Türk edebiyatının polisiye romancısı olarak bilinen Ahmet Ümit, doğup büyüdüğü Gaziantep şehri ile ilgili olarak "Bütün Antep; romancılar, idareciler, gazeteciler birleşse Antep kurtulmaz. Ancak sorun sadece Antep de değil! Bugün her şehir bu yozlaşmadan payına düşeni alıyor. Büyük bir bölge yeniden dizayn ediliyor" dedi. “Ülkede solu bitirirseniz her şeyi bitirirsiniz. Sol, ülkenin sigortası, aydınlanmasıdır. İktidar olmasa da her türlü sol yapılanmanın varlığını sürdürmesi gerekir. Elbette silahlı yapıları kapsam dışında tutuyorum" diyen Ümit, "Bir fikri, sol düşünceyi yok etmeniz ülkenin de bitmesi anlamı taşır. Tek başına iktidarı ele geçirmek demek ise çürümek demektir" ifadesini kullandı.
Erk Acarer'in BirGün'de yer alan haberi şöyle:
Ahmet Ümit’le Beyoğlu’ndaki bir kitap dükkânında buluşup Türkiye’yi, Antep özelinde değişen şehirleri, yaşamları, dramları ve ‘sığınamayanları’ konuşuyoruz. ‘Neydik ne olduk’ meselesi. ‘Ümit’ var mı? Kim bilir, belki de! Çünkü Louis Althusser’in söylediği gibi; ‘gelecek uzun sürer’
"Ah gençliğimizin Antep’i…"
Canlı bombalara meze olan şehirler… Antep misal… Ahmet Ümit Antepli… Çocukluğunu ve ilk gençliğini geçirdiği şehrin ‘o zamanki halini ve ‘şimdi’sini bir romancı gözüyle anlatıyor. Değişim şaşırtıyor:
“Çocukluğumuzdaki Antep. 1960’tan 78’e kadar kesintisiz olarak yaşadığım, ilk gençlik yıllarımı geçirdiğimi şehir bugünkü Antep’ten çok farklıydı. Anadolu’da pek çok yer, şehir özelliği taşımaz. Oysa Antep bir şehirdi. Kütüphanesiyle, sinemalarıyla şehirdi. Kendine ait bir radyosu vardı. Erkekler ve kadınlar, gazinolara, ikindi sazlarına birlikte gider, Hamiyet Yüceses’i, Şükran Ay’ı, Müzeyyen Senar’ı, Zeki Müren’i dinlerdi. Yerleşik bir halk vardı. Okullar ‘eğitim kurumu’ niteliğindeydi. Onat Kutlar, Ülkü Tamer Edip Akbayram Antep’ten çıktı. Şehir bir cazibe merkeziydi. ‘Anteplilik’ özel bir durumdu. Urfa’ya bağlı Halfetililer, Birecikliler ve Maraş’a bağlı Pazarcıklılar kendilerini Antepli gibi görürlerdi. Toprağı bereketli, insanları çalışkandı. Şehrin demokrat, kendine özgü bir kimliği vardı. Elbette şehir bu kimliğini geçmişten gelen yapısına borçluydu.”
"Nereden nereye…"
Ümit, ‘geçmişin birikimi üzerine inşa edilen ‘şehrini’ anlatıyor: “Antep Osmanlı’ya gözünü açmadı, tarihi Selçuklularla da başlamadı. Birikim daha eskiye uzanıyordu…”
Karkamış, Islahiye, Nizip… Bugün mülteci kamplarında yaşanan skandallarla, fuhuş, taciz, istismarla anılan yerler. Oysa…
“Antep’ten Hititliler geçti. Mısırlılarla büyük Kadeş Savaşı’nın planlandığı yer Hititlilerin ikinci büyük şehri Karkamış’tı. Zeugma küçük bir yerdi ama mozaikleriyle tarihi süsledi. Dülükbaba’da Mitra kültürü ortaya çıktı. Paganizmden Hıristiyanlığa da burada geçildi. Islahiye ’deki Yesemek’de binlerce yıl heykel yapıldı. Antep İpekyolu üzerinde olan bir şehirdi. Romalılar iz bıraktı. Ayasofya’yı yaptıran İmparator Justinyen, Antep Kalesi’ne de son halini verdirdi. Kısacası büyük bir zenginlik, kültürel birikim vardı. Bu sonraki dönemi de etkiledi.”
