Söyleşi

ANAYASA MAHKEMESİ'NDE YALNIZ DEĞİLİM...

Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can, T24'ün sorularını yanıtladı.

18 Haziran 2010 03:00




Selin ONGUN - T24
[email protected]


Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can’ın “Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa değişikliğine ilişkin olası bir iptal kararını Meclis yok saysın” önerisi hukuki, teknik ve siyasi boyutu ile tartışma konusu oldu.

Süregelen tartışma, yine iki kutupla manşetlere taşındı; “Osman Can’a siyaset ve hukuk dünyasından destek yok” ya da “Osman Can’a bir destek daha var.”

Doçent Osman Can’a sorduk: “Siz Anayasa Mahkemesi’nde kaç kişisiniz ya da yalnız mısınız? Sizinle aynı fikirde olan fakat fikrini belli etmeyenler var mı?”

Can’ın www.t24.com.tr ‘ye verdiği yanıtı aktaralım: “Biz kaç kişiyiz; bunu cevaplandırmak doğru olmaz. Ama kendi adıma düşeni söyleyebilirim; ben Anayasa Mahkemesi’ne 2002 yılında geldim, bu zaman içinde üç başkanla çalıştım. Her üç başkan döneminde de görüşlerimi kamuoyuyla özgürce paylaştım (…) Hayır yalnız değilim, bu yanlış bir algı, ama bunu konuşmak yine yanlış olur. O nedenle şu kadarını söyleyeyim; bir şey var ki ben sekiz yıldır orada çalışıyorum.”

Tam burada akıllardan geçebilecek, “İktidar ve onun hukukçuları” bakışına da dokunduruyor Can: “Şu an itibariyle söylemlerimiz AK Parti iktidarının belli ölçülerde hoşuna gidiyor olabilir. Fakat yarın anayasa değişikliği kabul edilip artık hükümetin bu konuda bir bahanesi kalmadığı zaman, bizim taleplerimiz yine devam edecek. Bakalım o zaman hükümet ne diyecek? Turnusol kâğıtları, testler vardır; mesela 367 Anayasa Mahkemesi açısından bir hukuk, AK Parti için siyasal basiret testiydi; AK Parti ‘Yeni Anayasa’ testinde sınıfta kaldı. Yepyeni bir anayasa imkânını başörtüsü üzerinden feda etti. Parti kapatma davası yine aynı şekilde.”

Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can’ın www.t24.com.tr ‘nin  sorularına verdiği yanıtlar şöyle:


‘HSYK, Yargıtay, Danıştay korkusu olmasa üye sayımız bini aşardı’


- Demokrat Yargı Derneği’nin kaç üyesi var?

Şu an 50.

- Düşündüğünüz bir sayı mıydı bu?

Bunu büyük bir başarı sayıyoruz.

- Neden?

Yargının hiyerarşik ve militarist yapısını, özellikle üst yargı kurumlarının, demokrasi karşıtı tutumunu göz önünde bulundurduğunuzda 50 kişinin bir araya gelmesi büyük başarı.

- “Derneğinize katılmak istiyorum” deyip çekindiği için vazgeçen çok isim var mı?

Durum tam da bu aslında. Şu anki HSYK yargı üzerinde çok büyük bir baskı oluşturmamış olsaydı tahmin ediyorum ki Demokrat Yargı’nın üye sayısı binleri aşardı. 

- “Sizi destekliyoruz ama şimdilik ortada olmayalım” gibi değerlendirmeler mi duyuyorsunuz?

“Bir bakalım, anayasa değişiklikleri geçsin, daha sonra büyük bir mutlulukla size katılmak isteriz” diyen o kadar çok insan var ki.

- Meslektaşlarınız arasında bir korku mu var?

Tartışmasız korku var. HSYK korkusu, Yargıtay, Danıştay korkusu, kimileri açısından da Adalet Bakanlığı korkusu.


‘Adalet Bakanlığı da yargı üzerindeki baskı unsurlarından biri'


- Adalet Bakanlığı mı?

Tabii ki, Adalet Bakanlığı da yargı üzerindeki baskı unsurlarından biridir.

- Bunu sizden duyunca birçok insan şaşıracak?

Biz bugüne kadar Adalet Bakanlığı’nın, elindeki teftiş aygıtı ve hal kâğıdı uygulaması nedeniyle bir baskı unsuru olduğunu, oradaki bürokrasi sisteminin bütünüyle değiştirilmesi gerektiğini hep söyledik. Bunlar tüzüğümüzde de yazılı.

