Gündem

AKP kurucularından Ayşe Böhürler: Cinsel suçları sicil meselesi yapmak, işe alımda bu sicili önemsemek lazım

"Cinsel suçları önleyici başka uygulamalara ihtiyacımız var"

16 Nisan 2016 13:50

AKP kurucularından Yeni Şafak yazarı Ayşe Böhürler, Cinsel suçların bir sicil meselesi haline getirilmesi gerektiğini söyleyerek, “Bunu bir sicil meselesi haline getirmek, memur ve işe alımlarda bu sicili önemsemek lazım” dedi. “Mağdurları daha da mağdur hale getirmeden, çözüme yönelik konuşmayı başarabilmek gibi adımlar var önümüzde” diyen Böhürler, “Bu meseleler ne kadar çok konuşulursa o kadar çok merak uyandırıyor ve eğilimi olan hasta ruhları tetikliyor” ifadesini kullandı. 

Böhürler’in Yeni Şafak’ta “Kadına dair…” başlığıyla bugün (16.04.2016) yayımlanan yazısı şöyle:

 

Greklerde kadınlar kölelerle eş tutuluyordu.

Eski Yunan'da her erkeğin çocukları ve kadınları üzerinde yasa koyma yetkisi vardı. Atina'da kadınlar bir tür harem içinde tutulurken, Sparta sitelerinde eğitim görüp spor yapabiliyorlardı.

Platon: “Hiçbir kadın, hiçbir işte erkek kadar olamaz.”

Aristo: “Erkekle dişi söz konusu olduğunda, ilki doğadan üstün, ikincisi aşağı iki uyruktur. Bu yüzden düşsel bir eşitlik ilkesi uğruna doğaya karşı çıkmak bireyin de toplumun da çıkarlarına terstir…”

Romalı kadının vatandaşlık hakkı yoktu.

Ancak kadınlar sonraki dönemlerde kamusal alanda da etkili olabilecek bazı haklar kazandılar. Ortaçağ boyunca, erkekler kitle halinde acımasız, soyguncu baronların serfleri, kadınlar ise bu serflerin kölesi idi. Dövülüp, eziyet görüyor ve yakılıyorlardı. İnsan hakları ilk kez 18. yy Fransız devrimiyle, gerçek anlamıyla savaş ve insan hakları ile birlikte başladı. Mary Wollstonecraft, 1792 yılında “Kadın Haklarının Doğrulanması” kitabını yayınladı. Kadınların insan olarak onurlarının tanınmasını isteyen, onlara özgür eğitim ve ekonomik bağımsızlık hakkını talep eden bu çalışma bir ilkti.

Liberalizm feministler için hak talebi zemini yarattı.

Kadınların oy hakkından ve siyasal eşitlikten yoksun bırakılan alanına ilişkin felsefi sorular ünlü liberal düşünürler tarafından ileri sürülüyordu.

Adam Smith, Hegel, Kant, Rousseau ve Nietzsche, kadınların statülerini biyolojik doğalarına bağlı ve haklı görüyorlardı. Kadınların ruhsal sorunlarının “yumuşak, boyun eğici, duygusal, usdışı” olduğunu, kadınların ev içi ile sınırlı kaldıklarını ısrarla vurguluyorlardı.

Kadın haklarına ilişkin tarih, batı düşüncesinin gelişim tarihinin içinde şekillenirken İslam düşünce tarihi içinde böyle bir sürece tanıklık etmiyoruz.

Kadın karşıtı önyargılar ve kabuller her toplumda olduğu gibi İslam toplumlarında da güçlüyken dini emirler bunu nispeten yumuşatmış ancak yok etmemiş. Harem müessesesinin, köleliğin 19. yyda kalktığını, 1911'de Osmanlı Aile Kararnamesi'nin İslam dünyasındaki kadının medeni haklarına ilişkin İslam hukukunun içinden bakan son düzenleme olduğunu; o günden bu yana kadın sorunlarının çözümüne ilişkin fazla bir mesafe kat edilmediğini söylemek gerekir.

Ancak İslam ülkeleri içinde herbir ülke bu noktada farklı bir gelişim göstermiş. Bu ayırımı görmek gerekir. İsedak toplantısı vesilesiyle bu konunun tekrar altını çizmek istedim.

Maksat önlemek olmalı 

Cinsel suçlar; şiddete ilişkin her türlü araştırmada önümüzde bir veri olarak duruyor. İnsanın olduğu her yerde karşımıza çıkıyor. Dinlerin ahlaki emirlerle insanı terbiye etme fonksiyonu yiterken daha çıplak bir gerçek bazen de bir özgürlük talebi olarak karşımıza çıkıyor. Tam tersi insanı terbiye ederken, dinlerin cinsel dürtüleri baskılamasıyla bunların sonradan şiddete sebebiyet verdiği şeklindeki açıklamalar, her tür problemi dinlerin baskısına bağlayan “aydınlanmacı” bakışın da çözüm olmadığı ortada. Seri katiller, cinsel suçların bin bir türünü gösteren Hollywood yapımı filmler, yaşanmış hikayeler bile bize bu meselelerin ne kadar girift olduğunu gösteriyor. Ne siyaset, ne din, ne statü bunların hiçbirisi kişisel sebeplerin üzerinde etki oluşturmuyor. Diğer taraftan da bu meseleler ne kadar çok konuşulursa o kadar çok merak uyandırıyor ve eğilimi olan hasta ruhları tetikliyor. Bunları toplumun ruh sağlığını bozmadan konuşmanın yolu var. Önce bunu bir hakaret ve suçlama olmaktan çıkarıp insana dair bir sorun olarak görüp çözüm masasına bilim adamları ve hekimlerle birlikte oturmak. Uyarabilmek, teşhis edileni tedavi edebilmek ve bu hastalığın yayılmasını engelleyici mekanizmaları oluşturmak. Ensest, taciz, tecavüz gibi suçları engellemenin yoluna dair başka toplumların tecrübelerine bakmak gerekiyor. Bunu bir sicil meselesi haline getirmek, memur ve işe alımlarda bu sicili önemsemek, bu konuda şikayet mekanizmasını işletmek, bu konuları bağırmadan, mağdurları daha da mağdur hale getirmeden, çözüme yönelik konuşmayı başarabilmek gibi adımlar var önümüzde.

2003 itibarıyla çıkan birçok yasa her türlü cinsel suça dair önlem içeriyor. Hukuk, olay gerçekleştikten sonra devreye girebiliyor. Ancak bizim önleyici başka uygulamalara ihtiyacımız var.