*Can Gürses
İnanmazsanız anneme sorun, Zelal Ablama, Fatoş Ablama, Diloş Ablama, küçücük teyzem Emoş’a sorun; gizli mektuplar, ufak notlar yazıp, oraya buraya bırakmayı ne çok sevdiğimi size söyleyeceklerdir. Değil mi baba? İşte bu da o mektuplardan biri. İyi ki cebime kâğıt kalem koymuşum baba, senin gibi.
Size buraları anlatsam canınız sıkılır. Zaten canım anlatmak değil, hatırlamak istiyor. Hatırlayınca evimize giden mavi dolmuştaymışız gibi hissediyorum. Mektubum bitmeden eve dönmüş oluruz babamla. Çizgi film saatidir şimdi. Tamam tamam dokuzdan sonra televizyon senin baba. Televizyonun karşısındaki kanepeye yatıp çikolata istesem annemden getirir mi? Yemek yemeyip tatlı yiyorum diye güzel gözlerini bana yaramazmışım gibi diker mi? Kan şekerim düştü ama anne, derim, kıyamaz getirir. Akşam da çaktırmadan söylerim, yemeği biraz az doldurur musun, derim. Böylece bol bol çikolata yiyebilirim.
Burda çok çocuk var. Hepsiyle hemen arkadaş oldum. Hepsi de eve dönmek için gün sayıyorlar. Burdaki tüm çocuklar en çok çikolatayı ve annelerini özlüyorlar. Anneyi özleyince her şeyi özlemiş oluyor zaten insan. O sabah evden çıkarken annem beni öpmek isteyince, “Gerek yok. Bir gül yeter” demiştim. Babamla buraya geldiğimizden beri düşünüp duruyorum. Anneme öptürmeli miydim kendimi? Ama o zaman gülüşünü böyle resim gibi hatırlayamazdım ki... Eve döner dönmez cup cup öpeceğim annemi.
Seninle geldim diye annem bana kızmamıştır, değil mi baba? Bensiz gitme diye kapıyı kilitleyip, anahtarı saksıya saklayıp, çocuk gibi ağlamasaydım seninle gelmeme engel olur muydu annem? Ama ben geceden plan yapmıştım. Annemin sesine uyandığımda gittin sanmıştım. Ödüm kopmuştu. Bırakamazdım ki seni yalnız başına. Televizyon hep kara haber veriyordu son zamanlarda. Eve geç döndüğün günlerde kötü kötü şeyler doluşuyordu aklıma. Annem ısrarla, “Git yerine yat” diyordu. Sen gelmeden kalkamıyordum kanepeden. Hangi gün kucağında uyumadan yatağıma yatabildim ki ben? Seni beklemekten vazgeçsem kesin bir fenalık gelirdi başına.
Hatırlıyor musun baba, annemle Marmaris’e gittiğinizde bir not yazıp bırakmıştım odanıza: “Bir baba evladını bırakıp da gider mi baba? Peki ya sen anne? Sen nasıl gittin?” Hiç uyuyamamıştım siz yokken. Annem uyuyor mudur biz yokken? Annem uyurken gözleri gibi menekşe kokar, değil mi baba? Fatoş Ablamın yanına kıvrılıp uyumak vardı şimdi... Ama büyüdüm ben. Dokuz yaş az şey mi? Yalnız uyumaya alışmalıyım artık. İyi ki sen varsın yanımda.
Ablamların odasına kapıyı çalmadan giriyorum diye, “Sen artık büyüdün” demiştiniz bana, “Kapıyı çalmadan girmemelisin kızların odasına.” Ben de kapıyı çalmadan ama gözümü yumarak giriyordum. Biz yokken Diloş Ablam çok süslenmiyordur, değil mi baba? Yürürken çok bakıyorlar ona. Zelal Ablam’la oynadığımız oyunları kimse bilmiyor burada. Zelal Ablam’ı buradan güldürebilir miyim baba? Ablamların geceleri mesajlaştıkları arkadaşlarının isimleri ne acaba? Ablamlar nasıl da güzeller ya... Ben en çok Diloş Ablama benziyorum bence ama herkes anneme benzediğimi söylüyor. Dünyayı mavi görmeyi annemden öğrenmişim. Ama ben hep sana benzemek istedim baba.
Veysel'in günlüğü
Sence senle birbirimize benziyor muyuz baba? Benzemesek burda yan yana olmazdık, değil mi ama... Buradaki yaşça daha büyük arkadaşlarım konuşurlarken duydum. Politik nedenlerle gelmişiz buraya. Ben hayır dedim onlara, biz babamla barış için çıkmıştık yola. Hem politik de ne demekmiş? Barış mitingi değil miydi gittiğimiz? Davullar, zurnalar, türküler, halaylarla mı yapılıyor politika? Barış politik bir şey mi baba? Çantamda Tutku vardı, ondan yesek mi? En son simit yemiştik orda, çok zaman oldu. Acıktım galiba. Çantamı düşürmüşüz kalabalıkta. Eve döndüğümüzde annem yayla çorbası yapmış olsa...
Sanırım annemin yayla çorbasını çikolatadan daha çok çekiyor canım. Sonuçta çikolatayı annem yapmıyor. Biz yokken kim bakıyordur anneme? İyi ki dayım var, amcamlar var, Yunus Abiler var. Ablamlar da çok güçlü ama. Annemden bile güzeller çünkü. Bence güzel insanlar güçlü olurlar. Ama anne en güzeldir, değil mi baba? İlk tanıştığınızda daha da mı güzeldi annem? Kaç yaşındaydı? On sekiz mi? Şimdi ablamlar bile büyük ondan. Düğünlerine yetişiriz mutlaka, değil mi? Çok üzülürler yoksa.
