17 Nisan 2016 11:16
Mevcut sistemin dayandığı dinamiklerin cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle ortadan kalktığını iddia eden AKP Sözcüsü ve Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, “Yürütme, yasama bütün güç bizdeyken bile değişiklik arıyorsak, demek ki istediğimiz daha fazla güç değil, daha iyi bir sistem” diye konuştu. Bizim resmi görüşümüz başkanlık sistemi diyen Ömer Çelik, "Kuvvetler ayrılığı ortadan kalkacak diye yeni sistem tartışmalarının önünü tıkamaya çalışanlar bilsinler ki ortada bir kuvvetler ayrılığı yok. İktidar partisi yasamayı da alıyor, yürütmeyi de alıyor eline" görüşünü dile getirdi.
Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan'a konuşan Ömer Çelik, "Aynı parti içinden çıkmış Cumhurbaşkanı ve Başbakan da olsa bu tamamen iyi niyetle yürür. Şimdi de öyle oluyor. Netice itibarıyla sadece Cumhurbaşkanlığı makamı açısından değil, Başbakanlık makamı açısından, bakanlar açısından bütün yetki-sorumluluk dengesinin net bir şekilde tanımlanması gerekiyor" dedi.
Serpil Çevikcan'ın Ömer Çelik'le yaptığı söyleşi şöyle:
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik’le, yeni anayasa ağırlıklı bir söyleşi için buluştuk.
Çelik, aynı zamanda “Erdoğan ile Başkanlık” konusunu 18 yıl önce ilk kez ifade eden isim.
Gündemin sıcak konuları olan Cumhurbaşkanı-Başbakan diyaloğu, AP’nin son raporu ve terörle mücadele konularındaki görüşlerini de kaydettim.
Çelik’in değerlendirmeleri özetle şöyle:
Avrupa Parlamentosu raporunda beklentimiz her zaman Türkiye ile AB arasında stratejik bir bakış açısı geliştirmesi olur. Ama siz katılım süreci ifadesini bile kaldırıp müzakere süreci ifadesini koyduğunuz andan itibaren Türkiye’ye dönük bir önyargı ve ideolojik yaklaşım yüklemiş oluyorsunuz. Türkiye-AB ilişkilerinde ortaya çıkan yeni ivmenin önünü açmak yerine, buna set çeken bir rapor. Cumhurbaşkanımıza dönük değerlendirmelerle, PYD’yi himaye eden değerlendirmelerle, sözde Ermeni soykırımına atıfla bölgedeki tansiyonu devam ettirmeye dönük değerlendirmelerle bir raporun ortaya çıkmasının, bu ilişkileri teşvik edici, ifade özgürlüğü ve demokratik değerler konusunda hassasiyetle yaklaşan bir değerlendirme olduğunu düşünmüyoruz. İfade, basın hürriyeti ve yargı konusunda her ülkenin alması gereken yolların ucu açıktır. Biz ifade özgürlüğünün mağduru olan bir kadroyuz, önünün açılması konusunda son derece ciddi mücadele vererek gelmiş durumdayız. Basına adını koyamadıkları, sadece duyumlarla hareket ettikleri bir baskı olduğu şeklinde bir önyargıları var. İktidarla basın ilişkisi dünyanın her yerinde gerilimlidir. Bu kendi diyalektiği içerisinde süren bir ilişkidir. Birbirlerinin hassasiyetlerini anlamaya dönük kanallar vardır. Ben tabii ki şunu kabul ediyorum. Basın hürriyetinin olmadığı yerde demokrasi olmaz.
Bir gazetemiz “Türkiye’ye Doğu’ya kayıyor” diye manşet atıyor. Türkiye Arap Baharı’nın gelişini gördü ve bir iç değerlendirme yaptı. Suriye politikasını oluşturdu. O zaman Türkiye’ye Esad’la niye görüşüyorsun diyenler Esad bir katliama giriştikten sonra Türkiye’nin ilişkisini eleştirmeye başladılar. Dolayısıyla, bizim burada bire bir her alanda Batılı dostlarımızla aynı politikaları uygulamamız mümkün değil. PYD meselesinde olduğu gibi. Bu bir politik ayrım olduğunda o zaman görüyorsunuz ki bu eleştiriler bu AB raporunda olduğu gibi, dayanağı olmayan, ya da reformla halledilebilecek süreçlerin Türkiye-AB müzakerelerinin önünü tıkayacak şekilde raporlaştırılmasıyla sürdürülmeye çalışılıyor. Erdoğan karşıtlığı böyle bir mesele. Geçmişte Türkiye’de kendi çıkarları uğruna Türkiye’nin demokratikleşmesini engelleyenler, bu vesayeti kaldıran liderliği yapan, en zor zamanlarda çözüm sürecini başlatan Cumhurbaşkanımızı hedef alıyor. Erdoğan figürüne saldırılmasını, Türkiye’nin müstakil politikaları konusundaki ısrarından vazgeçmesi şeklinde bir mesaj olarak okuyoruz. Benim 18 sene evvelki röportajımı yazdınız. O zaman Tayyip Erdoğan’ın bir sonraki seçimlere giremeyebileceği, yasaklanabileceği söylenebiliyordu henüz dava ortada yokken. Onlarca demokratikleşme, reform paketinin liderliğini yapmıştır Cumhurbaşkanımız.
