Gündem

AKP'li Yasin Aktay: Savaş karşıtlığı kadar ikiyüzlü, sahtekar bir söylem veya ideoloji yok!

"Savaşa her türlü karşı olmak bu mücadelenin ahlaki gerekliliğini inkar etmek anlamına geliyor"

31 Ocak 2018 17:05

Yani Şaka yazarı Yasin Aktay, Türk Tabipleri Birliği'ni Afrin operasyonuna yönelik yayınladığı bildirgeyi değerlendirerek, "Savaş karşıtlığı kadar ikiyüzlü, sahtekar ve tutarsız bir hareket, bir söylem veya ideoloji daha yoktur herhalde" dedi. Aktay, "Savaşa her türlü karşı olmak bu mücadelenin ahlaki  gerekliliğini hatta zorunluluğunu inkar etmek anlamına geliyor" yorumunda bulundu. 

Aktay'ın "Savaş karşıtlarının ahlaki sefaleti" başlığıyla yayımlanan (31 Ocak 2018) yazısı şöyle:

Savaş karşıtlığı kadar ikiyüzlü, sahtekar ve tutarsız bir hareket, bir söylem veya ideoloji daha yoktur herhalde. Tabi bireysel olarak hatta bir grup olarak dünyada hiç kimseyle hiçbir alıp veremeyeceği olmadığını söyleyerek dünya batsa umurunda olmadığı için, geleni gidenden, gideni gelenden ayırt etmediği için, hiçbir kavganın taraftarı olmadığı için, savaşa karşı felsefi bir kynik tutum takınanlardan bahsetmiyoruz. Gerçi bu tutumu takınmanın bedeli de haklı ile haksız arasında tarafsız ve kayıtsız kalmak dolayısıyla aslında hakim olan haksızın yanında fiilen durmaktan başkası değildir.

Biraz fikri, duruşu, tutarlığı olan kategorik olarak savaşa değil, kendi tanımı ve bakışıyla da olsa haksızlığa, adaletsizliğe, saldırganlığa, tecavüze, zulme karşı olur. Haksızlık, zulüm, adaletsizlik, saldırganlık, tecavüz ve işgal dünyadan hiç eksik olmadığına göre savaşa karşı olmak fiilen bütün bu olup bitenlere razı olmak, veya onların yanında yer almaktan başka bir sonuç vermez. Savaş karşıtlığını kategorik ve felsefi olarak savunanların sonu da kaçınılmaz olarak budur ki, bunu bir hareket olarak ortaya koyanların hemen hepsinin arkaplanında mutlaka başka savaşan gruplara verilen dolaylı bir destek vardır.

Kendi tuttukları tarafın kaybetme ihtimali ortaya belirdiğinde ortaya çıkarlar ve savaş karşıtlığı gibi görünürde kendinden menkul bir erdemi olan söyleme sarılırlar. Oysa tam da bundan dolayı savaş karşıtlığının hiçbir erdemli tarafı yoktur.

Dünyada haksızlığa, zulme, adaletsizliğe, tecavüze, işgale karşı çıkmak, onlara karşı mücadele vermek, onların zulmünü engelleyebilme yolunda elinden geleni ardına koymamak insanı insan yapan bir erdemdir. Bu erdem ise kaçınılmaz olarak zalimlerle, işgalcilerle savaşı göze almayı, savaşa hazır olmayı da gerektirir. Savaşa her türlü karşı olmak bu mücadelenin ahlaki  gerekliliğini hatta zorunluluğunu inkar etmek anlamına geliyor.

Tabipler Birliğinin ve Ortadoğu’daki en gözü kara ve eli kanlı PKK-PYD’ye sırtını dayamış olan HDP’lilerin Türkiye’nin Afrin’e Zeytin Dalı Operasyonuyla bir anda depreşen savaş karşıtlığı tek başına savaş karşıtlığı denilen bu söylemin veya hareketin sahtekarlığını göstermeye yeter de artar bile.

