15 Mayıs 2017 15:31
Yeni Akit yazarı Vehbi Kara, TVNet'te yayınlanan "Derin tarih" isimli programda Mustafa Kemal Atatürk ile manevi kızı Afet İnan'a yönelik olarak "hakaret" içerikli ifadeler kullanan Mustafa Armağan ve Yavuz Bahadıroğlu'yla ilgili olarak "Onlar bu milletin vicdanında en güzel yeri hak etmiş halkımızı aydınlatmayı başarmışlardır" görüşünü dile getirdi.
"Kamalizm' adı verilen baskı rejimini eleştirmek her babayiğidin harcı değildir" iddiasını ileri süren Kara, sözlerine şöyle devam etti:
"İsrail ve ABD gibi dünyanın en acımasız devletlerine 'one minute' ve 'Dünya beşten büyüktür' diyerek ayar veren Cumhurbaşkanı Erdoğan dahi bu konuda cesaret edip iki söz söylememektedir. Bilakis M. Kamal’ı övüp göklere çıkarmaktadır."
Vehbi Kara'nın "Linç kampanyası ve alet olanlar düşünsün" başlığıyla yayımlanan (15 Mayıs 2017) yazısı şöyle:
Derin Tarih, dergi ve televizyon programları ile çok ihmal edilen ve adeta riyakarlıkla özdeş hale gelmiş olan resmi tarih yalanlarını düzeltme konusunda çok önemli görevler üstlenmiş ve bunu başarmıştır. Bu nedenle değerli tarihçi ve araştırmacı Mustafa Armağan ve Yavuz Bahadıroğlu hakkında ne kadar övgü dolu söz söylesek azdır. Onlar bu milletin vicdanında en güzel yeri hak etmiş halkımızı aydınlatmayı başarmışlardır.
Kimsenin söz söyleyemediği ve en ufak bir itiraz anında ağır hakaretlere uğradığı “Kamalizm” adı verilen baskı rejimini eleştirmek her babayiğidin harcı değildir. İsrail ve ABD gibi dünyanın en acımasız devletlerine “one minute” ve “Dünya beşten büyüktür” diyerek ayar veren Cumhurbaşkanı Erdoğan dahi bu konuda cesaret edip iki söz söylememektedir. Bilakis M. Kamal’ı övüp göklere çıkarmaktadır.
Şimdi yıllar önce bir sosyal hesapta yayınlanmış bazı şahısların görüntülerden yola çıkarak Derin Tarih dergisi yazarlarına ve M. Kamal aleyhinde konuşanlara karşı yöneltilen linç kampanyasına bir parça değinmekte yarar vardır.
Öncelikle bu linç kampanyasının zamanlaması manidardır. Zira CHP’li siyasetçiler ne zaman başı sıkışsa aynı nakaratı dile getirir “Atama şunu dedin, bunu dedin” diye kampanya yaparlar. İşte referandumun kaybedilmesi sonrasında kurultay zamanı gelince artık kabak tadı veren bu “Atam sen kalk ben yatam” nutuklarına daha sık rastlıyoruz.
Yakında 29 Mayıs Fetih Şenliği başlayacak. Ne şenlik olacak ama. Hükümetin anasından emdiği sütü burnundan getirmek üzere şimdiden hazırlık yapılıyor. Fatih’in kutsal emaneti ve bedduasına yol açacak şekilde Ayasofya’yı kapat, puthaneye çevir sonra da şenlik yap.
Ülkemizi 15 yıldan beri yöneten ve tecrübeli siyasetçi Başbakan Yıldırım’ın tepki göstererek linç kampanyasına alet olmasını çok iyi anlıyorum. Belli ki yıllarca Ayasofya’yı ibadete açacağız diye verilen vaatleri yerine getirememekten dolayı panik vaziyeti ile konuştuğu besbelli. Ayrıca CHP’nin kendi iç oyunlarına alet olması ve bu Kamalist kumpasa düşmesi çok büyük bir ayıptır. Diğer bakanlar ve siyasetçiler geri kalır mı? Devlet Bahçeli ile birlikte bu linç kampanyasına destek olmaya devam ediyorlar.
