Yeni Şafak gazetesinde Yasin Doğan mahlasıyla yazan Yalçın Akdoğan, "Hiçbir gazetede patronun ticari ilişkileriyle ilgili eleştirel bir yorum okuyamıyor, medyanın içinde yer aldığı sermaye grubuyla ilgili sorgulayıcı bir haber göremiyor, hatta patronun tuttuğu takımı bile eleştiremiyorsanız, ortada sanal bir özgürlük alanı var demektir" dedi.
'Medyanın ekonomik bir faaliyet olarak icra edilmesinin gazeteciliği şekillendiren bir faktör" olduğuna dikkat çeken Akdoğan, basın özgürlüğü meselesinin sadece iktidarı ilgilendiren boyutlarıyla değil tüm yönleriyle objektif bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini savundu.
Başbakan Erdoğan'ın siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan'ın "İktidarı mı basın özgürlüğünü daraltıyor?" başlıklı yazısı (13 Mart 2013) şöyle:
Gazetecilik, çok onurlu bir meslektir. Çünkü hakikatin peşinde koşmak, hakikati açığa çıkararak toplumu bilgilendirmek büyük bir kamu hizmetidir ve demokrasinin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Gerçek bilgiye ve hakikate ulaşmak, insanın tekamülü ve özgürleşmesi açısından önemli bir gerekliliktir. Farklı fikirlerin özgürce tartışılması nasıl gelişme ve ilerlemenin bir şartıysa, basının ve medyanın gelişmesi ve güçlenmesi de demokratik gelişimin önemli bir şartıdır.
Acaba basının ve medyanın gelişmesi, gazeteciliğin güçlenmesi ne anlama gelir? Türkiye, basın özgürlüğü konusunda hangi noktada? Gazetecilik, evrensel anlamı ve muhtevayı yakalayabildi mi? Hakikatin peşinde koşmak ve toplumu bilgilendirmek medyanın bugünkü rolü içinde nereye oturuyor?
Bu ve benzeri sorular farklı şekillerde cevaplandırılabilir. Basının halihazır durumu konuşulurken ilk vurgunun iktidar-medya ilişkisine yapılması, her analizin iktidarla başlayıp bitmesi acaba durumu doğru anlamamızı, sorunu doğru teşhis etmemizi sağlıyor mu?
Kanaatimce iktidar-medya ilişkisi kadar önemli olan sermaye-medya ilişkisi ve patron-gazeteci ilişkisidir. Editoryal bağımsızlığı daraltan faktörlerin bir çoğu, iktidarların ördüğü iddia edilen duvarlardan değil, medyanın kendi iç dinamiklerinden kaynaklanıyor.
Basın özgürlüğü denildiğinde yapısal bazı sorgulamalar gerekiyor. Patronajın getirdiği doğal sınırlama neredeyse kanıksanmış halde...
Hiçbir gazetede patronun ticari ilişkileriyle ilgili eleştirel bir yorum okuyamıyor, medyanın içinde yer aldığı sermaye grubuyla ilgili sorgulayıcı bir haber göremiyor, hatta patronun tuttuğu takımı bile eleştiremiyorsanız, ortada sanal bir özgürlük alanı var demektir.
Medyanın ekonomik bir faaliyet olarak icra edilmesi de gazeteciliği şekillendiren bir faktördür.
Bugünkü medya yapısı içinde gazetenin reklam durumunu, pazarlamasını, tirajını, promosyonunu takip etmeyen, işletme boyutlarıyla ilgilenmeyen yayın yönetmeni kaç tane var? Sadece gazetecilik yapan, haberi düşünen bir anlayış mı var, yoksa büyük bir rekabetin yaşandığı bu sektörde tutunmaya çalışan, yani ekonomik kaygılarla hareket eden bir anlayış mı var?
Atılan başlıklar, yazılan haberler, seçilen konular toplumsal sorumlulukla, halkı bilgilendirme misyonuyla, gazetecilik aşkıyla, kamusal fayda oluşturma dürtüsüyle mi belirleniyor; yoksa en çok satmak, en çok beğenilmek, en çok ses getirmek gibi güdülerle veya daha farklı siyasi veya ekonomik gerekçelerle mi?
Misyon gazeteciliği veya siyasi tarafgirlik, haberciliğin muhtevasını etkileyen diğer bir doğal faktör…
Gazetelerimizin oluşturduğu objektiflik, bağımsızlık, tarafsızlık olgusu, hangi kriterlere dayanıyor? Gazeteler ideoloji, siyasi görüş, din-mezhep-etnik köken gibi bağlamlarla kendi misyonlarını nasıl ilişkilendiriyorlar? Bu tür bağlılıklar ve aidiyetler ile gazeteciliğin çerçevesi nasıl örtüştürülüyor ve farklı olana karşı nasıl bir konum alınıyor?
Sabah akşam iktidara çamur atmayı, ezeli düşman olarak gördükleri Başbakan'ı topa tutmayı iş edinen bir anlayış gazetecilik olabilir mi?
Hükümetler ülkenin ve milletin maslahatı için medyadan zaman zaman belli bir hassasiyet ve anlayış bekleyebilir. Örneğin terör olaylarının abartılı yansıtılmasının örgüt propagandasına dönüştüğü ve toplumu ajite ettiği düşüncesiyle medyanın duyarlılığı istenebilir. Ancak bu tür beklentiler siyasi bir fayda sağlama amacı gütmediği gibi, medyayı susturma, baskılama, kontrol etme amacı da taşımaz. İktidarların duyarlılık çağrıları veya karşı eleştiri ve savunmaları medyayı hizaya getirme gayreti olarak değerlendirilmemelidir.
Medya patronlarının veya yönetimlerinin de gazetecilerden zaman zaman bazı duyarlılıklar ve anlayış bekleyebildiği anlaşılıyor. Sanırım bu beklentilerin muhtevası, çerçevesi ve sınırlarının bulanıklaşması, maksadını aşması bir problem olarak ortaya çıkabiliyor.
Neticede basın özgürlüğü meselesi sadece iktidara bakan boyutlarıyla değil, tüm yönleriyle objektif olarak değerlendirilmeye muhtaç bir konudur.