Gündem

Akit yazarı: Dengeleri gözetme adına ıkınıp sıkınmaktan ne yazacağımı bilemez hâle geldim!

Faruk Köse: 'Dostlar alışverişte görsün' misali yazmanın bir anlamı yok

19 Mayıs 2015 14:45

Hükümete yakınlığıyla bilinen Yeni Akit yazarı Faruk Köse,  "Derdim, fasulye gibi kendini nimetten saymak değil. Ancak 'fincancı katırlarını ürkütmemek' adına müslümanları birbirine düşürecek hareketlere susarak 'dolmaları yutmak' istemiyorum" dedi. “Dostlar alışverişte görsün” misali yazmanın da bir anlamı yok" diyen Köse, "Ölçüsüz dengeleri gözetme adına ıkınıp sıkınmaktan ne yazacağımı bilemez hale geldim" ifadesini kullandı. 

Köse'nin Akit'te "Hâl tasviri" başlığıyla yayımlanan (19 Mayıs 2015) yazısı şöyle:

“Af buyurunuz” ama, milleti “astarı yüzünden pahalı” bir hale sokanlara “açık bono vermek” istemiyorum. “Bela aramak” gibi bir niyetim yok. Lâkin, “başıma feleğin tokmağı inmeden” önce, “Allah hakkı için” yolumu düz tutmam lazım. Dünya hayatının sonu “bir avuç toprak olmak” değil mi? Hesap günü çok mu uzak görünüyor?

İnanın, “can attığım” her şey, “caka yapmak” için değil, hak ve hakikatin ihyası adına “cana işlemek” için. Bu kapsamda “acemilik etmek”ten mümkün olduğunca kaçındım. “Canımı şeytana satmak”tan da... Hakkaniyeti korumaya “canı burnuna gelmek” pahasına dikkat ettim.

Yaşananlar hakkında “ceffel kalem etmek”ten kaçınıyorsam, vebalden korktuğum için. Müslümanlara karşı “cephe almak” o kadar da basit olmamalı. Üstelik de “ciğeri beş para etmez” İslam karşıtlarıyla ittifak kurarak... “Curcunaya kalkmak”la adaleti nasıl sağlayabiliriz?

Tabiî, “çizmeden yukarı çıkmak” doğru değil. “Çoban kulübesinde padişah rüyası görme”nin akıbetinin “çevir kazı yanmasın”a varacağını da unutmamak lazım. O yüzden, “arabayı düze çıkarmak” ve müslümanların aralarındaki husumeti gidermek için “çorbada tuzum bulunsun” istedim.

Bu çabamın “devede kulak” olduğunu biliyorum. Lâkin, “at izi it izine karışmış”ken, “Haymana öküzü” gibi duramazdım. Müslümanlar birbirine düşmüşken, hakkaniyet yerlerde sürünürken, “dilini zaptetmek” yakışır mı bize? Müslümanlar birbirlerinin “ensesinde boza pişirmek”teyken, hiçbir şeyi olumlu tarafından algıla(ya)mayan “fesat kumkuması” fonksiyonunu üstlenmek neye yarar?

Rakibinin “dişini sökmek” istiyor olabilirsin. Ancak rakibin müslümansa, hamlelerinin “yediğin naneyi kokutmak” türünden olmaması lazım, değil mi?

Umudum tükendi. “Güvendiğim dağlara kar yağdı” çünkü. Hakkı yazdığında bile batıl algılanıyor ve öyle muamele görüyorsan, kişiliğin çiğnenmiş olmaz mı? İnsanın “forsu kırıldığında” yazma arzusu da “dumura uğruyor.” Gerçi henüz “fütur getirmiş” değilim; lakin yanlış gördüğüm hususlarda kimsenin “dümen suyundan gitmek” istemiyorum. Dengeyi koruma adına “dokuz doğurmak” da fayda etmiyorsa, geriye çok fazla yapacak şey kalmıyor.