Her ne ise bu halktan uzaklaşmış politikacıları geçelim. Peki, Bediüzzaman’ı tanıyan ve onun hayatını bilen insanların bu konuda yapılan linç kampanyasına katılmasını nasıl karşılamalı?
Bu işte bir bit yeniği yok mu? Siyasetçiler kumpasa gelip hata edebilir buna alıştık nasılsa. Lakin idealist ve hakkın hatırını yüksek tutan insanlar nasıl böyle bir kampanyaya alet oluyor? İşte burasını anlayamıyorum. Bir hayli iç sızlatıcı olan bu konuda Bediüzzaman ve eserlerine göz atma zorunluluğu vardır. Bakın çeşitli kitaplarda Bediüzzaman M. Kamal hakkında neler söylemiş? Sadece bir kısmını ifade edeyim…
Şualar adlı bir eserinde talebelerine şu satırları yazıyor. "Bütün mekteblerde ve dairelerde ve halkta, o ölmüş dehşetli adamın muhabbeti telkin ediliyor. Bu hal ise, alem-i İslama ve istikbale pek elim ve acı bir tesiri olacaktı… Şimdi ihtiyarımızın haricinde onun mahiyeti ne olduğunu, en başta ve en ziyade alakadar ve en son ondan vazgeçecek adamların ellerine kat'i hüccetler ile gösteren ve isbat eden Risale-i Nur geçmesi, kemal-i merak ve dikkatle okunması öyle bir hadisedir ki; bizler gibi binler adam hapse girse, hatta i'dam olsalar, Din-i İslam cihetiyle yine ucuzdur. "
O dönemin Savcı'sının Said Nursi hakkında, telif ettiği Şualar isimli eserinde bulunan ve 1907 yılında telif edilen Beşinci Şua için "Bediüzzaman gizli cem'iyet kuruyor, halkı hükumet aleyhine çeviriyor, inkılabları kökünden yıkıyor, Mustafa Kemal'e deccal, Süfyan, din yıkıcısı diyor, bunu hadislerle isbat ediyor." suçlaması ile Said Nursi, Denizli Ağır Ceza Mahkemesine, 126 talebesiyle beraber 1943 senesinde sevk ediliyor”. Bunlara cevap olarak: ”Bana hücum eden garazkarların en esaslı sebebi; Mustafa Kemal'in dostluğu ve tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. Ben de o garazkarlara derim ki: Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükumetten alakası kesilmiş bir adam hakkında otuz altı sene evvel bir hadis-i şerifin ihbarıyla, Kur’an’a zararlı öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra Mustafa Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi." şeklinde yaşanılan dönem izah edilmektedir.
"Evet çok emarelerle bildik ki; bana hücum edenleri tahrik eden, Mustafa Kemal'e itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebebler bahanedir."
"Bir hadis-i şerifin, ahirzamanda an'anat-ı İslamiyenin zararına çalışacak diye haber verdiği adam, bu olduğunu ef'aliyle göstermesidir. Ben otuzaltı sene evvel o hadisi tefsir etmiştim. Aynen bu adama manası çıkmış. "
"Bundan kırk sene evvel ve hürriyetten bir sene evvel İstanbul'a geldim (1907) . O zaman Japonya'nın baş kumandanı, İslam ülemasından dini bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler.
Ezcümle, bir hadiste: "Ahirzamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar, alnında (Haza kafir) yazılmış bulunur." diye hadis var deyip benden sordular. Dedim: "Bir acib şahıs, bu milletin başına geçer ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydirir."
Sonra dediler: "Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hadise ile Süfyan olduğu bilinecek?" Ben de cevaben dedim: "Bir darb-ı mesel var: Çok israflı adama "eli deliktir" denilir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi' oluyor, deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya mübtela olup, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak."
Sonra birisi sordu ki: "O öldüğü zaman İstanbul'da Dikili Taş'ta şeytan dünyaya bağıracak ki; filan öldü." O vakit ben dedim: "Telgrafla haber verilecek." Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Sekiz sene sonra Dar-ül Hikmet'te iken dedim: "Şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek."
Mesela, rivayette vardır ki: "Bir zaman gelecek, Allah Allah diyen kalmayacak." Tevili Şudur ki ; "Allah!. Allah!. Allah!. deyip zikreden tekyeler, zikirhaneler, medreseler kapanacak ve ezan ve kamet gibi şeairde ismullah yerine başka isim konulacak" demektir. Yoksa umum insanlar küfr-ü mutlaka düşecekler demek değildir.