- Bu 50 üye Ankara’dan mı, Türkiye genelinden mi?

Ankara, genellikle HSYK filtresinden geçmiş olan hâkimlerin geldiği, yargıdaki kast sistemini besleyen bir yerdir. Bu şu demektir; Ankara’da olup da Demokrat Yargı’ya üye olabileceklerin sayısı azdır.

- Üyelerin kimlik bilgisi kamuya açık mı?

Değil.

- Neden?

Yine aynı neden; koruma duygusu.

- Diğer 50 üyeye “Osman Can muamelesi” yapılmasın diye mi?

Hayır, zaten biz Türkiye’nin gündemini belirlediğimizi düşünüyoruz. Kaldı ki ben de “Vay bana kötülük yapıyorlar, şu haksızlıklara uğradım” gibi bir edebiyat içinde değilim.


‘Biz Don Kişot’luk yapmıyoruz’


- Kendinizi Don Kişot gibi hissediyor musunuz?

Hayır, biz Don Kişot’luk yapmıyoruz. İllüzyonlarla uğraşmıyoruz. Hukuksuzluğa karşı hukuku, militarizme karşı demokrasiyi, baskıcılığa karşı özgürlüğü savunuyorsanız yaptığınız Don Kişot’luk değildir. Jeanne d’Arc’lık daha mı uygun bilmem; yani durumu o kadar da umutsuz bulmuyorum.


‘Derneğimizde ateistler de beş, vakit namazında olanlar da vardır’


- Üyeleriniz arasında Gülen cemaati mensubu olanlar bulunması sizi rahatsız eder mi?

Bizim temel esaslarımız belli;  hak ve özgürlükler için demokratik talepler, militarizm karşıtlığı. Bunlarla uyuşan her kim varsa bizim çatımızın altına girebilir. Burada ideolojik bir vesayet ortamı kuracak değiliz, zaten buna karşıyız. Derneğimiz içinde ateist insanlar vardır, beş vakit namazında olanlar vardır, rakısını içen vardır, alkol kullanmayan vardır, milliyetçi gelenekten gelip demokraside karar kılmış olanlar vardır, Ortodoks Stalinist gelenekten gelip demokraside karar kılanlar vardır. Bizim resmimiz bu.


‘Gülen cemaati katkıda bulunmak isterse, tartışıp, karar veririz’


- Derneğin masrafları nasıl karşılanıyor; hangi sermaye ile kuruldunuz?

Tamamen imece usulü diyebilirim. Tanıdığımız avukat çevrelerine, işadamlarına çok net biçimde talepte bulunduk, kaldı ki bizim bu konuda bir kompleksimiz yok. Bize yardımcı olabilecek herkesin yardımını kabul ederiz, kim olursa olsun.

- Gülen cemaatinden maddi konuda katkıda bulunma talebi alsanız?

Yönetim kurulunda tartışıp, karar veririz. Şeffaf biçimde de kamuoyuyla paylaşırız.


‘Anayasa Mahkemesi keyfi iktidar sürdürülecek bir yer değil’


- Ve o soru; “Osman Can, darbecilerden çok darbecilik yapmayın” dediği Anayasa Mahkemesi’nde, “Demokratik meşruiyeti olmadığını” söylediği bu kurumda neden çalışıyor?

Bu kurum orada çalışanların keyfi iktidarlarını sürdürebilecekleri bir yer değil,  Türk halkı adına, onun hukukuna ve demokratik taleplerine saygılı olarak çalışması gereken bir kurumdur. Dolayısıyla insanların beni oradan istifaya davet etmesinin bir gerekçesi olmalı. Bu gerekçenin kaynağı bizim söylemlerimize karşı olmak ise burada ciddi bir sorun var demektir. Yani “Darbeye dokundurtmam” demektir. Oysa biz orada hukuku hatırlatıyoruz.

- Siz orada kaç kişisiniz?

Nerede?

- Anayasa Mahkemesi’nde.

Biz kaç kişiyiz; bunu cevaplandırmak doğru olmaz. Ama kendi adıma düşeni söyleyebilirim; ben Anayasa Mahkemesi’ne 2002 yılında geldim, bu zaman içinde üç başkanla çalıştım. Her üç başkan döneminde de görüşlerimi kamuoyuyla özgürce paylaştım.


