Yaşam

Ali Nesin; mesleğini çok seven bir matematikçinin dünyayı değiştirmeye bir köyden başlamasının hikâyesi

"Hiçbir zaman açım, üşüyorum, param yok gibi nedenlerle çalışmadığım olmadı, hep çalıştım..."

03 Temmuz 2016 11:05

Zeynep Miraç*

‘Babamı Sivas öldürdü"

Bundan tam 23 yıl önce Madımak katliamı yaşandığında ABD’deydi. Ona gönderilen mesajlardan öğrendi olup biteni. Deli gibi babasına ulaşmaya çalıştı, başaramadı. Saatler sonra çok sevdiği bir arkadaşının evine ulaştı ancak telefonu açan annesi oğlunun telefonunu vermedi. Nesin soyadıyla bağın oğluna zarar getireceğini düşünüyordu. Kahroldu Ali Nesin. Sonunda babasına ulaşmayı başardı. O gün hayatta kalmıştı Aziz Nesin ama geri kalan iki yılını her gün daha fazla çökerek geçirecekti. Sonunda “Babamı Sivas öldürdü” diyecekti Ali Nesin.

Babasının ölümü üzerine Türkiye’ye döndü. Vakfa sahip çıkmak gerekiyordu, ailede kendisinde başka kimse bu göreve hevesli değildi. Tam bu sırada Bilgi Üniversitesi’nin matematik bölümünü kurması istendi. Çıtayı olması gerektiği kadar yüksekte tutarak kurdu bölümü. Yılda en az on olağanüstü öğrenci yetiştirmeyi hayal ederken, her yıl ancak dört mezunla yetindi. İnsan kaynağının yetersiz olduğu ülkelerde çıtayı yüksek tutmanın karşılığı buydu ancak. Ancak ‘nefesi yetmeyen’ öğrencilerden hiçbir zaman şikâyet etmedi, “bir eğitimcinin öğrencilerinden yakınmaya hakkı yoktu” ona göre. Mademki eğitimciliğe soyundun, eğiteceksin! Babası ne demişti yıllar ve yıllar önce: “Bazı çocuklar meslekleriyle birlikte doğarlar. Kimi piyanisttir, kimi ressamdır. Ali de öğretmen olarak doğmuştur.”

Patlayan bombaların, kaybedilen canların, ambargo konan özgürlüklerin arasında bir umut varsa eğer; Ali Nesin gibiler sayesinde var.

Mesleğini çok seven bir matematikçinin dünyayı değiştirmeye bir köyden başlamasının hikâyesi ve öngörüleri, Türkiye’ye yeniden inanmanızı sağlayacak”. Elimdeki kitabın arka kapağında yazıyor bu cümle.

Kitabın adı “Ali Nesin / Matematik Köyü’nün Delisi”, yazarı Aslıhan Lodi. “Türkiye’ye yeniden inanmak”... Pek kolay görünmese de mümkün hâlâ. Patlayan bombaların, kaybedilen canların, ambargo konan özgürlüklerin arasında bir umut varsa eğer; Ali Nesin gibiler sayesinde var. OECD’nin Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Raporu’na göre matematikte 64 ülke arasında 45. sırada yer alan Türkiye’de, Matematik Köyü’nde yılda yedi bin öğrenciye ders veriyor. Nesin Vakfı’nda eğitim olanaklarından yoksun çocukların yetişmesini sağlıyor. Dört çocuğunun yanında vakıftaki ve Matematik Köyü’nde çocukların gelecekleri için de çırpınıyor. Çünkü o “ömrüne sığmayan” bir babanın dur durak bilmeden çalışan oğlu.

 

Ciddiye alınan çocuk

 

1957 doğumlu Ali Nesin, Aziz Nesin’in üçüncü çocuğu. Kalabalık bir evde büyüdü. Babasının ilk eşinden olan kardeşleri Oya ve Ateş, annesi, babası, kardeşi Ahmet... Eve 13 gazetenin girdiği, Aziz Nesin’in masa başında sürekli yazdığı, çalıştığı bir yaşam.

Okul için hiç çalışmayan ama hiç de boş durmayan bir çocuktu Ali Nesin. Resim yapardı, saatlerce kitap okurdu ya da kurduğu kimya laboratuvarında deneyler yapardı. Bir de Feneryolu’nda oturdukları evin etrafındaki boş arsalarda gün boyunca futbol oynardı. Evden sabah çıkıp akşama dönerdi. Kurulu saatle yemek yedirilip pedagogla yetiştirilen çocuklar kuşağı henüz gelmemişti.

