Zaman yazarı Ali Bulaç, "toplumun stres biriktirdikçe kırıldı kırılacak bir fay hattına dönüştüğünü", "uğursuz bir elin durmadan fitne çarkını çevirip durduğunu” söyledi. Bulaç, “Sanki eski Türkiye'nin elemanları, asli aktörleri mezarlarından çıkmış da her şeye el koymuşlar gibi” dedi.
Bulaç yazısında, “Bu toplum eğer bir arada yaşamak istemiyorsa, ya da istiyor da bir taraf kendi arzularını ve çıkarlarını diğerlerine güç kullanarak kabul ettirme yolunu seçiyorsa, yasaların ve anayasaların bir faydası olmaz” ifadelerini kullandı.
Ali Bulaç’ın “Neden yeni bir anayasa?” başlığıyla yayımlanan (4 Ocak 2016) yazısı şöyle:
Geçen yazıda altını çizmeye çalıştığımız gibi “yeni bir anayasa” yapılacaksa eğer, öncelikle üzerinde odaklanmamız gereken konu, parlamenter sistem veya başkanlık konusu değil.
Odaklanacağımız konu daha iyi bir yönetim bulununcaya kadar demokratik asgari standartların korunması, hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin korunması ile ifade ve serbest muhalefet özgürlüğü ve hakkının teminat altına alınmasıdır.
İster kabul edelim ister etmeyelim; geldiğimiz nokta son derece kritik. Biz siyasetçi değiliz; mevcut siyasetçiler ve iktidar elemanlarına ilişkin tabii ki görüş ve değerlendirmelerimiz var ama biz bir iktidar mücadelesi vermiyoruz, dolayısıyla gelişmeleri gereğinden fazla abartmak doğru olmaz, abarttığımızı iddia eden varsa, o ya olup biteni halının altına süpürmek istiyor ya da acı gerçekleri görmüyor.
Türkiye, bölgede ve dünyada yapayalnız bir ülke konumuna düşmüş durumda. Biz buna “değerli yalnızlık” diyebiliriz, bu bizi belki psikolojik olarak rahatlatır, ne var ki bu son derece yanıltıcı bir rahatlıktır. Komşuları ve potansiyel dostları, kalıcı ittifaklar kurabileceği muhtemel partnerleriyle bu derece sorun yaşayan bir ülke uzun zaman altı boş kahramanlık türküleriyle yoluna devam edemez. Son birkaç yılda kırıp döktüğümüzü yarım asırda toparlayamayız. İsrail karşıtlığı üzerinden bölgede liderliğe oynarken, bugün “İsrail'le zorunlu dostluk” noktasına gelmişsek, durumun ne kadar trajik olduğunu göstermeye yeter.
Bölgesel yalnızlık ve çaresizlikten çok daha tehlikeli olanı toplumun sosyo-psikolojik olarak birbirinden nefret edecek kadar kutuplaşması ve maalesef ülkenin etnik ve bölgesel düzeyde bölünebilecek noktaya gelmiş olmasıdır. Toplum stres biriktirdikçe kırıldı kırılacak bir fay hattına dönüşüyor. Kırk yıllık dostluklar berhava olduğu gibi, evin içinde aileler bölündü, uğursuz bir el durmadan fitne çarkını çevirip duruyor. Sanki eski Türkiye'nin elemanları, asli aktörleri mezarlarından çıkmış da her şeye el koymuşlar gibi. Bütün olup bitenler tanıdık, çok partili parlamenter sisteme geçişimizle birlikte her 10-15 senede vuku bulanlar bugün de aynıyla vuku buluyor.
Ancak bu seferkinin topluma yansıyan, toplumun kılcal damarlarına, sinir uçlarına nüfuz eden boyutları var. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu ülkede kimin derdi varsa, bugün de aynı dertten mustarip. Kendilerini iktidarın himayesinde zanneden cemaatler içten içe ürperti duyuyor, inisiyatifi eline geçirmiş o bildik-eski elemanlar herkesi sıraya koymuş, tek tek herkesin hakkından geliyorlar. Aleviler umutlarını kesmiş durumda. Kürt meselesi hiç olmadığı kadar çığırından çıkmış gibi. Çok köklü bir perspektif, hatta bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız var. Aksi halde daha çok nefret ve şiddeti artırılmış güvenlikçi politikalar ile bir türlü sona ermeyen terör olayları kutuplaşmayı parçalanmaya, etnik sorunu bölünmeye götürmekten başka işe yaramayacak. Bu yöntem uzun yıllar denenmiş, iyi bir sonuç vermemiştir, denenmiş denenmez.
Yeni bir anayasaya ihtiyacımız olduğu açık. Ama bilmeliyiz ki yeni bir anayasa sihirli bir reçete olmayacak. Nasıl ilahi hükümler mushaflarda yazılı olarak duruyorsa, en iyi anayasa metinleri de öylece dururlar. Hükümleri ve yasaları harekete geçiren, onlara can katan insanların zihni tutumu, ahlaki eylemleri ve azimleridir. Anayasalar birer toplum sözleşmesi hükmündedirler, sözleşmeler ise bir arada yaşama iradesini beyan etmiş özgür tarafların kendi aralarında vardıkları mutabakat metinleri olarak kaleme alınır. Bu toplum eğer bir arada yaşamak istemiyorsa, ya da istiyor da bir taraf kendi arzularını ve çıkarlarını diğerlerine güç kullanarak kabul ettirme yolunu seçiyorsa, yasaların ve anayasaların bir faydası olmaz. Anayasayı yeni bir nikâh akdi gibi düşünmek lazım.
Anayasa yapımını salt başkanlık veya parlamenter sistemde devam eksenine oturtursak, bundan iyi bir metin çıkmayacağı açık. Sistem değişebilir ama değişmesi uygun usul ve yollar takip edilerek olursa, yeni sistem işe yaramaya başlar. Başkanlık veya yarı başkanlık dahil, seçeneklerin tümünü mümkün olan en geniş yelpazede ve özgürce rahatça tartışabileceğimiz bir zemine ihtiyacımız var.