Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, darbe girişiminin ardından Gülen cemaatine yönelik başlatılan soruşturmalarla ilgili olarak "AKP içindeki Fetullahçıların temizlenmesi o kadar kolay olmayacak, çünkü kime dokunurlarsa dokunsunlar, o ipin ucu yukarılara kadar çıkacak" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Ülke yönetmek zorlaşır" başlığıyla yayımlanan (21 Mart 2017) yazısı şöyle:
AKP’de yapılan değerlendirmeler ortaya koyuyor ki bu partinin tabanında yüzde 9’a varan kararsızların durumunda fazlaca bir gelişme yok.
Gerçi referanduma kadar daha hayli süre var ama Türkiye’ye hâkim olan kamplaşmayı da dikkate alacak olursak, evet de çıksa, hayır da çıksa, iki kesim arasında büyük bir fark da oluşmayacak.
Türkiye, bir Anayasa referandumunun sonucunda tam ortasından ikiye ayrılmış gibi bir tablo ile karşılaşacağız.
AKP’nin devlet olanaklarını sonuna kadar kullanarak yürüttüğü ağır bir evet kampanyası var.
Devletin uçakları, araçları bakanları oradan oraya taşıyor, değişik kılıflarda toplantılar, mitingler düzenleniyor, devletin televizyonu ve medyanın ezici ağırlığı evet kampanyası yürütüyor ama hâlâ istedikleri sonuca ulaşabilmeleri çok zor görünüyor.
Öte yandan Cumhurbaşkanı’na ve Başbakan’a bakarsak, hayır oyu verecekler, teröre hizmet edecekler vs.
Ülkenin bir yarısını teröre yardım ve yataklıkla suçlamak da ancak iktidarın yapabileceği bir işti.
Oysa oylanacak olan bir yönetim sistemi değişikliği.
Bir taraf bu değişiklik gerçekleşirse Türkiye’nin önündeki zincirlerini kıracağını iddia ediyor, diğer taraf bu değişiklikler gerçekleşirse Türkiye’nin otoriter bir tek adam rejimine sürükleneceğini söylüyor.
Ve bu karar, belki de tek bir oyun o tarafa ya da bu tarafa kaymasıyla verilecek.
Anayasasını böyle değiştirmiş bir ülke yönetilebilir mi?
Ayrıca Türkiye’nin bir “beka sorunu” olduğunu söylüyorlar.
Böyle bir beka sorunu varsa, ülkeyi ortasından iki kampa ayıracak bir sonucu hedeflemek kimin işine yarayacak?
Sıra Fen liselerine mi geldi?
Batı’nın bugünkü gelişmişlik seviyesine ulaşması ve öteki ülkelere ekonomik açıdan büyük fark yaratmasının önemli nedenlerinden biri de eğitimin dini temellerden kurtarılıp akla ve bilime dayanan temeller üzerinde geliştirilmesiydi.
Bugünün Türkiye’sini, diğer Müslüman ülkelerden daha iyi bir konuma getiren şey de Cumhuriyet projesinin eğitime böyle yaklaşmasıydı.
15. yılını tamamlamak üzere olan AKP iktidarının eğitimi yeniden dini temeller üzerine oturtmaya çalışması, bu yoldan geri dönüşü çok zor bir şekilde ayrılma kararlılığının bir sonucudur.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yatırım programına göre bu yıl dahil, önümüzdeki üç yılda ağırlığın imam hatip liselerine verileceğini ortaya koyuyor.
Gelecek yıl bütün meslek liselerinin yapımı için 936 milyon lira harcanacak iken, sadece imam hatip okullarının yapımı için 879 milyon lira ayrılacak. Bütün Anadolu liseleri için ayrılacak para da 958 milyon lira!
Bakanlık, fen liselerine gelecek yıl sadece 67 milyon lira harcayacak, 2019 yatırım programında ise fen liselerine hiç bütçe ayrılmamış.
Türkiye’nin orta gelir tuzağından kurtulması için yapması gerekenler belli:
Öngörülebilir bir hukuk düzeni olacak, ülke genel olarak özgürleşecek ve Türkiye teknoloji üretip satabilen bir ülke olacak.
Bunları başaramaz isek Türkiye’nin yeni sanayi devrimini de ıskalayacağı bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
Türkiye’de fen ve matematik eğitiminin yerlerde süründüğünü, çocuklara bırakın bir yabancı dili, kendi dillerini bile doğru dürüst öğretemediğimizi uluslararası araştırmalar bütün çıplaklığıyla ortaya koydu.
Bir yandan üniversiteler, bilimsel özgürlüğün olmadığı yüksek liselere dönüştürülürken, diğer yandan da fen ve matematik eğitimi değil, dini eğitim ön plana çıkarılmak isteniyor.
Bu yoldan geri dönülmez ise Türkiye teknolojiyi kimlerle geliştirip yeniden üretir hale gelebilecek?
Başkanlık sisteminin ülkeyi uçuracağını söyleyenler, o sistem içinde bile daha çok mühendise, daha çok araştırmacıya ihtiyacı olmayacağını mı düşünüyorlar?
FETÖ'nin siyasi ayağı
AKP hükümetlerinin ilk Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, BirGün gazetesine verdiği demeçte, “Gülen hareketine yakın olmak, AK Parti’de siyasi kariyer yapmanın en etkili yollarından biriydi” dedi.
Bu bir sır değil. Fetullahçılar ile AKP yöneticileri kol kola hüküm sürerlerken, sadece politikada değil, iş hayatında da Gülen’e yakın olmak, bir avantajdı, sadece bu yakınlık bile devlet ihalelerinin kapısını bu tür işadamlarına açmaya yeterliydi.
O dönemde Pensilvanya ziyareti için New York uçaklarını dolduran işadamları ve politikacıların sıralı tam listesi yayınlansa, ne isimler çıkar ortaya.
Ve AKP ile Fetullahçıların bu yakınlığı, devletin ve ordunun bu çetenin eline geçmesinin en önemli anahtarı olmuştu.
Ve böyle bir organizasyonun, iktidar partisinin içine nüfuz etmemiş olması da zaten işin tabiatına aykırı.
Ama nedense Bank Asya’nın önünden geçen, işini koruyabilmek için Fetullahçıların sendikasına üye olanlar bile memuriyetten atılırken, AKP’de bir temizlik yapılmış da değil.
Yaşar Yakış, “FETÖ’nün siyasi uzantılarına ileride dokunulabileceğini” söylüyor, bunun ertelenmesinin nedenini “Dere geçerken at değiştirmemek” olarak açıklıyor ve “Ancak dokunulduğu zaman da dokunanlara zarar vermeyecek şekilde seçici davranılması ihtimali de vardır” diyor.
Bunun bir örneğini yakında gördük. Bir bakanın özel kaleminde çalışan bir kişinin KPSS hırsızlığı ile ilişkisi olduğunu ortaya çıkaran savcının görevinin değiştirildiğini hatırlayalım.
Şunu söyleyebilirim ki AKP içindeki Fetullahçıların temizlenmesi o kadar kolay olmayacak, çünkü kime dokunurlarsa dokunsunlar, o ipin ucu yukarılara kadar çıkacak.