‘Anayasa Mahkemesi’nde yalnız değilim’


- “Siz kaç kişisiniz?” sorusunu şu nedenle sorduk; “Anayasa Mahkemesi’ndeki genel resmin karşısında bir tek raportör Osman Can var.” Bu ne kadar doğru bir algı; siz orada yalnız mısınız?

Hayır yalnız değilim, bu yanlış bir algı, ama bunu konuşmak yine yanlış olur.


‘Mahalle baskısının davranışlarımı belirlemesine izin vermem’


- Ya şu; “Osman Can fikirlerini açıkça söylüyor. Sekiz yıldır da orada çalışıyor. Demek ki bu mahkeme özgür, baskının olmadığı bir yer?”

Baskının iki bileşeni vardır; baskıyı yapan ve baskıya maruz kalan. Her ikisinin de kişiliği, duruşu, baskının niteliğini belirler. Dayandığınız argümanlar kamu hukuku teorisi ve demokrasi açısından sağlam ise baskılara net biçimde göğüs gerebilirsiniz. Baskı yapmak isteyenler de baskı yapmaktan çekinir. Diğer yandan, karakterim itibariyle “mahalle baskısı”, “uzaklaştırma psikolojisi” gibi durumlarım beni belirlemesine pek izin vermem.


‘Talat Aydemir örneğinde darbeye karşı net durmayı kastettim’


- Son olarak verdiğiniz “Talat Aydemir” örneği de bu ruh halinizden mi kaynaklandı; boş bulunup mu söylediniz?

Hayır, Talat Aydemir örneğini polemik konusu yapanlar için tekrar edeyim. Talat Aydemir olayında dikkat çekmek istediğim iki unsur var. Bir; orada hükümet önce Talat Aydemir’e müsamahakâr davranarak Aydemir’i emekliye sevk ediyor. İkincisinde, emekliye sevk edilen Aydemir rahat durmayıp asker içinde bir grup oluşturup yeniden darbeye teşebbüs edince, hükümet çok net bir tutumla gereğini yerine getiriyor. Darbe girişimini kararlı bir tutum göstererek ortadan kaldırıyor. Benim bu örnekte anlatmak istediğim şey bu;  2008 yılında Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı bir anayasa ihlali vardı. Hükümet, parlamento bunu bir şekilde problemli gördü ama sesini çıkartmadı. Fakat şimdi bu durumun tekrar etmemesi için parlamentonun, hükümetin, kamu güçlerinin seslerini net olarak ortaya koyması gerek. Yaptığım Talat Aydemir karşılaştırması budur. “Osman Can mahkeme üyelerini sonunuz Talat Aydemir gibi olur diyerek, tehdit etti” gibi yaklaşımlar bizim amacımızla ilgisiz.


‘Anayasa Mahkemesi’nde kim ne der; beni ilgilendirmez’


- Gazetelerin manşetindesiniz, Anayasa Mahkemesi’ne dair söylemlerinizi destekleyen de, şiddetle karşı çıkan da var. Şimdi zannediyoruz bu söyleşiden sonra işe gideceksiniz; hiçbir şey olmamış gibi “Günaydın” deyip çalışmanızı sürdürebilir misiniz?

Anayasa Mahkemesi’ne gittiğim zaman şu ya da bu kişi ne der; beni ilgilendirmez. Bizim gündemimizi bu tip yaklaşımlar etkilemez. 20 kişinin toplanıp gözdağı vermesinden de etkilenmeyiz ancak kendi argümanlarımızda teknik bir yanlışlık varsa oradan geri döneriz. Bundan da gocunmayız. Fakat şimdiye dek kimse “Bakın arkadaşlar bu söylediğiniz şu açıdan yanlış” gibi bir değerlendirme yapmadı.

- Başkan Haşim Kılıç’tan uyarı vs. aldınız mı?

Şu ana kadar bana kimse bu konuda bir şey söylemedi.


‘Bir şey var ki sekiz yıldır bu mahkemede çalışıyorum’


- Siz bu mahkemenin “istenmeyen çocuğu” musunuz yoksa sizinle aynı fikirde olan fakat fikrini belli etmeyenler mi var?

Bunu cevaplamak için orada çalışanların bana bakış açısını biliyor olmak gerek.

- İnsan çalıştığı yerde nasıl kabul gördüğünü bilmez mi?