Erdoğan ve başkanlık meselesini 18 yıl önce ilk defa yan yana getiren ifade benim röportajımdır. Mevcut sistem bir çelişkiler yumağıdır. Yetki-sorumluluk dengesi yok. Sistemin iç sorunlarını çözmeye uğraşmaktan önümüze bakamıyoruz. Yani dikiz aynasına bakmaktan önünüze bakamıyorsunuz. Öte yandan, siyasetin çekirdeğinden gelenler cumhurbaşkanı olduktan sonra doğal olarak tarafsız cumhurbaşkanı gibi bir kavramın anlamı kalmadı; Özal açısından da öyle, Demirel açısından da öyle. Zaten hayatları siyasetin içinde geçmiş insanlara bir gün diyorsunuz ki sen hayatını verdiğin şeye artık mesafe koyacaksın. Bu zihinsel olarak da, duygusal olarak da mümkün değil. Dolayısıyla, bunlar sistemde büyük krizler yaratıyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın halkoyuyla seçilmesiyle birlikte bütün bir sistemin yazılımı ve dayandığı dinamikler kalkmış durumda.
Aynı parti içinden çıkmış Cumhurbaşkanı ve Başbakan da olsa bu tamamen iyi niyetle yürür. Şimdi de öyle oluyor. Netice itibarıyla sadece Cumhurbaşkanlığı makamı açısından değil, Başbakanlık makamı açısından, bakanlar açısından bütün yetki-sorumluluk dengesinin net bir şekilde tanımlanması gerekiyor. Bu sistemde parlamento denetim görevini yapamıyor. Kuvvetler ayrılığı ortadan kalkacak diye yeni sistem tartışmalarının önünü tıkamaya çalışanlar bilsinler ki ortada bir kuvvetler ayrılığı yok. İktidar partisi yasamayı da alıyor, yürütmeyi de alıyor eline.
(Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında sistemden kaynaklanan ciddi tıkanıklıklar, çatışmalar oldu mu bugüne kadar?) AK Parti’nin kurucu lideriyle şu anki Genel Başkanı arasında ontolojik bir çatışma var ya da siyasi açıdan bir karşı karşıya gelme var gibi değerlendirmeler söz konusu değil. Ama tabii ki farklı yaklaşımlar olur. Bunu tabii karşılamak gerekir.
Bu farklı yaklaşımların içerisinde de Cumhurbaşkanımızın bunca yıllık bir liderliği, siyasi tecrübesi var. Genel Başkanımızın Başbakan olarak yürüttüğü işler var. Dolayısıyla her ikisi de ifade ediyor ki bu sisteme bir çekidüzen verilmesi lazım. Yani her iki zaviyeden de bu tespit ortak bir tespittir. Varoluşsal bir çatışma olması ve bunun bir krize dönüşmesi gibi bir şey bizde söz konusu olmaz.
(Başkanlık konusunda referanduma gidilirse sonuç ne olur?) Biz anketler açısından baktığımızda bir sorun görmüyoruz. Ama bizim yaklaşımımız şudur: Toplumun talep etmediği, talebin olgunlaşmadığı bir siyasi temsil peşinde koşmayız biz. Biz toplumda bu talebin olgunlaştığını görüyoruz. Kuşkusuz orada bizim resmi görüşümüz başkanlık sistemidir. Ama başkanlık sistemini indirgeyerek anayasa konuşulmasını da doğru bulmuyoruz.
(Çözüm süreci ve akademisyenler konusunda Cumhurbaşkanı ile Başbakan farklı mı düşünüyor?) Yüzde 100 mutabakat var terörle mücadele konusunda. Burada retorik olarak bazen çelişkili gibi gözüken şeyler olabilir. Sanki belli bir aşamaya dönerse çözüm süreci tekrar başlar şeklindeki tekliflerine Sayın Başbakan olumlu bir yanıt vermiş gibi bir algı çıktı ama öyle değil. Sayın Cumhurbaşkanımızla Sayın Başbakanımız arasında Türkiye’nin büyük siyasi, yürüyen büyük meselelerde ontolojik bir çelişki olması söz konusu değil. Cumhurbaşkanımız Cumhurbaşkanlığı makamına geçse bile değişmeyecek bir statü var, o bu hareketin kurucu lideri. Dolayısıyla bu harekette herkes onun kurucu liderliğine her zaman saygıyla bağlı. Sayın Başbakanımızın Genel Başkan ve Başbakan olarak yürüttüğü işler var. Bunların içerisinde birtakım farklı yaklaşımlar olmuyor demek de işin doğasına aykırı.