"Dedem bir kilimciydi"
Peki, Ahmet Ümit’in kendi dönemi… Antep’teki çocukluğu, gençliği ve tanık oldukları…
“Kırılmayı, bozulmayı yozlaşmayı bütün şehirlerde olduğu gibi hayatımın bir bölümünün geçtiği Antep’te de görüyorum. Can yakan bir dönüşüm. Gencecik bir adamdım. Evimiz şimdi Tahmis Kahvesi’nin olduğu Kozluca’daydı. Evden çıkar Kırkayak Parkı’na giderdik. Yolda selam vermekten yorulurduk. Museviler vardı, Rumlar vardı. Yüzyılın başında Ermeni nüfus vardı. Antep, Türklerin, Kürtlerin ve Arapların harmanladığı kültür birikimiyle yoğrulmuştu. Esnaf, birbirini tanır, saygı duyar, güvenirdi. Kimse kaydını tutmadan çıkarıp cebindeki parayı ihtiyacı olana verirdi. Bu çok kültürlü, güvenli yaşam zanaatkârları ortaya çıkardı. Küçük sanayi büyüdü, şehir daha da zenginleşti. Ermeniler sanatta, zanaatta hünerliydi. Beymahallesi’nde onların yaptığı taş evler vardı. Dedem kilimciydi. Bu zanaatı da bir Ermeni ustadan öğrenmişti.”
Üç kuşak dönüşüm
Sonra ne oldu… Antep’teki can yakan dönüşüm nerede başladı? Ahmet Ümit bir sosyolog titizliğiyle gözlemlerini ve tanıklıklarını aktarıyor, birkaç dönemi üstü üste koyup bugünkü Antep’i tanımlıyor:
“İstanbul’da, Mersin’de, İzmir’de ne olduysa Antep’te de o oldu. Her şey göç sorunuyla başladı. Bu dalgayı, önüne çıkan her şeyi yıkan azgın bir nehre benzetebiliriz. Önce kır çözüldü. İlk göç dalgasının üzerine 90’lı yıllar eklendi. Bölge’de yaşananlar nedeniyle insanlar Antep’e akın etti. Diğer şehirlerde olduğu gibi bu insanlar kendi kültürleriyle geldiler. Ancak ne kültürlerini koruyabildiler ne de şehre entegre olabildiler. Tuhaf bir kültür ortaya çıkmaya başladı. Aslında 12 Eylül 1980’e kadar kentin ‘sol’da duran bir kişiliği vardı. Sendikaları, sivil toplum örgütlerini bitirdiklerinde insanlar kabuklarına çekilip yalnızlaştılar ve kendilerini bir yere ait hissetmek için dine sığındılar.”
"Sol ülkenin sigortasıdır"
Her şey yine toplumu silindir gibi ezip geçen 12 Eylül Darbesi ve faşizmine çıkıyor…
“Şüphesiz, tartışmasız” diye sürdürüyor Ahmet Ümit:
“Elbette dünyada da rüzgârın değişmeye başlaması dönüşümde etkendi. Sovyetler Birliği çözüldü. İran’daki İslam Devrimi, Amerika’nın yeşil kuşak projesi radikal İslam’ın yükselmesine neden oldu. Geride yalız şehirler, yalnız insanlar kaldı. Solun yerini din alırken, insanlar yabancılaşma ve yalnızlık duygularını bu kurum içinde gidermeye çalıştı. Suriye’deki iç savaşla birlikte üçüncü göç dalgasına muhatap olan Antep’in yapısı da artık tamamen değişti. Geride bir insan dramının yanı sıra tükenen şehir kaldı. Artık Antep’te kimse birbirini tanımıyor. Bugünkü iktidarın İslam’ın her tonu ve rengine göz kırpması dönüşümü tamamladı.”
"Büyük bir barış lazım"
Nasıl düzelir? “Gülümsüyor Ahmet Ümit; “Düzelmez” diyerek devam ediyor:
“Ülkede solu bitirirseniz her şeyi bitirirsiniz. Sol, ülkenin sigortası, aydınlanmasıdır. İktidar olmasa da her türlü sol yapılanmanın varlığını sürdürmesi gerekir. Elbette silahlı yapıları kapsam dışında tutuyorum. Bir fikri, sol düşünceyi yok etmeniz ülkenin de bitmesi anlamı taşır. Tek başına iktidarı ele geçirmek demek ise çürümek demektir.”
Ümit, ‘Düzelmez’ yargısının altını ısrarla çizip soruna daha geniş bir perspektiften de bakıyor:
“Bütün Antep; romancılar, idareciler, gazeteciler birleşse Antep kurtulmaz. Ancak sorun sadece Antep de değil! Bugün her şehir bu yozlaşmadan payına düşeni alıyor. Büyük bir bölge yeniden dizayn ediliyor. Türkiye, eski dönemlerdeki gibi oyun kurucu olmadığı gibi bu oyunda da yok. Kurtuluş için barışı yükseltmek lazım. Bu büyük bir coğrafyada Kürt sorunu, Suriye meselesi çözülmeden ve geniş bir kapsamda barış yaşanmadan Antep sorunu da çözülmez!”
