Başta Almanya’daki Türkler olmak üzere Avrupa’da yaşayan Türkler, bir taraftan bulundukları ülke ile bütünleşmeye çalışırken diğer taraftan Türk siyasetinin etki alanı içinde kalmaya devam ediyor. Mercator Vakfı ve İstanbul Politikalar Merkezi’nin Berlin'de düzenlediği ‘Türkiye ve Avrupa’nın çok yönlü ilişkisi’ adlı toplantıda Türkiye’de vatandaşlık, sivil toplum ve Avrupa’daki Türkler ele alındı. Toplantının göçmenlerle ilgili ayağına konuşmacı olarak katılan Oxford Üniversitesi Avrupa Araştırmalar Merkezi'nden Dr. Kerem Öktem, Türk hükümetlerinin genelde yurtdışındaki Türklere yönelik faydacı bir siyaset güttüğünü belirterek, AKP hükümetinin de bunu devam ettirdiğini kaydediyor.
Öktem, AKP'nin bu konudaki en belirgin farkının, Almanya başta olmak üzere kendisini destekleyen Avrupa’daki Türklerin önünü açarken, diğer kesimleri görmezden gelmesi olduğunu ifade ediyor:”Türkiye siyaseti, buradaki Türk toplumu içerisinde ne kadar egemen ve mevcut olursa, Türkiye’deki ayrışmalar da buradaki toplumu o kadar ayrıştırır. Oysa mesela Almanya'da 80'li 90'lı yıllarda daha çok emek ve Almanya merkezli sivil toplum örgütlenmesi varken Almanya’daki Türklerin birlik şansı daha yüksekti. Şu anda belki o şans daha az, ancak şu da gözden kaçmamalı Alman siyasetinde bugün çok sayıda Türk kökenli siyasetçi var ve onların çalışmaları bu toplumu aslında birleştiren şeyler.”
‘Avrupalı Türkler, AB için köprü olmamalı’
Avrupa'daki Türklerin genelde Türk devleti tarafından AB ile Türkiye arasında köprü olarak nitelendirildiğine dikkat çeken Dr.Kerem Öktem, bunun tek taraflı ve ağır bir görev olduğunu söylüyor: “Bu insanlara fazla misyon yüklemek bence doğru bir şey değil. Köprü olsunlar, Türkiye’nin çıkarlarını orada temsil etsinler, bu yönde faydacı bir yaklaşım devletten de sivil toplumdan da gelse sorunlu bir yan taşır. Buradaki Türkleri biraz rahat bırakmak gerekiyor. Kimsenin köprüsü falan olmasınlar. Zaten köprü demek, sadece üzerinden geçilen bir şey demektir. Yani köprüye bunun hiçbir katkısı ya da faydası yoktur.”
Mercator Vakfı ve İstanbul Politikalar Merkezi’nin düzenlediği toplantıda Türkiye-AB ekseninde vatandaşlık ve sivil toplum hakkında konuşan Koç Üniversitesi’nden Dr. Bahar Rumelili de, vatandaş ve devlet ilişkisinin tek taraflı değil karşılıklı yükümlülükler içerdiğini ifade ediyor. Türkiye'deki sivil toplum ve AB ilişkisine de değinen Dr. Rumelili, Avrupa kurumlarının bu konudaki katkılarını takdir etmekle birlikte Türkiye'de gelişen sivil toplumun sadece bu katkılarla açıklanamayacağını dile getiriyor:“ Bu noktada ben tamamen AB'ye kredi verilmesine karşıyım. Çünkü 90'lı yılların başından itibaren gelişen, çeşitli global kurumlarla ilişkiler sonucu da serpilen bir sivil toplum kültürü vardı. Ama kaynaklar çok yetersiz olduğu için özellikle 2002 yılından sonra AB'nin verdiği sivil toplum fonları, sivil toplumu güçlendirdi. Ayrıca Avrupa ve Türkiye sivil toplum örgütleri arasında kalıcı işbirliği oluşmasını sağladı”
‘Güçlü sivil toplum için AB ilişkileri devam etmeli'
Dr. Rumelili ayrıca Türkiye-AB ilişkilerine vatandaşlık ekseninden, özelikle de Gezi protestoları baz alınarak bakıldığında Türkiye'nin zaten bir Avrupa ülkesi olduğunun anlaşılacağını söylüyor. Rumeli, bu nedenle siyasi dalgalanmalara rağmen AB'nin bu gerçeği gözden kaçırmaması gerektiğini savunuyor:”Hükümetler dönemsel ve konjonktürel olarak farklı siyasi koşulların etkisiyle daha Avrupa yanlısı ya da Avrupa karşıtı politikalar izleyebiliyorlar. Aslında bu aşamada gerek sivil toplum gerek vatandaşlık açısından önemli olan ilişkilerin devam etmesidir. Yani bir şekilde bu krizi, ilişkilerin devamlılığı ile by-pass edebilmektir.”