Selin Hanım, karakterim itibariyle yalan söylemeyi ya da şu anda cevaplandıramadığım için “kıvırarak” yuvarlak laflar söyleyerek sorunuzu geçiştirmeyi doğru bulmam. Ancak sorunuza doğrudan bir yanıt vermek de uygunsuz olur. Başkaları adına konuşamam. O nedenle şu kadarını söyleyeyim; bir şey var ki ben sekiz yıldır orada çalışıyorum.


‘Gerekçe göstermeden, raportörlüğünüz sona ermiştir, diyebilirler’


- Şimdi son çıkışınız nedeniyle görevden alınamaz mısınız?

Gerekçe göstermeden “Raportörlüğünüz sona ermiştir, eşyalarınız toplayın” diyebilirler. Sayın Paksüt bunu çok net şekilde ifade etti. Mahkeme hiçbir gerekçe göstermek zorunda değil.

- Böyle bir şey bekliyor musunuz?

Her şey olabilir; göreceğiz. Ben 50 yıllık Anayasa Mahkemesi’nin kararlar arşivini tarayan biriyim. Anayasa Mahkemesi suya sabuna dokunmayan konularda bol bol özgürlük, hak, hukuk kavramlarını kullanır. Temel siyasal konularda ise Anayasa Mahkemesi’nin tutumu 27 Mayıs’ın yansımasıdır. Öyle ki darbecilerin ötesinde bir darbecilik tutumuyla hareket etmiştir mahkeme. Ama şimdi hiç olmazsa önünde bir şans var; belki Anayasa Mahkemesi bundan sonra beklenen işleviyle doğabilir.


‘Meclis kararı yok saysın demek yargıyı etkileme sayılmaz’


- Bu yaklaşımınızın, “Anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi iptal ederse Meclis kararı yok saysın" açıklamanız gibi, mahkemeye baskı, yargıyı etkileme girişimi gibi değerlendirilmesinin gerçekçi hiçbir yanı yok mu sizce?

Hiçbir gerçekçi yanı yok. İlk olarak yargısal süreçler, yalnızca kapalı yargı mekânlarında, yargıç dünyasında ve adliye veya yüksek mahkeme koridorlarında başlayıp biten kapalı devre uygulamaları olamaz. Yargısal süreç, yargıcın ve mahkemelerin öznel dünyası değildir. Verdikleri kararlar toplumu, siyaseti, ekonomiyi etkilemektedir.  Dolayısıyla yargısal süreçler topluma aittir ve toplumun bilgilenmesi, sorgulaması, eleştirmesi ve irdelemesiyle olanaklıdır. İkinci olarak da anayasayı bir kenara atıp, belirli bir amaca ulaşmak için davranmak yargılama değildir. Bu anlamda insanlara hukuku, anayasayı hatırlatmak da mahkemeye müdahale değildir. Çünkü anayasanın açık hükümlerini ortadan kaldırıcı bir işleme ve bunu sağlayan sürece yargılama denemez. Yargılama yasal sınırlar içinde var olabilir. Aksi takdirde “halk mahkemeleri”ne de mahkeme dememiz gerekir.


‘Osman Paksüt ve eşi hakkında fikir beyan edemem çünkü…’


- Osman Paksüt ve eşinin Ergenekon terör örgütü üyesi olduğunu düşünüyor musunuz siz?

Süregelen davalar ve yargılamalara ilişkin bir açıklamada bulunamayız.  Şimdi “Anayasa değişikliğini Anayasa Mahkemesi iptal ederse Meclis kararı “yok saysın, açıklaması neden bu kapsamda değil?” diye soracak olursanız aynı şeyi tekrar edeceğim. Bu bir yargılama değil, ama Ergenekon bir yargılamadır. İkinci olarak bu kişilere yapılan fiili bir isnat vardır. Bu isnadın gerçekleşip gerçekleşmediği konusunu ben bilmem. Bu konuda fikir beyan edemem.

- O halde rica ederek cevaplamanızı isteyelim; iktidar çevrelerinden doğrudan duyduğunuz bir şey mi; “Osman Bey, değerlendirmeleriniz çok değerli. Çekinmeden devam edin, sizi destekliyoruz?”

