09 Temmuz 2014 18:56
Gazetesinin 7 Temmuz 2014 tarihli nüshasında yayımlanan “Rabin oğlu Fethullah” başlıklı habere tepki gösteren Yeni Akit yazarı Yavuz Bahadıroğlu, “Açıkça söylemeliyim ki, Fethullah Gülen’in annesinin Ermeni olduğunu ima etmek (Yeni Akit’in ilgili haberinde, Fethullah Gülen’in annesi için “Rabin isimli İspanyol göçmeni bir Yahudi” ifadesi kullanılmıştı – T24) ve bu varsayım üzerine iddialar bina etmek, bana hiç de “insaflı” gelmiyor. Gülen’e kızabilirsiniz, suçlayabilirsiniz, ama rahmetli annesinin bunda ne suçu var?” dedi.
Bahadıroğlu, “Veda makamında” başlıklı yazısında, “Başbakan’ın annesine bu tür iftiralar atıldığında veya hakaret edildiğinde şiddetle tepki göstermiş, ahlâksızları yerden yere vurmuştum. Gülen’in annesine aynı muamele reva görüldüğünde susarsam, “dilsiz şeytan”a (hadis) dönmekten korkarım!” görüşünü dile getirdi.
Bahadıroğlu yazısında “Velev ki öyle olsa: Varsayalım ki, annesi Ermeni, Rum, Musevi… Bu yüzden kişileri aşağılama hakkı doğar mı? Minnetle andığımız sahabelerin ya da Osmanlı padişahlarının anneleri de gayrimüslim olarak doğmuşlardı. Ermeni anneden doğmak ya da Ermeni olmak neden aşağılanma/suçlanma vesilesi olsun? Bu “ırkçı” yaklaşımı kabullenemiyor, içime sindiremiyorum” ifadelerine yer verdi.
Yeni Akit gazetesinin 7 Temmuz 2014 tarihli nüshasında yer alan “Rabin oğlu Fethullah” başlıklı bir haberde, Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen’in annesinin Rabin isimli bir Musevi olduğu ima edilmişti.
Haberde şu ifadelere yer verilmişti:
“Paralel yapının ‘Kainat İmamı’ Fetullah Gülen’in 1986 yılında Almanya’ya gitmek için talepte bulunduğu pasaport için Emniyete verdiği formda şok bir ayrıntı ortaya çıktı.
Pasaport İstek Formu dolduran Gülen, ‘Refia’ olarak bilinen annesinin ismini ‘Rabin’ olarak beyan etmiş. 24 Mart 1986 tarihli formda 5 yıllık turistik bir seyahat için Almanya’ya gideceğini beyan eden Gülen mesleğini de ‘matbaacı’ olarak bildirmiş.
‘Ramiz’ olan babasının ismi forma düzgün bir şekilde işlenen Gülen’in, annesinin isminin ‘Rabin’ olarak beyan edilmesi, Gülen’in anne tarafının İspanya göçmeni Yahudi bir aileye mensup oldukları yönündeki iddiaları akla getirdi.
Pasaport İstek Formu gibi belgelerde hata ihtimalinin sıfır olduğunu belirten uzmanlar, ‘Rabin’ ismine dair beyanın ne gibi bir açıklamasının bulunduğunun tek yanıtının Gülen’de olduğuna işaret ediyorlar.”
Yeni Akit yazarı Yavuz Bahadıroğlu, bugünkü yazısında, bu habere tepki gösterdi.
Yavuz Bahadıroğlu’nun Yeni Akit’in bugünkü (9 Temmuz 2014) nüshasında yer alan “Veda Makamında” başlıklı yazısı şöyle:
Gazeteciliğe başladığım yıllarda gazetecilik tam tamına bir “kurtlar sofrası”ydı (ki, hâlâ da öyle)…
Babıâli’ye (o zaman gazeteler Cağaloğlu’daydı ve Babıâli demek gazeteler, gazetecilik demekti) çöreklenmiş zihniyet, kıblesi düzgün gazeteciliğe geçit vermiyordu…
Hatta Gazeteciler Cemiyeti’ne bile almıyorlardı. Gazeteciliğe “meşruiyet” kazandıran Sarı Basın Kartı alamamamız için de bin dereden su getiriyorlardı.