Sanki bu savaşı Türkiye başlatmış ve sanki bir tek Türkiye’nin kararıyla bitecekmiş gibi. Suriye’deki savaş başlayalı 7 yıl geçmiş. Dünyanın öbür ucundan gelip buralarda her türlü savaş silahını komşularımız üzerinde acımasızca deneyen ülkesinden başlayın, savaşa katılmayan kalmamış.

Halbuki, savaşın bütün insani ve ekonomik maliyetini en fazla ödeyen ülke Türkiye. Ülkede üç buçuk milyon Suriyeli barındırıyor olmak dolayısıyla aslında artık Suriye’de olup biten herşey doğrudan Türkiye’nin dış sorunu değil, doğrudan iç sorunu haline gelmiş. Dünyanın öbür ucundan gelen ülke Türkiye’ye karşı kırk yıldır terör estiren bir örgüte 5000 tır dolusu silah veriyor. Bu verilen silahlar hem Suriye içinde hem Türkiye’deki terör saldırılarında kullanılıyor. Bunlarda en ufak bir savaş karşıtlığı söylem yok.

HDP çözüm sürecinin atmosferinde girilen seçimde 80 milletvekiliyle Mecliste temsil imkanı buldu. Bu yolla siyaset için olağanüstü bir fırsat yakalamışken terör ve profesyonel savaş makinası PKK’nın “özyönetim” macerasının peşine takılarak şehirlerimizi savaş alanına çeviren terör dalgasının üzerinde sörf yapmayı siyasete tercih etti. O güzelim şehirlere o çukurlar kazılıp, o çukurlara gencecik Kürt gençleri ellerine tutuşturulan silahlarla yerleştirilirken bu kesimlerden savaş karşıtı bir nara, bir çığlık, bir ses duymadık. PKK’ya dönüp savaşı durdur, siyaset için geniş bir alan var artık diyemedi.

O zaman da çukurlar kazılırken duyulmayan savaş karşıtı barışçı sesler, devlet bu işgali bitirmek için harekete geçtiğinde bir uğultu şeklinde harekete geçti.

Kalkmış savaşın ne kadar kötü olduğunu ve savaştan insanların ne kadar kötü etkilendiğini anlatıyorlar. İyi de bunu en son muhataba, savaşa en son aşamada katılmak zorunda kalan Türkiye’ye anlatıyorlar. ABD’ye anlatsanıza. ABD beş bin tır dolusu silahı PYD-PKK terör örgütüne kime karşı kullanmak için verdi acaba?

Neden bu soruyu bir de onlardan duymadık hiç? O silahların birinci derecede Türkiye’yi tehdit ettiğini kim bilmez, kim anlamaz? Savaş karşıtlığı söylemi çoğu kez olduğu gibi burada da savaşı başlatanlara, savaşın, işgalin ve haksızlığın sebebi olanlara karşı değil onların mağduru olanlar kendilerini savunmaya kalkıştığında harekete geçmiş oluyor.

15 Temmuz’da PYD ve FETÖ arasında açık bir işbölümü kurulmuştu. FETÖ darbeyi yapacak, çıkacak karışıklıktan PYD hem Suriye içindeki terör koridorunu tamamlayacak, bu koridor Türkiye’nin Güneydoğu’sundan yaşanacak kopmayla genişletilmiş olacaktı.

Bu plan adım adım işliyordu, 15 Temmuz’da halkın direnişi bir çuval inciri berbat etmiş oldu, darbe teşebbüsünün çökmesi bu planın en azından kotarılabilecek kısımlarından vazgeçildiği anlamına gelmiyor.

Türkiye en hafif deyimiyle kendini savunmak için savaşırken kendi ana muhalefet partisi bu savunmayı zaafa uğratacak şekilde barışın erdeminden bahsediyor. Savunma esnasında barıştan bahsetmek teslim olmayı istemekten başka bir anlama gelmiyor.

Onlar teslim olmuş olabilirler, ama Türkiye teslim olmayacaktır.