Politika

Ana Akımların Ötesinde Siyaset: Küçük Siyasi Partiler

Ekin Kadir Selçuk - Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Doktora 2011 genel seçimleri küçük siyasi partiler için hezimetle sonuçlandı

07 Temmuz 2011 03:00


Teoman Ertuğrul Tulun (Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Doktora)
Ekin Kadir Selçuk
(Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Doktora)

2011 genel seçimleri küçük siyasi partiler için hezimetle sonuçlandı. Barajı geçerek Meclis’e girebilen partiler haricindeki diğer siyasal oluşumlar yüzde 1’in dahi altında kaldı. Bu rakamı yalnızca yüzde 1.24 ile Saadet Partisi aşmayı başardı. Oysa 2002 seçimlerinde barajın altında kalan dokuz parti yüzde 1’den fazla oy almıştı. 2007’de de parlamentoya giremeyen üç parti bu sayıyı geçmişti. Birçoklarınca 2011 seçimlerinde küçük partiler silinip gittiler. Onlar için yolun sonuna gelindiği söylenebilir mi gerçekten? 

Küçük siyasi partilerin ülke siyasetine yapabilecekleri katkılara, geleceklerine yönelik değerlendirmelere ana akım medya genellikle fazla ilgi göstermiyor.  Bilhassa yüzde 10 barajının uygulandığı bir ülkede yaşam mücadelesi veren bu farklı siyasi duruşlara sahip partilerin çoğulcu bir demokratik ortamın oluşması ve devamında varlıkları büyük önem taşımakta.

Küçük siyasi partiler varlıklarını sürdürebilmelerini sağlayan çeşitli özelliklere sahipler. Bunlardan biri boyutları nedeniyle birbirine daha fazla kenetlenmiş bir örgüt yapılarına sahip olmaları. Diğer bir tanesi ideolojik olarak daha homojen bir yapı arz etmeleri. Küçük siyasi oluşumların sorumlulukları TBMM'de temsilcileri bulunan siyasi partilere nazaran haliyle daha az. Dolayısıyla bu partiler birden fazla konuda herhangi bir siyasi bedel ödemeden sert ve arkasını getirmek zorunda olmadıkları yorumlar yapabilirler.

Pekiyi, bu partiler yukarıda yazılan avantajları kullanabiliyorlar mı? Buna evet demek çok mümkün değil. Günümüzde bu partilerin önündeki en önemli engellerden bir tanesi AK Parti’nin benimsediği siyaset anlayışı. Seçim döneminde de görüldüğü üzere AK Parti gerektiği takdirde süratli bir şekilde toplumun isteklerini okuyabilen ve söylemini de buna göre adapte edebilen bir siyasi parti. AK Parti’nin seçim sürecinin sonlarına doğru mecliste 330'ün üzerinde bir milletvekili sayısına ulaşmak için daha fazla kullanmaya başladığı milliyetçi söylem buna bir örnek teşkil etmekte.

Türkiye 2011 genel seçimlerine hiç olmadığı kadar kutuplaşmış bir siyasi ve sosyal ortamda girdi. Yeni dönemde şekillenecek TBMM'nin yeni bir anayasa yapma ihtimalinin bulunması bu kutuplaşmış ortamın oluşmasına büyük katkı sağladı. Böylesine gerilim yüklü bir ortamda ve yüzde 10 barajının olduğu bir siyasi sistemde ufak çaplı siyasi partilerin aldığı bu sonuç yadsınmamalı. Lakin kutuplaşmada sınıra gelindiği söylenebilir. Artık ya anayasa, siyasal şiddet gibi sorunlara kalıcı çözümler bulunacak ya da bulunması için yeni arayışlara bir yönelme olacak. Meclis’e giren partilere baktığımızda dokuz yıldır ülkeyi yöneten AK Parti’nin, başta partiyi neredeyse tek başına sürükleyen lideri olmak üzere, pek çok yöneticisinin bir sonraki seçimlerde aday olmayacağını biliyoruz. Yani gelecekte bir güçsüzleşme ihtimalinden söz edilebilir. Öte yandan CHP’yi yine oldukça karışık günler bekliyor. Şimdilik doğrudan Kılıçdaroğlu’nu hedef almasa bile Baykal-Sav ittifakının parti yönetimine müdahale etme ateşiyle yanıp tutuştuğu iddiası medyaya yansıyor. MHP’de de baraj geçilmesine rağmen Bahçeli’nin liderliğine dair bir güven bunalımı yaşanıyor. 