Bizim evin bahçesinde yaparız ablamların düğünlerini. Bütün Batman gelir. Sınıf arkadaşlarım da gelsin. Beni oyuna almayan komşu çocuklarını bile çağıralım bana kalırsa. Sabahat öğretmenim en başta gelsin. Yoklamada var gösterebilir mi beni Sabahat öğretmenim? Okula gidemesem de yıldız verebilir mi bana, inci gibi dediği el yazımın hatrına? Bir teneffüs maçlarından bir de matematikten geri kaldığım için üzülüyorum. Küpün altı kareden oluştuğunu biliyordum tabii. Kâğıda yan yana ancak beş kare sığdırabildiğim için yanlış cevap vermiştim o soruya. Yoksa biz ailece matematikte zekiyizdir, değil mi baba?
Derslerime çalışmadığımda, “Çalışmazsan çöpçü olursun” demiştin de karşı çıkmıştım sana: “Çöpçüler de insan ama!” En arkanın bir önündeki, cam kenarındaki sıraya benim yerime kim oturuyordur acaba? Kim oturuyorsa çok ballıymış. Kaleyi kapan oldu mu, annesi öğle yemeği getirdi mi ilk o görüyordur. Mendil kapmaca oyununda ben temsil edecektim bizim sınıfı. Arkadaşlarımı çok beklettim baba. Sen ne zaman dersen dönelim Ankara’ya. Annemin sözü var bana, bir kerecik de olsa tek başıma gideceğim okula. Sözünü tutmazsa gider arka odaya, masayla pencere arasına saklanırım bak. Fatoş Ablam beni bulunca pır yapar. Uçmak ne güzel şey değil mi baba?
Bir gün annemle beraber okula yürürken anneme ne sordum, biliyor musun? Büyüyünce bilim adamı olsam sence kendime kanat yapıp uçabilir miyim anne, dedim. Uçarsın tabii dedi. Sanki buraya da uçarak geldik ama hiç hayal ettiğim gibi değildi. Kanadı olmadan uçabilir mi insan? Belki burada senle beraber kanat yaparız kendimize. Kanatlarımızla uçarız Ankara’ya. Diyarbakır’dan gelen arkadaşlarının otobüsünü karşılayacaktık daha. Ayıp oldu onlara da. Çok beklememişlerdir, değil mi?
Annemle Sabahat Öğretmenim günlüğüme yazdığım mektupları bulmuşlar mıdır? “Annecim sen benim için her şeyi yaptın ama ben senin için hiç bir şey yapamadım. Niye hiç bilmiyorum çünkü benim elimden bir şey gelmedi. N’olur beni affet anne artık senin için her şeyi yapacağım” yazmıştım anneme. Sana da bir not yazmıştım... Şimdi söyleyemem, utandım. Pembe kilitli günlük almış diye amma söylenmiştim Fatoş Ablama. Kapağını hatırlıyor musun günlüğümün? Smiley World yazıyordu güle oynaya. Sayfaların çoğu boş kaldı. Dönünce bir sürü yazacağım. Yazar olsam beni beğenir misin baba? Annem gibi gizli bir şairim ben de aslında. Yazar da olayım avukat da bilim adamı da. Olamaz mıyım baba?
Çok susadım. Annemin elinden su içmek istiyorum. Ben gidip alamam. Çok uzağım suya. Hiç ayna asmazlar mı buraya? Evden çıkarken saçımı taramıştım. Sen de dur deyip arkasını düzeltmiştin ya, baksana, bozulmuş mu? Çok yakışıklı mıyım hâlâ? Beni kucağından hiç indirme, olur mu baba? Uyuyamam yoksa. Uyumazsam büyüyemem. Büyümezsem kanat yapamam sana bana. Ama bence büyüdüm. Yoksa nasıl giyinirdim sabah kendi başıma? Baba beni pır yapsana. Ama öyle bir yap ki uyandığımda Zelal Ablamı, Fatoş Ablamı, Diloş Ablamı, küçücük teyzem Emoş’u, en çok da annemi bulayım yanımda. Anneye kavuşunca her şeye kavuşmuş oluyor insan. Barışa bile. Değil mi? Bir şey desene be baba.
Not: Can Gürses, 10 Ekim 2015 Ankara Barış Mitingi katliamının en küçük kurbanı dokuz yaşındaki Muhammed Veysel Atılgan'ı, annesi Nezihe Atılgan, ablaları Fatma, Dilek, Zelal Atılgan, teyzesi Emine Doğan ve babasının dostu Yunus Akıl'dan, Ankara'da Veyseller'in Batıkent'teki evlerinde dinledi. Veysel için, öğretmeni Sabahat Yıldırım'la yine Batıkent'te bir araya gelen Can Gürses, Veysel'in Barış Mitingi'ne el ele gittiği, kucak kucağa öldürüldüğü babası İbrahim Atılgan'ın hikâyesini ayrıca kaleme alacak.
Son: * Bu yazı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Barış Mitingi'ne giderken katledilenlerin unutulmaması için hayata geçirdiği Barış Portreleri projesi kapsamında hazırlanan 101015ankara.org sitesinden alındı.