Derdim, “fasulye gibi kendini nimetten saymak” değil. Ancak “fincancı katırlarını ürkütmemek” adına müslümanları birbirine düşürecek hareketlere susarak “dolmaları yutmak” istemiyorum. “Dostlar alışverişte görsün” misali yazmanın da bir anlamı yok. Ölçüsüz dengeleri gözetme adına “ıkınıp sıkınmak”tan ne yazacağımı bilemez hale geldim.

Şunu bilmenizi istiyorum ki, ben “iyi gün dostu” değilim. “İstemem yan cebime koy” formatındaki “madrabaz”ların olumlulukları “peşkeş çekme”sine gönlüm razı olmuyor. Şerri perdelemek için “laf ebesi” olmayı da hiç düşünmedim. İslam kardeşliğinin “kâğıt üzerinde kalması”na tahammül edemiyorum. Artık “kabak tadı vermek”ten öteye geçen süreçten bunaldığım için gösterdiğim çabalar üzerindeki kişilik müdahalesini “nefsime yediremiyor”um.

Kimseye karşı “nobran” olacak değilim. “Kara gün dostu” olmaya devam edeceğim. Ancak “kimseye eyvallah etmemek” de sanırım kişilik hakkım olsa gerek. Bu konuda “hem nalına, hem mıhına vurmak” gibi bir ikilemde olmayacağım. Önemli olan, “özü sözü bir” olmak. Yoksa, “pişmiş aşa soğuk su katmak” gibi bir niyeti hiçbir zaman taşımadım. Ancak, bugün “ıska geçmek”ten imtina etmediğimiz şeylerden ötürü yarın “yüzümün yere düşmesi”ni istemiyorum. Bu hassasiyeti “ıvır zıvır”la geçiştirecek kişilikte değilim.

İslam ve müslüman düşmanları “fahiş faize batakçı müşteri” misali aleyhimize çalışırlarken, tüm ölçüleri ayağa düşürenlere karşı “ölçüsünü bildirmek”ten niçin yüksünelim, niye geri duralım?

“Vardığın yer körse, sen de gözünü kapa” deniyorsa da, bu bana ters geliyor. O yüzden, “yağmur olsa kimsenin tarlasına yağmaz” türünden olmamak lazım. Bize bu saatten sonra, “Vidin kalesi gibi metin olmak” düşer. Zira bunca sorun varken, “zevahiri kurtarmak” adına kendimi “zehir zemberek” bir hayatın içine atıp, o hayatı kendime ve başkalarına “zehir etmek” istemiyorum.

“Yalancı pehlivan”lardan bıktım usandım. “Söyleye söyleye dilimde tüy bitti.” Artık işin “tadı kaçtı.” Şimdi herkesi “sütüne havale etmek”le iktifa ediyorum. Artık “pabucuma kum doldu.” Beni “patentasının altına almak” isteyenlere “pabuç bırakırsam”, kimliğimi ve kişiliğimi kaybetmiş olurum. Kimse benden, buna karşı “put kesilme”mi beklemesin.

Sakın “habbeyi kubbe yaptığım”ı sanmayın. Mesele kimlik ve kişilik meselesi. “Hak yol”da kalmak istiyorum; “hangi peygambere ümmet olacağımı şaşırmak” istemiyorum.

Tek derdim, Ümmet birliğinin sağlanması için “rüzgâr gelecek delikleri tıkamak” adına katkıda bulunmak. Bunun “sel önünden kütük kapmak”tan farksız olduğunu biliyordum. Ancak müslümanların birbirine girmesi karşısında nasıl “taş yürekli” olabilirim? Ancak görüyorum ki, “rafta kurabiye var ama size göre değil.”

 “Fîsebilillah” dedik ama, artık “zokayı yutmak” yok. “Hüsn-ü zan”nım da, sabrım da kalmadı. “Züğürt tesellisi” beni kesmiyor. Hem, “döner taşım yok, öter kuşum yok.” Ancak “tiği teber şahı levent” olmayacağım.

Allah tüm hakikatleri biliyor!