Televizyon yoktu. Çocuklar kendi kendilerine oyalanırdı. Yetişkinlerin çocukları ayrı bir tür olarak gördüğü zamanlar da değildi. Onların sohbetlerine şahit olarak büyüdü. Kemal Tahir’in, Adnan Veli’nin, Ruhi Su’nun, Mehmet Ali Aybar’ın anlattıklarını henüz çocuk yaşlarda dinledi. Ciddiye alındığını hissediyordu, o da can kulağıyla dinleyerek karşılık veriyordu.

 

‘Hep çalıştım’

 

Annesiyle babasının boşanmalarından çok etkilendi. Bir yük gibi taşıdı bu olayı. İki evi olan bir evsiz gibi yaşadığı o yıl sınıfta kaldı. Bir yandan da bağımsızlığını kazanmıştı. Karışan görüşen yoktu, özgür bir ruh olarak yetişiyordu. Zor geçen Saint Joseph Lisesi yıllarında bir kişi hayatında önemli bir değişim yarattı: Matematik öğretmeni Hanri Matalon. Artık hayatını neye vakfetmek istediğini biliyordu. Öyle de yapacaktı. Zaten yaptığı her işe tutkuyla bağlanıyordu. Hatta İsviçre’de okumaya gitmeden önce Aziz Nesin oğlunu kenara çekip tutkulu insanların bir tutku uğruna hayatlarını ziyan edebileceklerini söyleyip onu uyarmıştı.

Liseyi İsviçre’de okurken havuç tarlasında, üzüm bağlarında çalıştı. Otostopla bütün Avrupa’yı dolaştı. Üniversite için adresi ise Paris’ti.

“Hayat imkân verdiği ölçüde matematik çalıştım” diye anlattı Aslıhan Lodi’ye, “Ama hiçbir zaman açım, üşüyorum, param yok gibi nedenlerle çalışmadığım olmadı. Hep çalıştım”.

Hiç parası yoktu. Çok uzun bir süre büyük yokluklar içinde yaşadı. Paris’in işgal edilmiş binaları olan squatt’larda kalıyordu. Ev arkadaşlarının hiçbirinin parası yoktu, kimin eline ne geçerse ortaktı. Okulla zayıf ilişkisi burada da sürdü. Okulun kapısından uğramıyor ama günde on saat matematik çalışıyordu.

Paris Diderot Üniversitesi’nden sonra ABD’ye, Yale Üniversitesi’nde gidip doktora yaptı. Kaliforniya Üniversitesi’nde ders verdi. 1986’da askerliğini yapmak üzere Türkiye’ye döndüğünde evlenmiş, iki çocuk sahibi olmuştu. Askerliği sırasında herkesin aynı şırıngayla aşılanmasına karşı çıktığı iddiasıyla askeri mahkemeye çıkarıldı, vatan hainliğiyle suçlandı, hapis yattı. Çıktıktan sonra da pasaport alamadığı için ABD’deki işine bir yıl dönemedi. Ancak özel derslerle sürdürebildi yaşamını.

 

Cezalar izinden ucuz!

 

Matematik Köyü’nün ilk tohumları 1998’de Antalya’daki bir yaz okuluyla atıldı. Ardından Bodrum, Gümüşlük, Şirince, Amasra, Bozcaada, Çanakkale yaz okulları geldi. Matematiği nasıl paylaşacağını bulmuştu.

Şirince’deki Matematik Köyü kurulurken devlet ne ormanı kiralamalarına izin verdi ne de kredi isteğini kabul etti. Zarar eden yıllar boyunca Ali Nesin zararı elde avuçta ne varsa satarak karşıladı. Resmi kurumlarla ilişkisini ise şöyle özetledi: “Süreç hep aynı; ceza kesiyorlar, rapor tutuyorlar, mahkemeye veriyorlar. Her yapılanı güler yüzle karşılıyoruz. Zaten tecrübeyle sabit olduğu üzere, cezaları ödemek izin almaktan daha ucuz!”

Şimdi yılın yarısından fazlasını Matematik Köyü’nde geçiriyor. Yazları 70 hoca ağırlıyorlar, yılda yedi bin öğrenci geliyor. Her ne kadar buradaki okulun bir ücreti olsa da “para yüzünden kimseyi reddetmeme ilkesi” nedeniyle çoğunlukla bu ücret alınmıyor. Köy, ancak bağışlarla ayakta duruyor.

