Rıza Türmen
CHP İzmir Milletvekili, eski AİHM Yargıcı
Kürtaj ve insan hakları
Kadının kaç çocuk yapacağı ya da gebeliğe son verip vermeyeceği gibi kararların kadın yerine devlet tarafından verilmesi ancak otoriter rejimlerde görülür.
Sayın Başbakan bilinçaltında Uludere katliamının sıkıntısını yaşarken bununla bağlantılı olarak başlattığı kürtaj-sezaryen tartışmasını insan hakları zeminine oturtmadığımız sürece doğru sonuca ulaşmamız olanaksız. Kadını hak öznesi olarak kabul etmemek ya da erkeğe göre sınırlı haklara sahip bir canlı olarak görmek gibi ilkel saplantılarımız yoksa kadının kendi gövdesiyle ilgili tüm kararları bağımsız ve serbestçe alma hakkına sahip olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Bunun içine sezaryenle doğum yapmak ya da kürtaj olmak gibi üremeyle ilgili bütün kararlar girer. Bu konularda serbestçe karar vermek kadının en temel insan hakkı.
Bu temel hak, başka hakları da birlikte getirir. Örneğin, kadının karar vermesini sağlamak amacıyla doğru bilgilendirilme hakkı ya da sağlığı açısından emniyetli ve yasal kürtaj olanağına sahip olma hakkı gibi.
Buna karşılık kürtajın yasaklanması kadının birçok insan hakkının ihlalini oluşturur. Kürtajın yasaklanmasının, kadınları istenmeyen gebeliklere son verdirmek için sağlık bakımından güvenilir olmayan, zararlı, tehlikeli yollara başvurmak zorunda bıraktığını uluslararası kuruluşların istatistikleri ortaya koymaktadır. Buna göre doğumla ilgili kadın ölümlerinin % 13’ü yani yılda yaklaşık 78 bin kadın sağlık bakımından güvenilir olmayan yollardan yapılan kürtajlar sonucu ölmekte. Kürtaj yasaklanmamış olsa her yıl ölen bu 78 bin genç kadın şimdi yaşıyor olacaktı. Bu ölen kadınlar çoğunlukla yurtdışına seyahat etme olanağına sahip olmayan yoksul kadınlar. Üst gelir düzeyindeki kadınlar kürtajın serbest olduğu bir ülkeye giderek gebeliğe son veriyorlar. Kürtaj yasağı bir de böyle bir eşitsizlik yaratıyor.
Kadın haklarının ihlali
Kürtajın yasaklanması kadının yaşam hakkının ihlali yanında kadının vücut bütünlüğünün ve özel yaşamının da ihlalini oluşturuyor. Bazı AİHM kararlarında, kürtaj yasağının ‘işkence ve kötü muamele’ sayıldığını görüyoruz.
Kadının insan haklarına karşı fetüsün de hakkı bulunduğunu, hatta buna öncelik verilmesi gerektiğini ileri sürenler var. Başbakan’ın talimatıyla kürtajı yasaklamak için kolları sıvayan Sağlık Bakanı’nın da bu görüşte olduğu anlaşılıyor. Bu görüşün dinsel nedenlerle ileri sürülmesi anlaşılır bir şey. Ancak bunun hukuksal ve tıbbi bir gerçeğe dönüştürülmek istenmesi hem tehlikeli hem de hukuksal ve bilimsel dayanaktan yoksun.
Hukukta kabul edilen temel ilke ancak doğan çocuğun hak öznesi olması. Hiçbir uluslararası metinde fetüs hak öznesi olarak kabul edilmiyor.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin hazırlık çalışmaları sırasında çocuğun tanımının doğumdan öncesini de kapsaması yolunda bazı öneriler yapılmışsa da bunlar reddedilmişti.
Ulusal hukukta da bu böyle. Miras hukuku açısından ilginç bir durum mevcut. Çocuk sağ olarak doğması koşuluyla geçmişe etkili olarak mirasçı olabilir. Ancak sağ doğmazsa hak sahibi olamaz.
Kadının görüşünü almak
Uluslararası insan hakları belgeleri ve uluslararası organların kararları bu alandaki genel bir evrensel mutabakatın çerçevesini çiziyor.
