Kültür-Sanat

Alkışlar Ece Aksoy için

İstanbul’da yeme içme denince akla gelen ilk yerlerden Ece, otuzuncu yılını kutluyor. Mekana adı gibi bütün karakterini de veren Ece Aksoy, her şeye alkışlanmak için başlamış.

17 Kasım 2013 18:54

Asu Maro

(Milliyet - 17 Kasım 2013)
 
 
İstanbul’da yeme içme denince akla gelen ilk yerlerden Ece, otuzuncu yılını kutluyor. Mekana adı gibi bütün karakterini de veren Ece Aksoy, her şeye alkışlanmak için başlamış: “Alkışı artırmak için durmadan emek harcıyorum. Benim sahnem burası.”
Uzun saçları, boncuklarıyla, Kızılderili gibi bir kadın... Sert bakışlı... İlk anda çekinebilirsiniz biraz. Ama göz göze gelirseniz, o sert bakışların altında 5 yaşında bir çocuğun kahkaha attığını görürsünüz. Yaşını bilmeyen bir kız çocuğuyla otopark kahyasından en “seçkin” müşterisine kadar herkesin karnını doyurmadan rahat etmeyen bir “anne” aynı bünyede buluşmuştur. Bugün 30’uncu yılını kutlayan Ece’ye bir gelenin bir daha ondan kopamamasının en önemli sebebi budur.
İlle de bütün aç karınları doyurma isteği ona annesinden miras. Annesi Fatma Hanım’ı ya ocak başında hatırlıyor ya pazar dönüşünde. Babası Hüseyin Bey ise eve gelir gelmez “Ne yemek var?” diye soran bir adam. Ece II. Dünya Harbi sırasında bir 24 Şubat’ta İzmir’de doğmuş, yıl vermiyor. Beş çocuklu Şenay ailesinin en küçüğü.
 

İstanbul macerası 20 yaşında başladı

 
Annesinden Ece’ye ikinci miras, ucuza bol çeşit pişirme yeteneği. Mutfak merakı yok o zamanlar ama gördükleri kafasına yazılıyor olmalı ki evlendiği hafta ilk kez mutfağa girip koca bir aileye yemek verebiliyor. Tek falso, çiçeklerini ayıklamadığı enginarın böcekli olması...
Şimdilerde öykülerini Milliyet Sanat’ta okuduğumuz Ece’nin edebiyata merakı o yıllardan. Öyküler, şiirler yazıyor. Niyeti, İzmir Kız Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul’a okumaya gitmek, Edip Cansever’lerle, Turgut Uyar’larla tanışmak... Ama babasını
11 yaşında kaybedince para kazanması gerekiyor okumak yerine. İlk işi belediyede çöpçülere vardiya başlatmak. Arkasından batırılan bir sigorta acentesi denemesi. Gelecek hayali yok henüz. Bulduğu işte çalışmak zorunda.
Ama İstanbul’a gitmeyi çok gönülden dilemiş olmalı, Mobil Gaz’da çalışırken evlenip 20 yaşında İstanbul macerasına atılıyor. Evlilik iki yıl sürebiliyor. Kendi deyişiyle “kedi bünyeli” Ece, kocasının kıskançlıklarına dayanamayıp kaçıyor evden. Önce ablasının yanına gidiyor, sonra Haliç kıyısında demir fabrikasında iş bulup Nişantaşı’na yerleşiyor.
Evlenmeden önceki kısa İstanbul ziyaretlerinde Papirüs Bar’a gidip gelmeye, o hayranı olduğu yazarlarla, şairlerle aynı masalarda oturmaya başlamış. Güzel bir çıtır kız olarak onunla ilgilenen olmamış mı? “Ben öyle güzel bir çıtır kız pozunda değilim ki” diyor: “Kimse yaklaşamıyor, yaklaşsa da ben anlamazdan geliyorum. O insanların yaptıklarını seviyorum. Orada devamlı olmak için hiçbirinin olmamak lazım.”
Bir kez cesaret edip bir şiirini Edip Cansever’e okutuyor ama beklediği reaksiyonu alamayınca bir daha kimseye göstermiyor yazdıklarını. Çünkü o alkışlanırsa yoluna devam edebilenlerden.  
 

