Tarih profesörü Andrew Mango 11 yıllık AKP iktidarında siyasi istikrarın Gezi ile birlikte kırıldığını söyledi. Mango, Erdoğan’ın son kullanma tarihinin aşıldığını belirterek, “AKP içerisinde de Başbakan’ın son kullanma tarihini doldurduğuna dair bir düşünce oluştu. Bunu dile getiremiyor olsalar da söylem farklılıklarından görebiliyoruz” dedi.
Türkiye ve Atatürk hakkında yazdığı kitaplarla tanınan BBC Türkçe’nin eski bölüm başkanı ve tarih profesörü Andrew Mango, Birgün gazetesinden Ceren Büyüktetik’e konuştu.
Ceren Büyüktetik’in Andrew Mango ile yaptığı söyleşi şöyle:
AKP iktidarının 11 yıllık sürecinde ne değişti ?
Siyasi istikrar son günlere kadar korundu. En azından Gezi olaylarına kadar korundu diyebiliriz. Türkiye istikrarsızlıktan çok çekmişti. Özellikle ekonomide istikrar önemliydi. Ekonomik kalkınma bu iktidarın, partinin en büyük başarısı olmuştu. Bunu da Başbakan seçtiği ekonomistlere ve maliyecilere borçludur. Çoğu Amerika’da staj görmüş, eğitim almış kişilerdir. Başta Ali Babacan olmak üzere son derece becerikli ekonomik idareci grubunu ülkenin başına getirmiştir. Onlar ekonomik kalkınmayı sağlamıştır. Bu kalkınma büyük ölçüde yabancı sermayenin girmesiyle alakalıydı ancak bir rahatlama yarattı.
‘AKP askeri vesayeti kendisi için kaldırdı’
AKP siyasi bakımdan ‘Askeri vesayete son veriyoruz’ dedi ama şimdi iktidarın önünde fren kalmadı. Askeri vesayet bir fren unsuruydu ve bunu kendisi için kaldırdı. Son olarak da yargıyı ele geçirdi.
Gezi’yle nasıl bir kırılma yaşandı?
Gezi’den sonra siyasi istikrar bozuldu. Siyasi istikrar bozulursa ekonomik istikrar da bozulur. Gezi’deki protesto dalgası hükümeti sarstı ve var olan değişim beklentisi iyice belirginleşti. Başbakan’ın son kullanım tarihi aşıldı. Gezi bunu ortaya koydu. O da bu talebin farkına vararak korkuya kapıldı.
AKP’nin sıfır sorun politikası neden başarılı olamadı?
Dış politikada Başbakan’ın seçtiği danışman, Ahmet Davutoğlu aynı şekilde başarılı olamadı. İktidarın başında eski dış politikaya bağımlılık bir süre muhafaza edildi ancak bu uzun müddet devam etmedi. Komşularla sıfır sorun, Ortadoğu’da önderlik gibi fikirler öne çıktı. Bu da tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. Türkiye Osmanlı mirası dolayısıyla Ortadoğu’yu herkesden iyi biliyor, anlıyor, idare edebiliyor. AKP’de de biz Osmanlı torunuyuz, dolayısıyla Ortadoğu’yu herkesden iyi anlıyoruz şeklinde bir yaklaşım ortaya çıktı. Oysa yeni dış politika dış işleri bakanının Ortadoğu’yu hiç anlamadığını göstermiştir. Mesela Mısır’da Müslüman Kardeşler’i desteklemişti. İktidardan kovuldukları zaman bu beklenmiyordu. Suudi Arabistan’ı anlayan yok. ‘Irak’ın birliğini koruyacağız’ dendi o da olmadı. Suriye’de tamamen hesapsız iç savaşa girildi. Amerika’nın desteği arkadan gelecek diye beklendi ancak o destek de gelmedi. Hükümet Suriye’ye saplandı.
Tüm bu politikaların Batı’daki yansıması nedir?