(Yeni anayasa çalışmasının Başkanlık konusunda tünelin ucundaki ışık görülmediği için zamana yayılacağı iddiaları konusunda) Cumhurbaşkanımız parlamentoda oluyorsa olur, son kararı millet verir diyor. Çünkü oradaki doğru yaklaşım şu: Tek başına parlamentonun karar vermesi de yetmez, muhakkak milletin geniş mutabakatla onayı gerekir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın hassasiyeti şu: Şahsıyla sınırlı tartışılmasını istemiyor. Kendisinin kullandığı yetkiler açısından baktığımızda hiçbir sorun yok. Bu telaş meselesi değil, öyle algılatmak istiyorlar. Sayın Cumhurbaşkanımız da en geniş tartışma düzeniyle birlikte yürütülmesini istiyor. En büyük hassasiyeti, kişilerin ötesinde bir tartışma yapılsın. Kuvvetler ayrılığıyla, denge-denetlemeyle ilgili bir sistem tartışması yapılsın. Biz kendi takvimimizi koyduk, mayıs sonuna kadar bu taslak oluşacak dedik. Takvimde hiçbir aksama yok, halen geçerlidir. Toplantılar ritmi içerisinde devam ediyor, yazım başlamıştır. Yeni yasama dönemine kalır mı konuşuruz. Ancak zamana yayma diye bir şey söz konusu değil. Takvimimiz aynen işliyor. Sayın Cumhurbaşkanımız partide yürüyen tartışmaları, diğer tartışmaları izliyor. Başkanlık sistemine indirgemekten ziyade yeni anayasa temelinde konuşulması gerektiğini biliyor, bize söylediği de budur.
Biz eğer güç peşinde koşsak deriz ki yasama da bizde, yürütme de bizde, o zaman mesele yok. Halbuki biz daha iyi sistem açısından bakıyoruz. Kuşkusuz yürütme gücü bizde, yasama gücü de bizde. Bütün bu güç bizim elimizdeyken bile biz sistemde değişiklik istiyorsak demek ki istediğimiz şey daha fazla güç değil, daha iyi bir sistem. Eğer biz daha fazla bir güç isteyecek olsak, şu anki durumun bize verdiği gücü hiçbir sistem değişikliği veremez. Ve biz daha iyi bir sistem istiyoruz, daha çok güç istemiyoruz. Hatta belki arzu ettiğimiz daha iyi bir sistem önerimiz ortaya çıktığında görülecek ki şu ankinden belki kurumlarımız daha az güce sahip olacak. Parlamento, başkan daha az bir güce sahip olacak. Ama bu sistemin bizi 2023 hedeflerine ulaştırmasına imkân yok. Meseleyi kişiselleştirenler de görecekler ki aslında şahsi bir şey eğer isteniyorsa, yani Sayın Cumhurbaşkanı’nın şahsına indirgenmiş bir arayış olsa ya da AK Parti’nin güç arayışına indirgenmiş bir tartışma olsa, şu anda Cumhuriyet Halk Partisi’nin başkanlığı savunması, bizim de bu sistem değişmesin diye uğraşmamız gerekirdi esasında. Çünkü onlar açısından belki yegâne iktidar olma ihtimali bir başkanlık sisteminde ortaya çıkabilecektir. Halbuki biz değiştirmek istiyoruz, CHP karşı çıkıyor.
(Başkanlığın ayrı, diğer maddelerin ayrı referanduma sunulması gibi bir tartışma yürütüyor musunuz?) Bir anayasa referanduma gidecekse topyekun gider, öyle parçalı olarak gitmez. Evrensel standartlara uygun, kendi geleneğimizden gelen adalet duygusunu içinde barındıran bir taslak ortaya çıkaracağız ve bu taslak adalet ve özgürlük gibi iki ayağa oturduktan sonra, kuvvetler ayrılığı, denge-denetleme benzeri mekanizmaları içermek şartıyla ok büyük destek alacağını düşünüyorum. Ama sonuç ne olursa olsun milletin takdiri başımızın üstündedir.