Ece Bar’ın açıldığı gece Etiler’de trafik tıkandı

 
Boşandıktan sonra tam bekarlık günlerinin tadını çıkaracak ki bir gün kapı çalınıyor: “Kocadan ayrılmışım, kendi başıma oturuyorum, akıllarına ilk gelen orospu olacağım. Bir baktım kapının önünde denklerle annem ve iki ablam.”
Ece kısa süre sonra gazeteci Tunca Aksoy ile nikah masasına oturuyor. Kızı Zeynep’in babası, 36 yaşında karaciğer şokundan ölen Tunca Aksoy... İşte öğle aralarında bezelye ayıklayıp akşam misafir ağırlıyor. Fethi Naci’ler, Melih Cevdet Anday’lar, dönemin gazetecileri, hep Ece’nin sofrasında doyuyor. “Gece yarısı Selahattin Hilav’ın Tunca’yla beraber sarhoş bir şekilde geldiğini, beni uyandırıp şiir okuttuklarını bilirim” diyor: “Aralarında tek kadındım ama benim de cinsiyetim yoktu ki. Yemeğimi beğeniyorlardı, alkışlıyorlardı, kaptan diyorlardı bana. Bir de kıyamıyordum, çoğu bekardı. Ev yemeği yedikleri zaman mutlu oluyordum.”
36’sında 5 yaşındaki kızıyla yalnız kalınca bir kez daha değişiyor hayat. Firmalara hediyelik eşya tasarlayıp üretiyor önce. Sonra kocasının yadigarı, can dostu Egemen Bostancı “Gel Şan Tiyatrosu’nun fuaye barını işlet” diyor, “Nasıl olsa evinde 20 kişi ağırlıyordun
her gün.”
 

Uzun ömürlü olmuyor bar

 
Bir yandan Hürriyet’e fotoroman yapıyor, müzikallerde işlerin ucundan tutuyor.
Ancak yeme içme işi girmiş kanına bir kere. Egemen Bostancı ile Günay Tuncel, Stüdyo 54’ü açıp “Gel bir katını bar yap” dediğinde tereddüt etmiyor. Ece Bar’ın açıldığı gece trafik tıkanıyor Etiler’de. Ece tıkır tıkır yüksek topuklar üzerinde, şık bir bar sahibesi... Bir saat sonra pabuçları atıp yalınayak servise giriyor... Sene 1984. İstanbul gece hayatında bir efsanenin doğuşu... Bütün sanatçılar, yazarlar, çizerler, reklamcılar orada... Caz yapılıyor, sabaha kadar süren jam session’lar...
Ece içinse sevdiği insanları bir arada görebildiği bir ev orası. Sabah 5’e kadar koştursa yorulmuyor. “Asılan olmuyor muydu peki?” sorusuna cevabı: “Yok. Herhalde bu duruşunla alakalı. Birisi asıldı, ısrar etti, Kürşat (Kutay), onunla da yedi sene beraber yaşadık”.
 