Biliyorsunuz genellikle basın üzerinden tepkilerini ortaya koyuyorlar. Bir de şu var; doğal yapım itibariyle bana destek veren insanlar dahi, desteğinin bireysel bir destek olduğuna vurgu yapmak zorunda. Benim birilerinin güdümünde kalmaktan hazzetmediğimi tüm çevrem bilir. Özellikle çalıştığım kurumdaki kişiler çok iyi bilir. Bu kişilerin çevresindeki siyasiler de herhalde bu konuda dolaylı olarak bilgi sahibidirler. Üstelik bu görüşümü 2008 yılının Kasım ayındaki bir konuşmamda, kimi Anayasa Mahkemesi üyeleri ve akademisyenlerin bulunduğu bir konferansta da dile getirmiştim.


‘Gündemimde şu an için AKP’de siyaset yapmak gibi bir şık yok’


- AKP’de siyaset yapmak, gelecek planlarınız içinde yer alır mı?

Ben bir bilim adamıyım ve bilim bünyesinde kalmayı devam ettirmek düşüncesindeyim. Bilimsel çalışmalarım konusunda belli bir tatmin sağladıktan sonra, örneğin 10 yıl sonra, karşımıza ne çıkar, kim kalır geriye; bilemeyiz. Ama benim gündemimde şu an için böyle bir şey yok.


‘Şimdilik söylemlerimiz AKP’nin hoşuna gidiyor olabilir ama…’


- Artık neredeyse rutin hale gelen bir konu; “Cübbenizi çıkarın, öyle siyaset yapın!” Fikirlerinizi paylaştığınız konulardan sonra Başbakan’dan böyle bir eleştiri almadınız hiç; bu çifte standart değil mi?

Siyasetimizde ve siyasilerimizin söylemlerinde çifte standart hep vardır. Fakat buradaki mesele belli: 2007’den itibaren Türkiye farklı bir noktaya doğru geldi; geleneksel militarist siyaset söylemini benimseyen 367’ciler ve bunun karşısında mücadele etmeye çalışanlar. Biz militarizme karşı çıktığımız için şu an itibariyle söylemlerimiz AK Parti iktidarının belli ölçülerde hoşuna gidiyor olabilir. Dolayısıyla bize şu ana kadar bu tip eleştiriler yapmamış olabilirler. Fakat yarın anayasa değişikliği kabul edilip artık hükümetin bu konuda bir bahanesi kalmadığı zaman, bizim taleplerimiz yine devam edecek. Bakalım o zaman hükümet ne diyecek?


‘AKP yepyeni bir anayasa imkânını başörtüsüne feda etti’


Turnusol kâğıtları, testler vardır; mesela 367 Anayasa Mahkemesi açısından bir hukuk, AK Parti için siyasal basiret testiydi; AK Parti “Yeni Anayasa” testinde sınıfta kaldı. Yepyeni bir anayasa imkânını başörtüsü üzerinden feda etti. Parti kapatma davası yine aynı şekilde. Her bir testte bir grup veya politik tutum, “demokratlık buraya kadar” deyip havlu atabiliyor. Önümüzdeki günlerde bu testler devam edecek, Demokrat Yargı’nın tutumu ise paradigmaya teslim olmadan, geleceğin Türkiyesi için “demokrasi ve özgürlük” demek olacaktır daima.


‘Söylemlerimiz yarın AK Parti’ye de batabilir’


- Bir yerden sonra hükümete batacak mısınız yani?

Muhtemelen batacağız. Çünkü iktidar kullananlar her zaman alanlarını genişletme çabası içine girer. O çabanın hukuk ve demokrasiyle çeliştiği yerde biz sesimizi yükseltiriz, o anlamda bizim söylemlerimiz yarın AK Parti’ye de batabilir.


'35. Madde olmasaydı ordu darbe yapmayacak mıydı?’


- Hemen güncelleyelim; AKP’nin İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesi’ni kaldırma sözüne rağmen kaldırmamasını tutarlı buluyor musunuz?


Tutarsız, ama işin temeline indiğimizde tutarlı. İç Hizmet Kanunu’nda 35. Madde olmasaydı ordu darbe yapmayacak mıydı? Ordunun darbe yapması anayasayı kaldırma girişimidir. Bir başka nokta; ceza kanununda da anayasal düzeni silah zoruyla değiştirme suçu vardır. Eski 146. Madde. Her darbe bu kanunu ihlal etmekti. Şimdi “Ordu 35. Madde nedeniyle kendisine yetki verilmemiş olsaydı harekete geçmeyecekti” demek biraz safça.

- Hükümetin bu maddeyi değiştirmemesi yönündeki tutumu sizin için eleştiri konusu olmaz mı?