Örneğin 2008 yılında, Türkiye’nin de katıldığı, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi’nin kabul ettiği kararda (1607/2008), güvenilir ve ucuz kürtaja sınırlamalar getirilmesinden kaygı duyulduğu belirtildikten sonra, güvenilir ve emniyetli kürtajın sınırlandırılmaması gerektiği ileri sürülüyor. Karar ayrıca bütün insanların ve özellikle kadınların kendi gövdeleri üzerinde kontrol hakkına sahip olma özgürlüğüne saygı gösterilmesini, kürtajın suç olmaktan çıkarılmasını öngörüyor.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu, H/Norveç davasında (1992), kadının yaşamında güçlükler doğurması nedeniyle 14 haftalık bir gebeliğin sona erdirilmesinin sözleşmeyi ihlal etmediğine karar verdi. Bu kararın ilginç yanı kürtajın sağlık nedeniyle değil, kadının toplumsal konumuyla ilgili olması.
RR/Polonya (2011) davası, ilgililerin ihmali nedeniyle başvurucunun zamanında gebeliği sona erdirememesi ve istemediği, daha önceden sakat olduğu bilinen bir çocuk dünyaya getirmek zorunda kalmasına ilişkin. Bu davada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, hem annenin maruz kaldığı acı dolayısıyla işkence ve kötü muameleyi yasaklayan maddenin hem de özel yaşama ilişkin maddenin ihlal edildiğine karar verdi. Kararda AİHM, devletin bireylerin fiziksel bütünlüklerine ilişkin olarak zamanında bigilendirilmeleri için gereken önlemleri almak yükümlülüğüne ve bunun bireylerin serbestçe karar verebilmeleri için gerekli olduğuna işaret ediyor. Polonya yasalarındaki kürtajı sınırlayan hükümlerin doktorlar üzerinde caydırıcı bir etki yarattığı belirtiliyor.
Özel yaşamın ihlal edildiği Tysiac/Polonya kararında (2007) ise AİHM kürtaj konusunda gebe kadının görüşlerinin alınması gerektiğini işaret ediyor.
BM İnsan Hakları Komisyonu’nun ya da BM Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’nin kürtaj yasağı ya da sınırlandırmalarının kadınların yaşama hakkı açısından doğurduğu riskleri belirten ve ülkelerin yasalarını değiştirmelerini isteyen sayısız karar var. Zaten Avrupa’da, yasalarında kürtaja çok sınırlayıcı yer veren ülkelerin sayısı dört: Malta, İrlanda, San Marino ve Andorra. Türkiye ’nin katılmak üzere olduğu grup bu ülkelerden oluşuyor.
AKP’nin egemenlik alanı
Gebeliği sürdürmek ya da sona erdirmek, kadının özel yaşamı üzerinde çok derin izler bırakan, fiziksel ve ruhsal sağlığını etkileyen bir karar. O nedenle bu kararı sadece ve sadece kadının vermesi önemli. Devletin yükümlülüğü ise kadının bu kararı vermeden önce doğru ve aydınlatıcı bir biçimde bilgilendirlmesini ve karar ne olursa olsun kadının sağlık hizmetlerinden en iyi biçimde yararlanmasını sağlamak.
Kadının kaç çocuk yapacağı ya da gebeliğe son verip vermeyeceği gibi üreme hakkına ilişkin kararların kadın yerine devlet tarafından verilmesi ise ancak otoriter rejimlerde, diktatörlüklerde görülür.
Kürtajın yasaklanması, kadınların insan haklarının devlet tarafından ağır bir ihlalidir. Türkiye ’de devlet kadınların haklarını, onları ihlal eden bireylere karşı zaten korumamaktadır. Kadına karşı şiddet, her gün öldürülen genç kadınlar, çocuk gelinler, giderek eve kapanan kadınlar, kadınlara karşı her alanda artan ayrımcılık, devletin kadın-erkek eşitliğini sağlama, kadının haklarını koruma görevini yerine getiremediğini göstermekte. Ancak şimdi devletin rolü değişmekte. Kürtaj yasası ile devlet, kadının haklarının ihlal edilmesini önleyemeyen devlet olmak yanında, kadının haklarını ihlal eden devlet konumuna girecek.
Kürtajı yasaklama kararı ile AKP iktidarı, egemenlik alanını kadının gövdesini de kapsayacak şekilde genişletiyor. Otoriter rejimlerin, diktatörlüklerin en büyük özelliği, bireysel ve toplumsal yaşamın her alanının denetim altında tutulması, bireysel ve kamusal alan arasındaki farkın ortadan kalkması.
Son kürtaj kararı ile AKP iktidarı yeni ve demokrasi açısından tehlikeli bir döneme girdi. Bu öyle bir dönem ki erkeklerin de bu gibi tepeden inme fetvalarla sağlıklarını tehdit eden durumlarda korunmasız, yardımsız kalmaları her an beklenebilir. Siz siz olun, yasaklanmadan önce anjiyonuzu çektirin, kolonoskopinizi olun... (Radikal)