1971 yılının Temmuzunda başladım gazeteciliğe. Tecrübesiz, toy bir gazeteci adayıydım, ama tecrübesizliğimi çok çalışarak kapatacak, çok okuyarak kendimi geliştirecek ve Babıâli’nin yavaş yavaş beni kabullenmesini sağlayacaktım.
Babıâli’ye çöreklenmiş zihniyet her gün, her köşeden imanımıza ve tarihimize saldırır, iftiralarla, yalan haberlerle dini hareketi yaralamaya ve karalamaya çalışırdı.
O kadar ki, keçisi çalınan müftüyü, “Keçi çalan müftü” ilân ederlerdi. Masa başı haberler yapar, karısı, iki kızı ve annesiyle Bayezid Meydanından geçen sakallı bir zatı, “Dört karısıyla gezmeye çıkan bir tarikatçı” diye sunardı.
O günlerde en büyük hasretimiz, bütün bu iftiralara cevap verecek, yalanlarını suratlarına çarpacak kıblesi düzgün bir gazetenin çıkmasıydı.
Zamanla bu da oldu. Kıble eksenli gazeteler yayınlandı, radyolar, televizyonlar kuruldu. Medya dünyasında “bizimkiler” de söz sahibi oldular.
Fakat bir tuhaflık vardı: “Bizimkiler” de bize saldıranlarla aynı malzemeyi kullanıyorlardı. Bir tarafa dayanıyor, aynı tarafta olmayanlara veryansın ediyor, hiçbir insaf ölçüsüne sığmayacak biçimde vuruyordu.
Üstelik de gazetelerimiz ve televizyonlarımız, zaman zaman karşı tarafla ittifaklar kurup “din kardeşleri”ne saldırıyorlar, “kavgada yumruk sayılmaz” türünden bir “ehl-i dünya” ölçüsünü benimseyip birbirlerini can evinden vuruyorlardı.
Gencecik hayallerim yitmiş, üstüme müthiş bir hayal kırıklığı çöreklenmiş, umutlarım zedelenmişti… Öyle ya, biz Müslümandık! Müslümanın kavgası da “Müslümanca” olmalıydı. En azından “insaf” ölçüleri içinde kalmalıydı. Olmadı.
Nihayet küstüm ve 1991’de fiili gazeteciliği bıraktım. Sekiz buçuk sene başka işler yaptım. Derken, 28 Şubat sürecindeki canhıraş mücadelesini takdirle karşıladığım Akit (Vakit) gazetesinden yazma teklifi geldi.
Bu gazetede yazmaya başladığım tarihi tam olarak hatırlamıyorum, ama sanırım 15 yıl kadar oldu. Haberlerine ve köşe yazılarına zaman zaman katılmasam da (ki normali budur), “çorbada tuz” kabilinden yazmaya devam ettim.
Gazete yöneticileri hiçbir zaman hiçbir yazıma karışmadılar. Hiçbir müdahale olmadı. Bu demokratik tavrı şükranla kaydetmek isterim.
Bu gazete, yayın hayatına atıldığı günden beri pek çok hayırlı hizmetler yapmasına rağmen, 07.07.2014 tarihli nüshasında yayınladığı bir haber beni çok üzdü ve düşündürdü.
Haber Fethullah Gülen’le ilgiliydi ve pasaport formunda, annesinin “Refia” olan adını “Rabin” olarak beyan ettiği belirtiliyordu. Haberde annesinin “Ermeni” olduğu iması vardı ve zaten de böyle algılanmıştı.