Rivayette var ki: "Süfyan büyük bir alim olacak, ilim ile dalalete düşer. Ve çok alimler ona tabi' olacaklar." Bunun bir tevili şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekavetiyle ve fenniyle ve siyasi ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok alimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine tarafdar eder ve din derslerinden tecerrüd eden maarifi rehber edip tamimine şiddetle çalışır, demektir.
İşte buradaki ifadeler Şualar adlı eserin içinde bulunan Beşinci Şua isimli eserinden bir kısım hadislerdir. Tamamını okumak için kitabı elde edip okumak gerekir.
M. Kamal’ın din inancı noktasında sorulacak sorulara yurt dışına kaçmış ve Alman vatandaşı olmuş Can Dündar bakın neler söylemiş. Bir de kendisini dinleyelim:
07. Ocak 1995 tarihinde "Elhamdülillah laikiz..." isimli köşe yazısında M. Kamal'ın din anlayışını şu sözlerle ifade ediyor: “Atatürkçüler ille İslam tartışacaksa hadi gelin Mustafa Kemal'in yıllarca gizlenen konuşmalarını raflardan indirelim. Göze alabiliyorsanız,
O'nun Kazım Karabekir'e "her şeyden önce din anlayışını kaldırmalıyız" dediğini ortaokul din kitaplarına koyalım. Bir İngiliz yazara (Andrew Mango) söylediği "benim bir dinim yok. Bazen bütün dinlerin denizin dibine boylamasını istiyorum" sözlerini Diyanet İşleri Başkanlığı'nın girişine asalım…
Tabii bu konuda başka yüzlerce esere rastlamak da mümkündür. M. Kamal’ın yaratılış konusunda yaratıcının Allah olmadığını ise kendi el yazısı ile şu şekilde ifade etmiştir. “"Natür (Tabiat) insanları üretti, onları kendisine taptırdı da…" (Kaynak: Atatürk’ten Düşünceler, Derleyen: Prof. Enver Ziya)
"Çünkü malumdur ki, insan tabiatın mahlukudur." (Kaynak: Atatürk’ün El Yazmaları, Medeni Bilgiler, Afet İnan)
"İnsanlar, kurtçuklar gibi sulardan çıktılar en önce… İlk ceddimiz balıktır. İşler daha daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler. “Biz maymunlarız”; düşüncelerimiz insandır. " (Kaynak: Ruşen Eşraf Ünaydın, Atatürk Tarih ve Dil Kurumları, s 53.)
M. Kamal, 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açılış konuşmasında; Kur'an ve diğer semavi kitaplar hakkındaki düşüncesini şöyle ifade etmektedir: “Aziz milletvekilleri. Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir.
Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.
M. Kamal, Kur'an-ı Türkçeye neden çevirmek istediği konusunda neler yazılmış okuyalım: “Evet Karabekir, Arap oğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’an’ı Türkçeye çevirttireceğim. Ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler…" Kaynak: “Kazım Karabekir Anlatıyor” – Hazırlayan: Uğur Mumcu, 19 Haziran 1990, Cumhuriyet Gazetesi.
Şimdi CHP’nin insanları çoktan bıktırmış olan siyasi çizgisi budur. Bu kafa yapısı ile gittikten sonra dünyanın en yetenekli siyaset adamlarını Kılıçdaroğlu’nun yerine başkan seçseler yine de muvaffak olamazlar. Hele hele bu linç kampanyaları ile yazar ve düşünce adamlarına ceza vererek hiçbir şey elde edemezler. Umarım bu yolun çıkmaz sokak olduğunu anlayıp din ve vicdan özgürlüğüne dayalı bir yönetim sistemi benimsemiş olurlar. Yoksa hem bu dünyada hem de sonsuzluk ülkesi ahirette çok üzülecektirler.
Hem CHP’lilere hem de kraldan fazla kralcı olup linç kampanyasına katılanların bu yazıdan ders çıkarmalarını umuyor ve bekliyorum, vesselam…
© Tüm hakları saklıdır.