söylediler.
Komünist dönemde hükümet, bu tür gelenekleri yasaklamış. Bu da şu anda neden bu kadar az sayıda "yeminli bakirenin" geriye kaldığını açıklıyor.
Çoğu Kamile gibi 80'lerinde.
Bugünlerde sadece sosyologlar ve benim gibi gazeteciler ziyaret ediyormuş onları.
Kimlik bulma çabası
Ancak yine de, baskı ve tektipçi yaklaşımın el ele yürüdüğü komünizmin boyunduruğundan kurtulan Arnavutluk, şimdi 21'inci yüzyılda yeni bir kimlik bulma mücadelesi veriyor gibi geliyor bana.
Yoksulluk pek çok Arnavut'un ülke dışına çıkmasına neden olmuş. İtalya, Yunanistan ve İngiltere, gittikleri başlıca yerler.
Karşılaştığım hemen herkesin, ülke dışından para gönderen bir akrabası var.
Tiran'daki canlı müzik yapılan barlarda şarkılar İngilizce söyleniyor. Pek çok kadın da ağızlarında sigarayla ve boyalı sarı saçlarıyla dolaşıyor. Sanki Arnavutluk'taki herkes, başka bir yerde ya da başka biri olmak istiyor.
'Kanun' davası
22 yaşındaki Pjeter Luci ile başkentin kıyısındaki küçük tek katlı evinde tanıştım. O da bana Arnavutluk'tan başka herhangi bir yerde olmak istediğini söylüyor. Kamile gibi o da çok eski bir geleneğin kurbanı. Ama bu gelenek hala tüm canlılığıyla yaşıyor.
Uzaktan bir akrabası bir bar kavgasında 4 kişiyi öldürünce Pjeter'in ailesi Tiran'a kaçıp, saklanmak zorunda kalmış. Öldürülenlerin akrabaları, Pjeter'in ailesinden herhangi bir erkeği öldürürek intikamlarını alacakları tehdidinde bulunmuş.
Kan borcunun sadece kanla ödenebileceğini söylemişler. Bu yüzyıllardır Arnavutluk'ta yaşatılan ve 'Kanun' diye anılan bir gelenek. Kadınların, evin erkeği rolüne soyunması gibi 'Kanun' da komünizm döneminde bastırılmış.
Ancak kan davaları komünizmin çöküp, kanunsuzluğun hüküm sürdüğü 1990'ların başında yeniden ortaya çıkmış.
Şu anda binden fazla Arnavut ailenin, ölüm tehditleriyle yaşamak zorunda kaldığı söylendi bana. Kan davası uğruna işlenen cinayetler nedeniyle geçtiğimiz iki yılda 32 kişi hapse atılmış.
Kan davalarının bazıları mülkiyet anlaşmazlığından, bazıları da komşular arasındaki tartışmalardan çıkıyor.
Ancak yine de bu eski geleğin ilginç mantığı, aynı zamanda Pjeter ve erkek kardeşlerinin kendilerini güvende hissedebilecekleri tek yerin kendi evleri olması anlamına geliyor.
Bu yüzden de iki yıldır evlerinden dışarı adım atamamışlar. Eve pek misafir de gelmiyor. Loş oturma odasında oturup konuşurken çok korktukları belliydi. Pjeter'in gözleri iki dakikada bir kapıya doğru çevriliyordu.
Bana dönüp, kendisini gerçekten eminiyette hissedebileceği tek yerin, çok farklı gelenekleri olan başka bir ülke olduğunu söyledi... " (BBC)