Gazeteci Levent Gültekin, Atatürkçü, Alevi-Sünni, Ülkücü-Kürt, solcu ile dindarın el ele verip bir mücadele sürdürdüğünü belirterek, “Yüzde 49’un gücü umudumuzdur. Bu umudu, gerçeğe dönüştürmeliyiz” dedi.
Gültekin, "Hayır cephesi elini çabuk tutmalı ve ülke daha fazla yara almadan Türkiye'yi buradan geri döndürecek bir seçime zorlamalı iktidarı. Siyaseti yeniden etkin kılmalı" görüşünü dile getirdi.
Sözcü'den Özlem Gürses'in sorularını yanıtlayan (3 Mayıs 2017) Levent Gültekin'in açıklamaları şöyle:
– Ne çıktı sence referandumdan, ne mesaj verdi seçmen?
Sonuç bize, Tayyip Erdoğan için işlerin o kadar da kolay olmadığı gösterdi. Toplumun, bütün baskıya, tehdide, hakarete, işini kaybetme tehlikesine rağmen yalancı cennet vaadine kanmadığını gösterdi. İnançlı insanların “Evet demek farzdır” diyen din adamı kılıklı iktidar yandaşlarına kulak asmadığını gördük. Bugün itibarıyla Erdoğan'ın elinde artık yakıtı olmayan frensiz bir araç var. O araçla nasıl ve nereye kadar yol alacağını hep birlikte göreceğiz.
"Başarı 'Hayır' cephesinin"
– Referandumda bir hezimet ya da başarı var mı?
Ortada iki türlü başarı var. Birincisini, sonuca bakarak söyleyebiliriz. Buradaki başarı kuşkusuz “Hayır” cephesinin. Şöyle düşün; 100 kiloluk sıklette bir rakibin karşısına 20 kiloluk sıkletteki bir rakip çıktı ve hileli de olsa berabere kaldılar. Bir tarafın elinde devlet var. Devletin kasası var. Devletin imkanları var, oluk oluk para akıttılar. Buna rağmen toplumun yarısı boyun eğmedi tüm bunlara. Görülmemiş adaletsizlikte yapılan bir seçimle ‘Evet' hattının aldığı sonuç bu. İkinci başarı da toplumun. Erdoğan'ın bütün ülkenin tapusunu ele geçirme hırsı, hepimize toplum olarak birbirimizle konuşmayı öğretti. Alevi, Sünni, Kürt, Ülkücü, Atatürkçü, solcu, dindar, başı açık, başı kapalı el ele vererek bir mücadele sürdürdük Hayır cephesinde… Özgürlük mücadelesi verdik. Bu ülke bir kişinin, bir kesimin değil hepimizin” demeyi öğrendik. “Farklılıklarımız olmazsa buranın tadı tuzu olmaz” dedik. Bu anlayışla yeni dostluklar, yeni birliktelikler kurduk. Hepimiz geçmişte hatalar yaptık bu hataların farkına vardık. Konuşmalarımızı buna göre ayarlıyoruz artık. Demokrasinin kıymetini anladık. Özgürlüğün ne demek olduğunu fark ettik. Mücadele etmeyi, direnmeyi el ele vermeyi öğrendik. Az şey mi bunlar! Bir ülke için bundan daha büyük kazanım ne olabilir ki… Bundan sonra da bu birlikteliği sürdürmeli ve hatta daha da güçlendirmeliyiz.
"Elimizi çabuk tutmalıyız"
– Referandumda çıkan sonuç Türkiye'yi bundan sonra nasıl ve ne yönde etkileyecek?
Elbette çok negatif sonuçları olacak. Dünyada bütün yetkilerin bir kişide toplandığı ama refaha kavuşmuş tek bir ülke yok! Ekonomimiz etkilenecek, iç barışımız etkilenecek, sorunlarımız daha da büyüyecek, dünya ile kalan son bağlarımız da muhtemeldir ki kopacak. O nedenle Hayır cephesi elini çabuk tutmalı ve ülke daha fazla yara almadan Türkiye'yi buradan geri döndürecek bir seçime zorlamalı iktidarı. Siyaseti yeniden etkin kılmalı. Yeni bir anayasa hazırlayıp herkesin hakkını, hukukunu, inancını, dilini, kimliğini garanti altına alan, egemenliği de aynen 1923'teki gibi yeniden halka iade edecek bir anayasa hazırlığı içinde olmalı. Bugünün tek ve en hayati konusu budur bana sorarsan.
– Bugünden itibaren ‘Hayır'cılar ne yapabilir?