 

Sisteme karşı değil!

 

Sanılanın aksine, yola ‘sisteme karşı çıkmak için’ çıkanlardan olmadığını söylüyor Ali Nesin. Tek bir koşulu var: “Sistem iyiye, doğruya, güzele engelse ve daha da önemlisi hayatımın amacını gerçekleştirmeme imkân tanımıyorsa, sistem mistem dinlemem, sonuçları ne olursa olsun.” Uzun yıllarını yurtdışında geçirdi ama kendini hiç Türkiye dışında bir yerli hissetmemişti. Her ne kadar Türkiye de ona büyük bir rahatlık sunmasa da burası eviydi. Dahası “buranın aptalları onun aptalları, cahilleri de onun cahilleriydi”.

Yine de zor oldu Türkiye’deki yaşamı. “Her zaman bu kadar dayanıklı değildim. Türkiye beni dayanıklı yaptı. İlk yıllar karakola, mahkemeye ifade vermeye gitmekten bile çekiniyordum. Şimdi umurumda bile değil” dese de canını sıkan nice olay yaşadı.

2005 yılında bir içki sofrasındaki tartışmada “Erdoğan demokrattır” dediği basına yansıdı, sonradan AKP’nin en büyük destekçilerinden olacak Sevilay Yükselir’in “Artık orası Aziz Nesin’in vakfı değil” yazısı üzerine vakfa bağışlar kesildi. 2007’de Matematik Köyü izinsiz olduğu gerekçesiyle mühürlendi, Nesin Vakfı’na türlü suçlamayla davalar açıldı. Gün geldi, kendini bunlardan soyutlamayı başardı:

“Artık sataşmalar umurumda bile değil, başta çok üzüyordu. Özellikle beni babamla karşılaştırdıklarında; ama şimdi alıştım. Ve bu karşılaştırmayı yapanlarda pek beyin kırıntısı olmadığını anladım. Zaten çoğunluk, zamanla fikir değiştiriyor, beni haklı buluyor, haklı bulmasa da fikir ayrılığına alışıyor. Bir de tabii somut bir şeyler yapıyorum. İnsanlar bunu çok umursuyor. Yani meyhane köşelerinde söylev çekerek vatan kurtarmıyorum, gençler için elimi taşın altına sokuyorum. Bu da beni bir nebze de olsa affetmelerini sağlıyor herhalde.”

Daha iyisi için... Genelde iyimser, tabloya baktığında iyi tarafını görmeyi tercih eden biri ama günün koşullarında akademik özgürlükle ilgili iyimser konuşmuyor. Hatta “12 Eylül’den beri böylesi de görülmedi” diyecek kadar kötümser bakıyor. Aziz Sancar gibi bir bilim adamının Türkiye’de yetişmesinin mümkün olmadığını düşünenlere o da katılıyor: “Sadece eğitim ya da araştırma imkânı olmadığından değil, hayat da müsaade etmezdi buna. Bilim insanı dediğin fildişi kulede yaşar. Yaşamsal dertleri olan bilim yapamaz.”

Oysa kendisi sadece kişisel yaşamsal dertlerinin değil onlarca, yüzlerce çocuğun dertlerinin peşinde koştururken bir yandan da matematiğin neferi olarak çabalıyor. Başka bir ülkede olsa el üstünde tutulup desteklenecekken bu çabayı rüzgara karşı yürüyerek yürütüyor. 2015 yılında Vehbi Koç Ödülü’nü aldığında yaptığı konuşmada “İyi işler yaptığımızın farkındayım. Daha iyisini yapamadığım için özür diliyorum, elimden bu kadarı geliyor. Ama daha iyisini yapacağız” demişti.

Havaalanında yaşanan saldırının ardından kontağı açmak için pazarlık eden taksi şoförlerinin, “ancak uğrunda ölen varsa” vatanın var olacağına inanan ‘devlet büyükleri’nin, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen ataların torunlarının ülkesinde hiçbir kazanç düşünmeden, sahip olduklarından feragat ederek, türlü güçlüğe göğüs gererek yaşayan biri var.

“Türkiye’ye yeniden inanmak” için. Çünkü dünya tüm felaketlere rağmen hâlâ dönüyorsa, Ali Nesin gibilerin yüzü suyu hürmetine dönüyor.


Bu yazı Cumhuriyet'te yayımlanmıştır