Taraf gazetesi yazarı Alper Görmüş, Başdenetçi Mehmet Nihat Ömeroğlu'nun Dink davası ile ilgili açıklamalarını vicdani ve ideolojik defo olarak eleştirdi ve ombudsmanın işi develete karşı vatandaşı korumaktır hatırlatmasını yaptı.
İşte Alper Görmüş'ün "Ombudsman’ın vicdani ve ideolojik defoları..." başlıklı yazısı
Türkiye’nin ilk kamu başdenetçisi (ombudsmanı) Mehmet Nihat Ömeroğlu’nun, altında imzası bulunan o korkunç Hrant Dink kararında kendini savunmak için söylediği şeylerin en kan dondurucu olanı, bence Yeni Şafak’tan Burcu Bulut’un haberindeki şu cümlesiydi:
“Bilirsiniz, 301. Madde ‘Devletin Egemenlik Alâmetlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar’ı kapsar. Dink’in, ‘Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarda mevcuttur’ sözleri açıkça 301. Madde’nin ihlali demekti.”
Bu cümle hakikaten korkunç... Çünkü, Nihat Ömeroğlu’nun, Hrant Dink’i 301’den mahkûmiyete, oradan da ölüme götüren kararın üzerinde, onun ölümünden sonra da hiç düşünmediğini, hiçbir vicdan muhasebesi yapmadığını gösteriyor...
Yapsaydı eğer, alıntıladığı cümlenin Dink’in AGOS’ta yayımlanan “Ermeni Kimliği” ortak başlıklı sekiz makalesinin sonuncusundan cımbızlanan cümle olduğunu ve Dink’i ölüme bu cımbızlamanın götürdüğünü hiç değilse cinayet sonrasında anlar ve şimdi sadece o cümleye referansla “Dink, 301. Madde’yi ihlal etti” demezdi.
Bu savunma çizgisinde kalsaydı...
Ömeroğlu, Yeni Şafak’taki haberden üç dört gün önce AGOS’a verdiği demeçte, “kararın cinayete yol açacağını bilemeyeceğini” ifade etmişti.
Aynı demecinde, kararı “rutin uygulama” olarak nitelemiş, ceza dairesinden gelen kararların tümünün genel kurulda neredeyse otomatik olarak onaylandığı anlamına gelecek değerlendirmelerde bulunmuştu.
Ömeroğlu bu savunma çizgisinde kalsaydı, ona yöneltebileceğimiz eleştiriler, görev ve sorumluluklarının gereğini hakkıyla yerine getirmeyen bir devlet görevlisine yönelteceğimiz eleştiriler olurdu.
Fakat altına imza attığı kararın “cinayete yol açtığını” öğrendikten sonra dahi kararı didik didik etmemesi ve hâlâ o tek cümleye referansla konuşması her şeyi değiştiriyor... Bu noktada artık korkunç bir vicdan katılığıyla karşı karşıya kalıyoruz...
Bana sorabilirsiniz: “Nereden biliyorsun cinayetten sonra dönüp kararı didik didik etmediğini ve o sürecin sonunda bir kez daha ‘kararım doğruymuş’ kanaatine varmadığını...”
Bunu bana sorarsanız ben de size derim ki, o cümlenin içinde yer aldığı metnin tamamını okuyup da “kararım doğruymuş” sonucuna varmak imkânsızdır... Bu, ne kadar böyledir biliyor musunuz? “Abdest almadan namaza durmayın” diye yazan birini şeriat mahkemesinde “namaza durmayın” diye yazdığı gerekçesiyle cezalandırmak kadar böyledir!
İzninizle, belki biraz garipseyeceğiniz bir duygumu da burada sizinle paylaşmak istiyorum... Mesele bu kadar açıkken, Hrant’ın “Türklüğe hakaret etmediğini” mahkemeye sunulan bilirkişi raporuna ya da Avrupa İnsan hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararına referansla “göstermeye” çalışmak benim ağrıma gidiyor... Sanki ortada tartışmalı bir durum varmış da bir otoritenin hükmüne ihtiyaç duyuluyormuş gibi...
Cuma günü, Hrant Dink’in sekiz yazısından hareketle, onun “abdest almadan namaza durmayın” diye yazdığı hâlde, “namaza durmayın” diye yazdığını iddia eden bir hukuk tarafından cezalandırıldığını bir kez daha uzun uzun anlatacağım.
Yazıları okudu mu, okumadı mı?
Bir daha hatırlayalım:
Ömeroğlu, başka demeçlerinde, karara imza atarken o tek cümleye dayanmadığını, sekiz makalenin tümünü okuduğunu söylüyordu kendisini savunurken...
Oysa Yeni Şafak’a demecinde sadece o cümleye referansla “karar doğruydu” diyor ki, bu da şu üç ihtimalden birinin geçerli olduğunu gösteriyor:
Birinci ihtimal: Ömeroğlu ne karar sürecinde okumuştur o yazıları ne de Dink’in ölümünden sonra... Kararını sadece, iddianame ilk tanzim edildiğinde yegâne “delil” olarak gösterilen sekizinci yazının o ilk cümlesine dayanarak vermiştir. (Öteki yedi yazı, davanın açılmasından sonra Dink’in avukatlarının talebiyle girebilmişti dosyaya.)
İkinci ihtimal: Dediği gibi sekiz yazının sekizini de okumuştur, fakat akıl almaz bir dil duygusu eksikliği nedeniyle, yazıların tümünden “Türklüğe hakaret” sonucunu çıkarmıştır.
Üçüncü ihtimal: Yazıların tümünü okumuştur, dil duygusu da gayet yüksektir, dolayısıyla her şeyin farkındadır ve vicdani kanaati ortada hiçbir hakaretin olmadığı yönünde tecelli etmiştir; fakat bunu bile bile, “devletim”in talebi doğrultusunda davranmış ve basmıştır imzayı...
Buraya kadar yeni ombudsmanımızın vicdani defoları çerçevesinde kaldık... Bu son nokta ise bizi, onun ideolojik defoları kategorisine taşıyor...
“Devletimizi bu tarz şikâyetlerle lekelemeyin!”
Nihat Ömeroğlu, Yeni Şafak’a verdiği demecinde, Binnaz Toprak’ın meseleyi AİHM’e taşıma kararına bakın nasıl tepki göstermiş:
“Bu şahsıma değil, Türk devletine, hükümetine yapılan bir hakarettir. Böyle bir milletvekili olabilir mi? Türk devletinin adını bu şekilde karalamaya çalışması çok üzücü. Devletimizi bu tarz şikâyetlerle lekelemeyin. Bu şahsıma değil devlete yönelik bir suçlama olur. Ben Türk devleti için namusuyla çalışan ve yasalar neyi gerektiriyorsa onu uygulayan bir emekçiyim. Bundan ibaretim.”
Sayın bakalım beş cümlede kaç tane “devlet” geçmiş ve bunlar hangi bağlamda geçmiş, ardından da ombudsmanın işinin devlete karşı vatandaşları korumak olduğunu hatırlayın...
Sizce, bizim ombudsmanımız bunu başarabilir mi?