Tabii ki eleştirilir, ama sorunun temeli farklı. O kanunu kaldırmakla bir şey değişmiyor. Çünkü zaten darbe hukuktan beslenmiyor. O yüzden o maddenin varlığı da yokluğu da aynı.

- Bu madde, askerin zihninde, “cumhuriyeti kollama vazifesi” üzerinden hiyerarşinin tepesine kendisini koymasına neden olmuyor mu? Bu madde siyasete müdahale eğilimini askerin zihninde meşrulaştırıp, seçilmiş organlara müdahaleyi adeta “vazife” haline getirmiyor mu?

Darbe hukuk dışılık, Anayasal çerçeveyi kendi gücü ve etkinliğiyle ortadan kaldırmak ve bunu tüm ülkeye geçerli kılabilmektir. Darbenin engellenmesini sağlayacak olan husus, kararlı bir siyaset, toplumsal meşruiyet konusunda duyarlı davranan bir siyaset, demokratikleştirilmiş bir yargı ile hem sivil denetime açılmış, hem de karar süreçlerinde sivil denetimi etkinleştirilmiş bir ordudur. Kast sistemiyle kapalı bir ideolojinin taşıyıcısı olarak kurgulandığı sürece, kendi ürettiği gerekliliklerle, yani durumdan vazife çıkarmak suretiyle, müdahaleyi hak görmeye başlar. Bu yönüyle yargı bundan farksızdır. Hiyerarşik ilişkiyi silah-siyaset-toplum olarak değil, toplum-siyaset-silah biçiminde tersine çevirirsek sorunu önemli ölçüde çözmüş oluruz. Tabii ki bu aynı zamanda müfredat ve sosyalleşme koşullarında atılacak adımlarla da beslenmeli.


Başsavcı Cihaner'in durumu konusunda Demokrat Yargı Derneği ne düşünüyor?


- Görüşünüzü merak ediyoruz; İlhan Cihaner davasında sizi rahatsız eden bir şey var mı? Örneğin İsmailağa-Gülen cemaati soruşturmasının “bunlar silahlı örgüt” iddiasıyla elinden alınması, sonra Cihaner’in defalarca açıkladığı gibi ortada silahlı bir örgüt olmadığının ortaya çıkması ve “silahlı örgüt” diyen savcının iddiaya muhatap bütün isimler hakkında “kovuşturmaya yer olmadığına” karar vermesi… Diğer yandan Cihaner hakkındaki çete iddialarının tamamıyla “gizli tanık” ifadelerine dayandırılması… Kürşat Bumin örneğin, Yeni Şafak’taki köşesinde sorguluyor bunları. Dernek olarak nasıl izliyorsunuz bu süreci?


Demokrat Yargı’nın bu konudaki tutumu oldukça net. Biz yaptığımız inceleme çalışmasında gerek Erzincan’daki soruşturmada, gerekse Erzurum’daki soruşturmada paradigma çatışmasının söz konusu olduğunu, aynı olaylara yönelik değerlendirmelere karşıt değer yargıları nedeniyle farklı anlamlar yüklendiğini, soruşturmaların yürütülüş biçiminin karşıt siyasal pozisyon tartışmalarına elverişli olduğunu söyledik. Bu bağlamda yargıda iki farklı politik tutumun bir hesaplaşma içinde olabileceğini, bunun yaratacağı ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabileceğimizi, tek çarenin ise çoğulcu bir yapıya imkân verecek acil bir yargı reformu olduğunu belirttik.


‘Cihaner'i tutuklamanın erken infaza dönüştüğünü söyledik’


Ayrıca tutuklama pratiğinin bir erken infaza dönüştüğünü, özel yetkili ağır ceza pratiğinin ise her bir elde farklı bir ideolojik silaha dönüşeceğini belirttik. Bunlara kulak verilmedi, yalnızca herkes kendi ideolojisinin haklı ve değerli olduğu yönünde kavgasını sürdürdü. Bizim bu sürecin dışında kalışımız dahi görülmeden, taraf halinde sunulmaya çalışıldık. Bu hastalıklı siyaset yapma biçimi, bugün artık bir gürültüye dönüşerek üzerimizde etkin olmaya çalışmaktadır. Oysa ki bizim yol haritamız tüzüğümüzde yazılıdır. Adımlarımızı uzun vadeli analizlere tabi tutanlar, söylemlerimizin yalnızca bugüne değil, yarına da bakan söylemler olduğunu görür.