Buna bağlı olarak küçük siyasal oluşumlar gelecekte konumlarını sağlamlaştıracak imkanlara sahip olabilirler. Bir sonraki seçimlerde gerilimin azalması veya farklı seçeneklerin aranması imkan dahilinde gözüküyor. A&G Araştırma Şirketi’nin yaptığı sandık başı kamuoyu yoklaması ufak siyasi oluşumların seçmen gözünde hâlâ oy alma potansiyellerini koruduğunu göstermekte. Bu sonuçlara göre seçimde oy kullanan kişilerin yüzde 7'sinin ikinci tercihi Saadet Partisi, yüzde 4.2'sinin Has Parti ve yüzde 4'ünün tercihi DSP'dir. Araştırmanın ikinci önemli sonucu ise dört büyük partiye oy vermiş neredeyse her iki seçmenden birinin farklı bir seçim atmosferinde başka partiye oy vereceğini dillendirmesidir. 

Türkiye’de siyasetçilerin genellikle halkın istek ve arzularını yalnızca seçim dönemlerinde dinlemek gibi bir alışkanlıkları var. Küçük siyasi partiler de bu tarz siyaset anlayışını genellikle benimsiyorlar. Bu anlayıştan vazgeçmedikleri takdirde gelecekte siyasi sistemin içerisinde kendilerine yer bulmaları zor gözüküyor. Ancak halkla doğrudan bir diyalog kurdukları ve halkın sorunlarını Meclis’teki partilere yansıttıkları takdirde varlıklarını devam ettirme ve iktidar alternatifi olma şansına sahipler. Çünkü zaman içerisinde, siyasi partiler gibi seçmen de evrim geçirdi. Ne zaman biteceği belli olmayan kutuplaşmış bir sosyal ve siyasal sistemde artık idealler uğruna oylarının küçük partilerde kaybolmasını istemiyorlar. Ayrıca bu evrimin bir parçası olarak artık “müşteri” haline gelmiş seçmenlerin büyük çoğunluğu kendilerine hizmet verebilecek parti lehine oy kullanmayı tercih ediyor. Fakat bir seçmenin oy vermemesi o partinin söylemini dinlemediği anlamına gelmemekte. Her ne kadar düzenli olarak halkın nabzını yoklayan bir iktidar partisi mevcut ise de iktidarın öncellikleri her zaman halkın öncelikleriyle örtüşmeyebiliyor. Bu gecikmeden zarar görebilecek seçmenin önceliklerini iktidarın gündemine sokabilecek olan yapılanma ise küçük siyasi partilerde mevcut.  

Günümüzde bu tür özelliklere sahip siyasi partilerden bir tanesi Halkın Sesi Partisi’dir (HAS Parti). HAS Parti'yi diğer eski ya da yeni ufak siyasi oluşumlar arasında ön plana çıkaran çeşitli etmenler bulunmaktadır. Bunlardan biri kuruluşundan beri partinin halk ile arasında kurmaya çalıştığı diyalogdur. Bu diyalogun önemli bir göstergesi, partinin ciddi bir yenilgiden sonra bile, elde edilen sonuçtan halkı sorumlu tutan ve suçlayıcı bir üsluptan kaçınması. Nitekim sonuçları değerlendiren Genel Başkan Kurtulmuş, “Halkımız bize ‘Siz doğru şeyler söylüyorsunuz, çok iyi bir programınız var. Ama bir dahaki sefere,’ diyor. Sokakta karşılaştığımız bu söz sandığa yansıdı” şeklinde konuşmuştur.  Yeni bir siyasi oluşumun bu tarz bir dil benimsemesi partinin halka ders vermek yerine halkı anlamaya çalışmaya çalıştığının bir göstergesi olarak okunabilir. Bu tarz bir siyasi davranışın, kazandıracağı oy oranı ne olursa olsun, halk nezdinde belirli oranda karşılık bulması kaçınılmazdır. 

Bu tür özelliklere sahip ve yukarıda belirtilen yönlerini harekete geçiren ve geliştiren ufak çaplı siyasi partiler Türk siyasi sisteminin çoğulcu yapısının gelişmesine katkı sağlamanın ötesinde zor koşullar altında olsa kendi varlıklarını devam ettirebilecek ve zamanla bir iktidar alternatifi haline gelebileceklerdir.