Açıkça söylemeliyim ki, Fethullah Gülen’in annesinin Ermeni olduğunu ima etmek ve bu varsayım üzerine iddialar bina etmek, bana hiç de “insaflı” gelmiyor. Gülen’e kızabilirsiniz, suçlayabilirsiniz, ama rahmetli annesinin bunda ne suçu var?
Başbakan’ın annesine bu tür iftiralar atıldığında veya hakaret edildiğinde şiddetle tepki göstermiş, ahlâksızları yerden yere vurmuştum. Gülen’in annesine aynı muamele reva görüldüğünde susarsam, “dilsiz şeytan”a (hadis) dönmekten korkarım!
Velev ki öyle olsa: Varsayalım ki, annesi Ermeni, Rum, Musevi… Bu yüzden kişileri aşağılama hakkı doğar mı? Minnetle andığımız sahabelerin ya da Osmanlı padişahlarının anneleri de gayrimüslim olarak doğmuşlardı. Ermeni anneden doğmak ya da Ermeni olmak neden aşağılanma/suçlanma vesilesi olsun?
Bu “ırkçı” yaklaşımı kabullenemiyor, içime sindiremiyorum.
Öte yandan Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ali Karahasanoğlu, habere yönelik eleştirilere köşesinden yanıt verdi.
Ali Karahasanoğlu’nun Yeni Akit’in bugünkü (9 Temmuz 2014) nüshasında yayımlanan “Basit bir şirinlik numarası” başlıklı yazısı şöyle:
Önceki gün, “Rabin oğlu Fetullah” başlıklı haberimize, gerek gazeteyi arayan okuyucularımızdan ve gerekse internet sitesinde yayınlanan haberin altına yapılan yorumlarda, eleştiriler geldi..
Gördüğüm şu ki..
Eleştiri getiren okurlarımız, haberi, Gülen grubu medyasının da çarpıtması ile, gerçek anlamından farklı bir noktada tartışıyorlar..
“Fetullah Gülen’in annesinin gerçek adının Rabin olduğunu nasıl söylersiniz. İspat edin” diyorlar.
Gazetedeki haberde, Gülen’in annesinin gerçek isminin Rabin olduğu yazılı değil ki.
Gerçek adı, Rabia( Refia) olduğu halde, Almanya’dan vize alabilmek için, anne adı hanesine, “Rabin” yazıldığı iddia ediliyor..
Belgenin kupürü yayınlanıyor..
Ve devamında da “Tek cevabın Gülen’de olduğu” hatırlatılıyor..
Niye muhatap cevap vermiyor da, onun adına okurlar itiraz ediyorlar ki?
•
“Haberde, Gülen’in annesi için Yahudi iması yapılmıyor” derken topu taça atıyor değilim..
İşin doğrusu, haberi önyargısız okuyan okuyucularımız, Gülen grubunun sürekli tekrarladığı “şirinlik” numaralarının bir benzerinin yapıldığını anlıyor..
Ki doğrusu da bu..
Nasıl ki, sol kesime şirinlik yapmak için, Gülen grubunun lideri konumundaki kişi “Eğer ahirette Allah bana şefaat etme imkanı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım!” dedi..
Nasıl ki Deniz Baykal olayında, Allah’ın açıkça haram kıldığı bir fiili işleyen kişiye o grubun lideri geçmiş olsun mesajı yolladı..
Burda da..
Almanya’dan daha rahat vize alabilme uğruna, basit bir daktilo hatası gibi görünen tashih, (bilerek veya bilmeyerek) yapılmış oldu..
Bunu Gülen’in kendisinin yapması da gerekmez..
Belgeleri hazırlayan, Gülen’in yakınındaki bir kişi..
Bürokratik işlemleri yürüten kişi..
Vize müracaatının böyle kolayca alınabileceğini düşünerek, bu “tashih”e müracaat etmiş olabilir..