Hayırcılar bir iktidar mücadelesi vermiyor ki, bir demokrasi mücadelesi veriyor. Bu ülkede hep birlikte ağız tadı ile insan gibi yaşama mücadelesi veriyor. Dünyanın gelişmiş ülkeleri arasında saygın yerimizi almak için sahici işlerle ilgilenen aklını bu işlere yoran ülke olma mücadelesi veriyor. O nedenle bu mücadele bir referandum ile bitecek mücadele değil. Toplumun bütün kesimlerine ulaşıp demokrasinin, eşitliğin, özgürlüğün olduğu ülkelerin nasıl bir ülke olduğunu anlatmamız gerek. İçimize ekilen düşmanlıklardan kurtulmamız, farklı kesimden insanlarla diyaloğumuzu geliştirmemiz gerek. Bunun için konferanslara, seminerlere, ziyaretlere devam etmeliyiz. Yani Hayır kampanyası sürecinde ne yaptıysak ona aynen devam etmeliyiz… Toplum bu ortaçağdan kalma siyaset anlayışından bıkmış artık… Alevilerin sömürülmesinden de, Atatürkçülüğün istismar edilmesinden de, inancın siyaset malzemesi yapılmasından da bıkmış usanmış. O yüzden “inancımızı, mezhebimizi, ideolojimizi kalbimize gömüp bu ülkenin evladı olma ortak paydasında bir araya gelebiliriz” diyorum.
– Son olarak; senin hâlâ umudun var mı?
Referandum öncesine göre daha umutluyum. Yüzde 49'u görünce, ‘Hayır'ın gücünü görünce, hileyle azaltılmış olsa da “Bu ülkede hâlâ umut var” dedim. O umudu, gerçeğe dönüştürmeliyiz. Yoksa çocuklarımızın yüzüne bakamayız.
"Bizi inançlar değil;
bilim, sanat ve iyi eğitim kurtaracak"
– Sen sürekli Türkiye'yi geziyorsun. Hayır kampanyası sürecinde çok fazla konferans verdin. Ne anlatıyorsun konferanslarında insanlara?
100 yıldır bu ülkeyi hep birlikte nasıl hoyratça harcadığımızı anlatıyorum. İnanç, mezhep, ideoloji kavgası vermekten insan olmaya, insan gibi bir yaşam kurmaya fırsat bulamadığımızı anlatıyorum. Her dönemde liyakatin değil “bizden olanın” el üstünde tutulduğu bir anlayışın bizi nasıl yok olmanın eşiğine getirdiğini anlatıyorum. “Bizden olanın” kayrıldığı bir ülke olduğumuz için “iyi mühendis, iyi doktor, iyi öğretmen olmak yerine iyi Atatürkçü, iyi solcu, iyi sağcı, iyi dindar” olmayı seçtik. Bu ayrımları bir tarafa bırakalım. “Hepimiz bu ülkenin evladıyız” ortak paydasında ülkemizi yeniden yaşanabilir bir memleket yapalım diyorum.Her kesimden insan demokraside, özgürlükte, insan haklarında buluşabiliriz. Bizi inançlar, mezhepler, ideolojiler değil bilim, sanat, iyi eğitim kurtaracak. “Siyasetin bizi inanç, mezhep üzerinden bölmesine müsaade etmeyelim” diyorum. Ve insanlarla ilişkimizi inanç, ideoloji gibi kimlikler üzerinden değil iyi insan olup olmadığına bakarak kuralım. Bunları anlatıyorum. Çok da iyi tepkiler alıyorum.
"Mağduriyetler üzerinden
ortak hayat kuramayız"
– Muhafazakar mahalle 14 yıldır “Siz bize neler ettiniz…” diye yaşadıklarını anlatıyor. Sence haklılar mı?
Türkiye'de bütün kesimler mağdur edildi. Herkesin dışlandığı, aşağılandığı dönemler oldu. Alevilerin, Kürtlerin, solcuların ve dindar kesimin… Dindar kesim bir mağduriyet yaşadı mı? Elbette yaşadı. Ama hepimiz, bir başkasının mağduriyetine sağırdık. Çünkü siyasetçiler aramıza duvarlar örmüş, bizi birbirimize düşman ederek bir güzel gemilerini yüzdürüyorlardı. Dindar kesimin de ciddi mağduriyeti oldu. Sadece başörtülülerin okula alınmama meselesi değil, iş de bulamıyorlardı, vebalı muamelesi görüyorlardı. Bu muamelenin yarattığı bir travma var. Sadece bu da değil. En önemlisi kendini elit sayan bir zümrenin sırf inancından dolayı dindarlara tepeden bakması, küçümsemesi… Bütün bunların insanlar üzerinde yaratığı etki ve travma elbette büyük oluyor. Fakat mağduriyetler üzerinden ortak ve huzurlu bir hayat kuramayız bu ülkede. Evet, geçmişte hepimizin birbirimize karşı büyük hataları oldu. Hatalarımızı kabul edip üslubumuzu, tutumumuzu, yaklaşımımızı değiştirip işimize bakmamız lazım. İşimiz bu ülkeyi herkes için yaşanabilir yapmak!