Küçük bir yer hayal ediyor

 
O dönemde Gölköy’de Ece Otel’i açıyor, bir gecede Etiler’deki Ece’yi kapatıp Arnavutköy’e taşınıyor. Sebep, artık Egemen Bostancı’yı kaybetmişler ve Günay Tuncel çıkan orkestralara karışmaya başlamış: “Benim istemediğim orkestra geldi bir gece. Dedim ki; ‘Sinirlenmeye gerek yok, bak stokuna ne kadar şampanyan var, sen de eğlen’.
O gece kimseden hesap almadım, bütün şampanyaları açtırdım, ‘Ece’nin son gecesi’ dedim. Çıkış o çıkış oradan.”
Mahalleli yaşatmıyor Ece’yi Arnavutköy’de. Bir buçuk yıl sonra geliyor meşhur Kuruçeşme günleri...
Üst katta pop, altta caz. Ama cazla eğlenen kalmamış artık... Mecburen Aynalı Meyhane yapıyor alt katı. Üç yıl da Sezen Aksu’nun önerisiyle Pakize Suda’yı çıkarıyor, yıkılıyor ortalık...
Yıllar geçiyor, işler azalıyor... O artık küçük bir yer hayal etmeye başlıyor... Mutfağa girsin, yemekler pişirsin... Ayak üstü bir yer olsun, insanlar geçerken uğrayabilsin... Bir gün bir işkembeci dükkanına takılıyor gözü... Asmalımescit Oteller Sokak, Numara 9.
“Bul kendine bir yer, destekleriz” diyen dostları var, Ekrem Çatay ve Berna Bora başta olmak üzere... Gözünü karartıp borç harç girişiyor işe... Ve 2007 nisanından beri tencere kaynıyor 9 Ece Aksoy’da. Ece’nin hayatının da yarısı mutfakta, yarısı pazarda geçiyor. Günübirlik gittiği pazarlar için 650-700 kilometre yaptığı oluyor. Değişik bir ot bulsun, daha önce görmediği bir domates, altın bulmuş gibi oluyor... Onu nasıl pişirdiğini anlatırken gözlerine bir bakın, evrenin sırrını keşfettiğinden emin olabilirsiniz. Hal böyle olunca, Financial Times’ın gurme yazarı bile lezzeti, “bütün İstanbul’un ayakları altında olduğu manzaralara karşı değil, bu egzozlu sokak arasında bulduğunu” yazıyor... Ece için işin püf noktası “Devamlı emek, devamlı çaba. Her insan alkışı sever. Ben de son zamanlarda yalnız bu konuda alkışlanıyorum. Alkışı artırmak için durmadan emek harcıyorum. Benim sahnem burası.”
 

Domatese kar yağdı, Onno patates

 
“Fatmagül’ün Suçu Ne?” dizisindeki kafenin menüsündeki yemek isimleri dikkatinizi çekmişse, Ece’nin yemekleriydi onlar. Mekanın müdavimlerinden senaryo yazarı Ece Yörenç izin alıp onları dizide kullanmış. Domatese kar yağdı, Ece’nin 30 yıllık salatası. Domates ile soğanı eksik bulup beyaz peynir rendelemiş üstüne, bakmış ki kar gibi duruyor: “Domatese kar yağdı” demiş. “Onno patates” ise Onno Tunç’un halka halka kestirip “Üzerine bol kekik serpelim, pirzola yemiş gibi oluruz” dediği patatesin adı. Bir de “O Şey” var, o da Ece, Yıldırım Türker ile Uğur Yücel’e annesinin yaptığı işkembeyi anlatırken çıkmış. Kızarmış pide üzeri işkembe ve  sarmısaklı yoğurt... Gide gele “O şeyden yok mu?” diye sordukları yemek menüye girmiş.
 

“Sezen’le barda yazdığımız şarkı var”

 
9 Ece Aksoy’da en çok sahan köfte ve domatese kar yağdı salatasını seven Sezen Aksu, Ece’nin kadim dostlarından biri. Şan Tiyatrosu’ndaki müzikallerde tanışmışlar: “Benim elimde büyüdü Sezen, içkiyi ilk içiren neredeyse benim. Kendisi de söyler ‘Evimin salonu gibiydi Ece Bar’ diye. Onno vardı o zamanlar, Mithat küçücüktü. Orada besteler yapılırdı, şarkılar söylenirdi. Hatta bir şarkımız bile var orada yapılan Onat (Kutlar), ben, Ersin Salman’ın sözünü yazdığı.
Ben kendi yazdığım satırı hatırlıyorum: Dokun bana, dokun n’olur, hasretinden öldüm.”
 

Aramızda olmayanların adı bulutlarda

 
Ece Bar’ın 30’uncu yılı bu akşam 9 Ece Aksoy’da kutlanacak. Ece şimdiden küçük turpları, domatesleri nasıl oyup içine salata dolduracağını anlatıyor ki, bilye kadar bir sebzeyi doldurup dolma yapabilen bir insandan söz ediyoruz, elinden kurtulur mu? 30 yıllık Ece Bar’cılar orada olacak ya, artık orada olamayanların isimleri de bulutlara yazılıp tavandan sarkıtılacak... “Eminim onlar da yukarıdan bizi izleyecek” diyor Ece, hafif buruk...
\