(Anayasa’nın başlangıç bölümü ve değiştirilemez maddeleriyle ilgili bir değişiklik düşünüyor musunuz?) Onları tartışıyoruz. Değiştirilemez maddelere dokunulduğu zaman sanki İstiklal Marşı, laiklik, Cumhuriyet rejimi, resmi dilin Türkçe olmasına dönük karşı teşebbüsmüş gibi sığ bir tartışma yürütülüyor. Bunlar hepimizin ortak değerleri. Anayasa’da öyle bir yazım var ki vatandaşlarının huzurunun ve mutluluğunun bile nerede olacağına karar veren adeta metafizik bir devlet tanımı söz konusu. Devlet toplumun içinde örgütlenmiş bir yapı olmamalıdır. Başlangıç bölümü olsa bile bunun anayasanın geri kalan maddelerini ideolojik olarak boyayan bir niteliğe sahip olmaması gerekir. Bunlar yazılıp da ortaya konduğu zaman görülecek. Aslında bakacaksınız ki ortak değerlerin hepsi orada korunuyor.
Önerimiz tam başkanlık. Amerikan modeli demeyelim. Mesela oradaki başkanlık sisteminde federal yapı var, biz bunu öngörmüyoruz. Orada çift kamara var, biz bunun gerekli olduğunu düşünmüyoruz. (Başkan seçimiyle parlamento seçiminin birlikte yapılması mı düşünülüyor?) Onlar koşuluyor. Başkan ya da parlamento için avantaj ya da dezavantaj olanın her ikisi için de geçerli olması, karşılıklı denetleme sisteminin ortaya çıkması esas alınıyor. En önemli meselemiz yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanması. Esas aldığımız üç şey demokratik değerler, adalet, refah. Bunların aralarındaki balans ayarı bozulduğu zaman Türkiye hep geriye gitmiştir. Şimdi bunun bir yazılımı olacaktır yeni anayasada. Şu etnik referans olsun mu, karşılığında bu da girsin mi, öteki de girsin mi tartışmaları yürüyor. Anayasalar etnik, dinsel ya da mezhepsel koalisyonlar değildir.
(Dokunulmazlıklar konusu) AK Parti’nin siyaseti satranca benzer, oyunun kuralları, mantığı belli. CHP’ninki tavlaya benzer yani zar nasıl gelirse. Şimdiden CHP’nin bir blok olarak hareket etmeyeceği bilgileri dışarıya yansıyor. AK Parti blok olarak teklifinin arkasında duracaktır. (HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının terörle mücadelede maliyeti olacağı yorumları konusunda) HDP kendisi şu anda Kürt sorunuyla ilgili her türlü demokratik tartışmanın üzerinde maliyet üretiyor. Bazı HDP milletvekillerinin Kandil’den daha fazla teröre destek veren beyanatları var. Bu maliyeti yaratanlar bizatihi HDP’nin kendisidir. Terörist cenazesine gitmek bırakın parlamenterlik vasfıyla, vatandaşlık vasfıyla bağdaşmayan, suç ve ceza gerektiren şeyler.
(Paralel yapıyla mücadelede kurulan yeni mekanizma konusunda) 17-25 Aralık teşebbüsünde olduğu gibi aktif tehdit olma kabiliyeti büyük oranda geriletilmiştir. Ama kimse tamamen bitti diyemez. Mevcut yasalardan da faydalanarak yaptıkları faaliyetler var. Bunların kurmay kadrosu batıdaki Moon Kilisesi ya da Opus Dei gibi örgütlerin taktiklerinden faydalanmışlar. Dolayısıyla, Sayın Başbakan’ın yaptığı toplantı ve bir mekanizmanın kurulması, mücadelenin yeni ihtiyaçları karşılayacak şekilde yeni bir sistematik yapıya büründürülmesi bakımından bir dönüm noktasıdır.
(Güvenlik güçleri Nusaybin’de zorlanıyor, güvenlik güçlerinin morali bozuk iddiaları konusunda) Biliyorsunuz yeni bir durum ortaya çıktı, hayalet mahalleler. Oradaki belediyeler hiçbir şekilde imarı, resmi statüsü, kaydı kuydu olmayan hayalet mahalleler kurmuşlar terörün yerleşmesi için. Nusaybin’deki meselenin zorluğu, Suriye’den besleme yapılmasından, o terör örgütünün bir derinlik oluşturmasından ileri geliyor. Güvenlik güçlerimizin halka zarar vermeme konusunda titiz davranmaları da bir etken. Yoksa 3 günde de temizlenebilir orası. Moral meselesine gelince, tam tersine, gönüllü gitmek isteyen çok sayıda insanımız var. Zor bir iş yapıyorlar. Ama bu haklı bir mücadele.
© Tüm hakları saklıdır.