Bence, Ecevit ve Baykal ile ilgili söylenen sözlere itiraz etmemiş olmak, “Rabin oğlu Fetullah” haberine itirazlarındaki samimiyeti götürüyor..
Gülen’in Ecevit ve Baykal ile ilgili sözleri, o camiadaki kişiler tarafından o tarihlerde samimi olarak eleştirilse idi, bugün de bize karşı “Gülen dimdik bir insandır.. Kimseye şirinlik yapmaz.. Kimseye boyun eğmez.. Vize için de böyle bir hata görünümlü farklı beyana da tevessül etmez” deme hakları olurdu..
•
Bence anne adındaki maddi hatadan yararlanarak vize alma girişimi, Fetullah Gülen’in yeşil pasaport alması olayına benziyor..
O müracaatında da, memur emeklisi olmadığı halde, o yönde beyanda bulunuluyor.
Amaç ne?
Yeşil pasaport alabilmek..
Evet, Gülen’in memuriyeti var ama..
Emeklisi değil.
Dolayısı ile, memuriyetten emekli olanlara o tarihlerde verilen özel pasaportu almak için, Gülen’in kendi hukuki durumu hakkında yanlış beyanda bulunması, aynen anne ismini yanlış beyan etmesi ile paralel..
Bu yanlış beyandan hareketle, Akit’in “Gülen’in dindar bir insan olan annesine hakaret ettiği” isnatları da, haliyle haksız ve yanlış!
•
Bu habere, Gülen’in sempatizanlarının bir cevap vermesi gerekiyor ise..
Yapacakları şey basit..
Gülen’in avukatları vasıtası ile..
İzmir Emniyeti’ne yapılan o pasaport müracaatının diğer evraklarını da temin edip, yayınlamak..
Bakalım, müracaat formunda, daktilo hatası gibi görünen farklılık, diğer belgelere de yansımış mı?
Yansımamış ise..
Problem yok.
Ama yansımış ise, “Vizeyi alabilmek için oynanan bir oyun”la karşı karşıya olduğumuz da tescillenmiş olur..
•
Şu olayı da aktarayım, Gülen sempatizanları öğrensinler..
Gülen’in hiçbir yasadışı işi olmayacağını ileri sürerken, biraz düşünsünler..
1990 öncesinde, Fetullah Gülen, hacca gider. Dönüşte, Suriye’den giriş yapacaktır. Ancak kendisi hakkında arama kararı çıkartıldığından endişe eder. Ve yurda kaçak giriş yapmak ister..
Şöyle anlatıyor, Nazlı Ilıcak’a, o günleri:
“Sınırdan gizlice insan geçiriliyormuş. Uçakla Amman’a gittik. Oradan bir başka uçakla Şam’a geçtik. Dört kişiydik. Şam’dan bir an evvel çıkıp Halep’e, Halep’ten de Kilis’e geçmeyi düşünüyorduk. Halep’te Yeşil Otel’e yerleşip bizi sınırdan geçirecek kimselerle görüşmeyi planlıyorduk.
Yeşil Otel, otelden başka her şeye benziyordu. Harabe halindeydi. Hiç kullanılmayan odaları vardı. Türkiye’den gelme birisinin işlettiği her türlü pis işin çevrildiği bir oteldi.”
Ve Nazlı Ilıcak’ın dilinden rüşvet olayı da şöyle anlatılıyor: “Fethullah Gülen, her gün telefon ile Kilis’te kendisini Türkiye’ye sokmaya çalışan arkadaşlarıyla görüşüyordu. Planlar yapılıyor, bozuluyordu. Bir şoförle kendilerini sınırdan geçirmesi için görüştüler ve o günün parasıyla 500 bin lira teklif ettiler.”
Devamını, merak edenler, ilgili röportajdan okurlar..
Bugünlerde rüşvete bas bas bağırarak itiraz edenlerin..
Dün kimlere neler teklif ettiklerini öğrenirler..
© Tüm hakları saklıdır.