Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin yıl dönümü dolayısıyla kaleme aldığı yazısında "AKP, nerede yanlış yaptığını örtbas etmeye çalışmak yerine, sağlam bir özeleştiri ile aynı hatalara bir daha düşmeyeceğini göstermeli ki inandırıcı olabilsin" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Kanlarını yerde bırakmamak için" başlığıyla yayımlanan (15 Temmuz 2017) yazısı şöyle:
Ülkemizin büyük bir yıkımdan döndüğü gecenin birinci yılı bugün doldu.
FETÖ’nün darbe girişimine direnirken hayatlarını kaybedenleri rahmetle, yaralanan, sakat kalanları da saygıyla anarak başlamak istiyorum.
Eğer bu insanlar, Cumhurbaşkanı’nın çağrısıyla birlikte sokaklara dökülüp, darbecilere hayatları pahasına direnmemiş olsalardı, bugün Suriye’den de beter bir durumda yaşıyor olurduk.
Onun için bu kahramanca direnişi hiç unutmayacağız.
Ülkelerin tarihlerinde böyle büyük felaketlerden dönüş anları hep olmuştur.
Önemli olan o felakete neyin yol açtığını bilmek, tekrar aynı hataları tekrarlamayarak bir kez daha uçurumun eşiğine gelmemek zorundayız.
Bu darbe girişimine yol açan şey, her şeyden önce devlet kadrolarına girme ve yükselmede tek kriter olması gereken liyakati unutmuş olmamızdır.
Bir daha benzer bir çetenin yıllar içinde devlette yuvalanıp, benzer bir kalkışmaya cesaret etmesini önlemek zorundayız.
Bu örgüt, sadece son 15 yılın eseri değil.
Son 15 yılda önündeki engeller iktidardakileri kandırdıkları için hızla kalkmıştı ama bu iktidardan öncekilerin de bu örgütün gelişmesini doğru tahlil edip, zamanında tüm önlemleri alamadıkları da bir gerçek.
Artık bu dersi almış olmalıyız ve gerek bu iktidar, gerekse önümüzdeki yıllarda seçimle işbaşına gelecek yeni iktidarlar bu dersin gereklerini yerine getirmek zorunda.
Bu aynı zamanda 15 Temmuz’da kaybettiklerimize ülke olarak borcumuzdur.
Bizde böyle durumlarda “kanlarını yerde bırakmayacağız” demeçleri vermek âdettendir.
Ama unutmayalım ki bir modern devlet bu işi bir “intikam” meselesi olarak ele alamaz.
“İntikam” başka bir şeydir, hukuk kuralları içinde suçluları hak ettikleri şekilde cezalandırmak başka şey.
Şehitlerin kanlarını yerde bırakmamak demek, bir kez daha aynı şeylere yol açacak hareketlerden uzak durmak, demokrasiyi kimsenin yıkmayı aklından bile geçiremeyeceği şekilde güçlendirmek demektir.
Suçu başkalarına atma çabası
Başbakan Binali Yıldırım, Fetullahçıların bir terör örgütü olduğunu ortaya çıkaran tek partinin AKP olduğunu söyledi.
Örgütün karşısına ilk çıkanın da rahmetli Necmettin Erbakan olduğunu söyledi, onun dönemindeki YAŞ ihraçlarına dikkat çekti.
TBMM Araştırma Komisyonu’nun raporuna da AKP’li üyeler, CHP’yi bu örgütlenmeden sorumlu tutan ifadeler ekledi.
Öyle görünüyor ki AKP iktidarı, Fetullahçı çetenin Türkiye’de darbe yapmaya kalkışacak kadar güçlenmesinin sorumluluğunu başkalarının üzerine yıkmak peşinde.
Eski Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer, hukuki sorumluluğu kendisinin, siyasi sorumluluğu da zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın alarak, Milli Güvenlik Kurulu’nun Fetullahçılar ile ilgili olarak alınmasını istediği önlemleri rafa kaldırdıklarını yazdı.
O dönemde bunu niye yaptıklarını biliyoruz: Fetullahçılara karşı yapılacak temizleme ve ayıklama hareketlerinin esasen AKP iktidarına yönelik olduğunu düşündüler.
Bunun için de iktidarı korumak için çıktıkları yolda, iktidarı Fetullahçılar ile paylaşma noktasına kadar da geldiler.
Bu paylaşma süreci, Fetullahçı çetenin daha fazla güç elde etmek hevesi nedeniyle bozuldu, AKP’nin bu çetenin kötülüğünü fark etmesinden dolayı değil.
Nitekim Recep Tayyip Erdoğan, önce başbakan olarak sonra da cumhurbaşkanı olarak bu çete ile mücadelede “gönülsüzlükler” olduğundan, korkak davranıldığından sıkça yakınmıştı, hatırlayalım.
Bu çetenin, TSK’yı ele geçirerek darbeye kalkışacak kadar güçlenmesinin nedeni olan Ergenekon, Balyoz ve Askeri Casusluk kumpaslarında, her türlü uyarıya kulak tıkayan da yine AKP iktidarıydı.
Kulak tıkamayı bırakın, onlarla birlikte savcılığı bile üstlenmişlerdi.
Nedenini de biliyoruz: Aynı amaca farklı yollardan gittiklerini düşünüyorlardı. Bize böyle açıkladılar.
Bugün mahkemelerdeki iddianamelerde örgütün amacının ne olduğu açık seçik yazılı.
Onun için AKP, nerede yanlış yaptığını örtbas etmeye çalışmak yerine, sağlam bir özeleştiri ile aynı hatalara bir daha düşmeyeceğini göstermeli ki inandırıcı olabilsin.
Meclis'i 'etkisiz eleman' yapmayın
AKP ile MHP el ele verdi ve TBMM İçtüzüğü’nü değiştirerek, milletvekillerinin yasama faaliyetlerini kısıtlayacaklar.
Amaç, TBMM’de etkili bir muhalefet yapılmasını önlemek.
Referandumla değiştirilen Anayasa, Türkiye’yi bir “tek adam yönetimine”götürecek.
Bu Anayasa değişikliği ile yargı yürütmeye bağlandı, TBMM’nin gücü sınırlandı.
Bunun üzerine bir de içtüzük değişikliklerinin gelmesinin sonucu, yürütme organının bütün gücü eline geçirmesi demek.
Yürütme gücü de seçilecek bir tek kişinin, başkanın elinde olacak.
Sınırsız ve denetlenemeyen bir güç, Türkiye’yi tek başına yönetecek.
Eğer Fetullahçılar tipi örgütlenmelerin Türkiye’de demokrasiye kastetmelerini önlemek istiyorsak, yapılması gereken şey halkın tümünü temsil eden TBMM’nin güçsüzleştirilmesi olmamalıydı.
Tam tersine yaygın bir temsile olanak sağlayacak seçim sistemi ile birlikte Parlamento da idare karşısında güçlendirilmeliydi ki demokrasiyi yok etmeye kalkışacaklar, o işi yapacak fırsatı bulamasın.
15 Temmuz darbe girişimi ortaya koydu ki Fetullahçılar, kendilerini gizlemeyi de iyi başarmışlar.
Bir an düşünelim: Kendisini saklamayı çok iyi başarmış bir Fetullahçı günün birinde başkan seçilirse ne olacak?
Onu hangi güç kontrol edecek, dün yapmak istediklerini gelecekte yapmalarını kim önleyebilecek?
Meclis’i güçten düşürecek girişimlerden kaçınmak, demokrasiye inanan herkesin görevi olmalıdır.