Başbakan Erdoğan ‘Avrupa odaklı politika güdüyoruz’ dedi. Buna sadık kalmadı. Son zamanlarda tuhaf tuhaf yeni yaklaşımlar belirdi. ‘Rusya ve Kazakistan’la beraber gümrük birliği kuracağız’ dedi. ‘Avrasya Gümrük Birliğine gireriz’ diye beyanat verdi. Çin’le füze anlaşması yapması gibi adımları NATO’yu korkuttu. Eninde sonunda NATO’ya bağlı kalacak Türkiye. Ama bütün bu teşebbüsler korku yaratıyor.
Başbakan’ın söylemleri nasıl karşılanıyor?
Başbakan Putinvari ve Batı tarafından da otoriter bir lider olarak görülüyor. Ancak bu zamanla ortaya çıkan bir şey. Koltuğa yapışma sendromu. Yalnız Erdoğan’a özgü değil, Margaret Thatcher’da da aynı örneği görmüştük. Hatta 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Churchill Başbakan olduğunda zorla istifa ettirilmiş. O da bırakmak istemedi. Tarih bunun örnekleriyle dolu.
Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Gül ve AKP kurmaylarıyla birbirine zıt söylemleri parti içerisinde bu tür bir beklenti oluştuğuna mu işaret ediyor?
Erdoğan’ı Cumhurbaşkan’ı Gül’den ayırmak lazım. Gül daha kapsayıcı, ancak Erdoğan’ın istediği şahsi iktidar. Hiç freni olmayan bir iktidar. Putin egosu bu. Chavez’i de halk seçti ve ondan sonra ‘İstediğimi yaparım’ dedi. Tek başına seçim yetmez. Sandık lazım ancak sandık demokrasi için yeterli değildir. Amerika’da kongre, İngiltere’de de yargı bu gücü dengeliyor mesela.
'Tehlike çanları çalıyor'
İngiltere’de Margaret Thatcher’ı kendi partisi istifa ettirmişti. AKP de aynen Erdoğan’ı istifa ettirebilir. AKP içerisinde de Başbakan’ın son kullanma tarihini doldurduğuna dair bir düşünce oluştu. Bunu dile getiremiyor olsalar da söylem farklılıklarından görebiliyoruz. Kurmaylar da kendi siyasi geleceklerini kurtarmak zorundalar. Bu nedenle ‘Başbakan’ın hizmetini takdir ediyoruz ancak bu kadar’ düşüncesi içindeler. Erdoğan için tehlike çanları çalıyor. Partisinin istifa et demesi yakındır. Bunun gümbür gümbür geldiğini kurmaylarıyla arasındaki söylem farklılıklarından görüyoruz.
Erdoğan'ın hala çok güçlü bir destekçi kitlesi var. Tüm bu baskıcı söylemlere rağmen bu desteği nasıl koruyor?
Başbakan’a destekten ziyade vatandaş cüzdanıyla oy veriyor. Parasını düşünerek yani. Ekonomik sıkıntı duyacak olursa destek o derece azalır. Vatandaşın gerek altyapıda gerekse hayat şartlarında büyük bir düzelme yaşandı AKP döneminde. Bu formül bozulursa destek azalır ki bozulmak üzere.
AKP çözüm sürecini doğru yönetiyor mu? Kandil ve BDP’den oyalama sürecine dönüştüğüne ilişkin açıklamalar var..
Kürt açılımı bu iktidarın inkar edilemeyecek büyük bir başarısıdır. Çünkü Kürt milliyetçiliği bir olgudur. Onunla yanyana yaşamak lazım. Daha önce bu yönde birşey yapılmamıştı. Bunun bir sonucu olarak Türkiye Kuzey Irak’daki Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile son derece verimli bir işbirliği kurdu. Gelecekte Kuzey Irak ile Suriye’de Kürtlerlerin yaşadığı bölgeleri Türkiye’nin ekonomik sahası içine girecektir. Bu da 1. Dünya Savaşı’yla çizilen sınırların değişmesi anlamına gelecektir. Bütün Osmanlı Kürtleri Türkiye’nin bünyesi içine alınabilir. Oyalama var ama yine de gerilla savaşı durdu. Daha önce böyle birşey yapılmamıştı. Belki mehter takımı gibi iki adım ileri bir geri taktik ama yine de ilerleme var.