Ali Bulaç
(Zaman - 4 Ağustos 2012)
Başbakan'ı sevmek
Bu sorunun cevabını ancak ben verebilirim. Çünkü herkes kimi sevip sevmediğini kendisi bilebilir ancak. Dışarıdan birinin buna karar vermeye kalkışması isabetli olmaz.
Böyle bir suali sormak da esasında saçmadır. Ama Mehmet Ocaktan, iç dünyamı avucunun içine almış gibi buna karar verebiliyor. Allah onu affetsin, bugün İslamcılık tartışmasına devam etmeyi planlarken konuyu değiştirmeme sebep oldu, gündemi sabote etti. İslamcılık tartışması bu konudan çok daha hayırlıdır.
Belki de ilk defa medya ve belli çevreler Ramazan ayında saçma sapan, sun'i konuları gündeme getirip mübarek oruç ayını millete zehir edemediler. Yıllardır 1994 MGK'nın ana çerçevesini çizdiği konsept içinde malum bazı ilahiyatçılar Ramazan ayını ve Kurban Bayramı'nı millete zehir ediyorlardı. Hamdolsun etkileri kırıldı. Bu sene hayati meselelerimizi konuşuyoruz, kendi aramızda müzakeresini yapıyoruz. "İslamcılık tartışması" da seviyeyi düşürmeden bu meyanda sürüyorken, Star'dan Mehmet Ocaktan niyet okuyup sübjektif suçlamalarda bulunarak benim eleştirilerimi "R. Tayyip Erdoğan'ı sevmeyişime" bağladı. Ocaktan'ın bir miktar İslamî kültürü olduğunu biliyorum, şunu kendisine soruyorum: Efendimiz (sas) "Ben sizin kalbinizi yarıp içinde olanları bilemem, zahire göre hükmederim." derken, sen nasıl oluyor da benim Başbakan'ı sevmediğimi bilebildin? Yoksa ermiş misin?
AK Parti'yi eleştirmek R. Tayyip Erdoğan'ı sevmemek mi? Hayır. Daha önce bu köşede yazdım: "Zaman yazarı Başbakan'a çakmaz." Elbette "AK Parti"ye bir sitemim, bir eleştirim var: "Sitemim", 150 yıllık bir İslamcı mirasın enerjisini kullanırken, referansı reddedip özünde adil olmayan verili iktidarı hedeflemesidir. "Eleştirim", göçün ve kentin muhalefeti, umudu ve iddiası olan büyük bir toplumsal hareketin kurucu zihniyeti kendisine ait olmayan bir iktidarı kullanırken değişimci karakterini kaybedip muhafazakârlaşması; ahlakileştiremediği ve adilleştiremediği iktidar üzerinden toplumun sekülerleşmesine ve giderek Protestanlaşma sürecine girmesine -istemeden de olsa- katkıda bulunmasıdır.
"En nâsu alâ dini mülûkihim: İnsanlar yöneticilerinin dini üzeredir", başka deyişle "halk padişahın dinindendir". İktidarın yaslandığı zihniyet kitlelere sirayet eder. Bir süre sonra iktidarın arz ettiği şey talebe, halkın talebi iktidarın arzına dönüşür. Bu siyaseti yozlaştırır. Söz konusu kısır döngüden çıkış yolu "Batılı demokrasiler" değil, "Allah'ın muradına ve halkın iradesine dayalı müzakereci siyaset"tir.
Yalçın Akdoğan nazikâne serzenişlerinde haklı. Ama o da bilir ki AK Parti'yi eleştirmek hem haktır hem görevdir; R. Tayyip Erdoğan'a buğzetmek demek değildir. Aksine sevmektir. Bir söz var: Seni ağlatanın yanına git, güldürenden uzak dur. Sayın Erdoğan buna ne kadar riayet ediyor, bilemem.
Bugünlerde Başbakan'ı birileri fena halde dolduruşa getirmeye, İslamî cemaatlerle arasını açıp 10 yıllık performansı sona erdirmeye çalışıyor. Mehmet Ocaktan'ın son yazısı da bu kanaatimi pekiştirdi. Bildiğim bir şey varsa, Sayın Başbakan'ın etrafında örülen etten duvarı aşıp ona ulaşmanın neredeyse imkânsız olduğudur. Medya üzerinden yazılıp çizilenler, konuşulanlar da ona yanlış aksettiriliyor, sizin bir cümleniz üç cümle yorum içine yedirilerek ona sunuluyor. Ve bu teamül öyle boyutlara ulaştı ki, ifade özgürlüğünü yok ettiği gibi ekmeğinizle oynama noktasına ulaşmış bulunuyor. "Sayın Başbakan'ım filan kanalda aleyhinizde şu konuşuldu, hemen programı iptal ettirelim" diyorlar veya kendileri re'sen Başbakan'ın haberi olmadan arayıp programları iptal ettiriyorlar. Ocaktan ve etten duvar bizi medyadan tümüyle silip süpürmek mi istiyor? Korku imparatorluğunda da rızık Allah'tandır.
Fikir adamları partilerden daha ileride, partiler de devletten daha ileride olmalı, yazarlar partileri, partiler devleti değişen şartlara göre reform yapmaya zorlamalı. Bizim "Padişahım çok yaşa" diye bağırıp iktidarı köreltenler, partiyi devletin, fikir adamlarını partinin gerisine düşürüp Türkiye gemisini yüzdürebileceklerini sanıyorlar. Bu mümkün değildir. Sayın Başbakan bizim Kürt sorunu ve Suriye'ye ilişkin eleştirilerimizden haberdar olsaydı bugün bu noktada olmazdık. Başka konular da öyle.
Bir gün R. Tayyip Erdoğan'la görüşme fırsatımız olur elbet. Niyetim hayırlısıyla Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevini de tamamlasın, diğerleri gibi evine çekilsin. O zaman -ömür vefa ederse- onu ziyaret eder, helalleşiriz. Belki o güne kadar hatırat yayımlarım.
İşi ne hale getirdiler. "Ya sev ya terk et" veya "Beni sevmeyen ölsün" günlerine döndük...