"İnsanı yeniden ele almak lazım"
Ahmet Ümit’in yeni romanı ‘insan’ denen varlığın dehlizlerini anlatıyor. Türkiye’de yaşanan, Antep’te yaşanan, İstanbul’da yaşanan büyük dramlar ve sığınmacılar çerçevesinde dönen kurgu ‘dehlizler’ konusunda da fikir veriyor…
“Suriye ve Suriyeli dramıyla yazar olarak daha derinden ilgilendim. Yaşananları görmek ‘insan’ denen varlığın sorgulanmasına yol açıyor. İnsana yeni bir bakış açısı getirmemiz gerekiyor. Bence sol da bunu yapmalı. İnsan ruhunun sorgulanması gerekiyor. Çözemediğimiz şeylerden biri psikoloji. Klasik Marksizm, insana güvenden söz ediyor. İnsan özünde iyidir, ekonomi iyi olursa o da iyi olur, insana güvenmek gerekir’ diyor. Ancak bunu henüz psikoloji ve Freud’un ortaya çıkmadığı dönemde söylüyor. ‘İnsanın iyi olduğu’ düşüncesine katılmıyorum. Bana kalırsa insan daha çok kötüye yakın ortada bir varlık. Kötüye daha meyilli, kötü daha cazip geliyor.”
***
Yeni romanının ismini ilk kez açıkladı: Kırlangıç Fırtınası
Derin bir sorgulama: Vahşete sesini çıkarmayan, sessiz insan...
Ahmet Ümit’in yeni romanı tam da ‘bu kötü tarafa yakın’ noktalardan geçiyor. Suriyeli göçmenler üzerine bir roman. Çocuk tacizi, organ pazarlıkları, insan kaçakçılığı, fuhuş… Gördüğümüz görmediğimiz ne varsa tekmili romanda.
Söz ettiği ‘insan meselesini sorgulayan büyük tüyolar veriyor Ümit:
“Bir seri katil var. ‘İnsan öldürmekten zevk alan bir seri katil’ denince hepimizin tüyleri diken diken olmaz mı? Vahşi, insan avcısı biri… Bu vahşi kişiyle, yaşanan dehşete sesini çıkarmayan insan arasında bir kıyaslama yapıyorum. Hangisi daha korkunç, hangisi daha vicdansız’ bunu bulmaya çalışıyorum. Suriyeli göçmenleri ele alıyor. Türkiye’de ve çevre ülkelerde ne yaşanıyorsa bunları ele alıyor. İnsan ve organ kaçakçılığı, fuhuş, dram… Konusu İstanbul’da geçiyor. Bir insanlık cehennemini anlatıyor; ‘biz kimiz?’ bunu sorguluyor. Romanın ismi büyük ihtimalle ‘Kırlangıç Fırtınası’ olacak. Nisan ya da mayıs ayında çıkacak. Kırlangıçlar göçmen kuşlardır. Fırtına yiyince büyük bir kısmı ölür. Kırlangıçların hikâyesi, bu açıdan Suriyeli sığınmacılarınkiyle örtüşüyorlar.
***
"Yazdıklarıyla ülkeyi değiştirdiler"
Ümit, ‘bir yazar olarak bildiğim yöntemlerle uğraşıyorum’ diyor:
“Sola destek vermeye ve yazarak model olmaya çalışıyorum. Nâzım’ları, Sabahattin Ali’leri düşünüyorum. Orhan Kemal, Aziz Nesin, Ahmet Arif ve Kemal Tahir’lerin yaşadıkları bizden farklı değildi. Gerçekten korkunçtu. Nâzım’ı 13 yıl yok yere cezaevinde tuttular. Ama her şeye rağmen onlar, bu tarihe damga vurdular, silinmeleri mümkün olmadı ve ülkeyi değiştirdiler. İnanılmaz bir şey. Bizim de böyle bir seçeneğimiz var. Bugünden yarına olmasa da rüzgâr değişir, hayat değişir. Dünya tarihi karşısında bizim hayatımız hiçbir şey değil. Evet, umutlu değilim ama uğraşmaktan, vazgeçmemekten ve mücadeleden yanayım. Louis Althusser’in söylediği gibi; gelecek uzun sürer…”
***
İktidar mücadelesi
Ümit her şeyin içinin boşaldığına vurgu yapıyor: “Antep’te ahilik, sufilik geleneği vardı. Mevlana saray sofralarını reddetmemiş miydi? Hocası molla Gürânî saraya kan bulaşmıştır diye Fatih Sultan Mehmet’in davetini bile geri çevirmemiş miydi? Nefis, iktidar mücadelesine ve iktidarın parçası olma isteğine dönüştü. Cemaatler de böyle bozuldu ve insanı bozdu.”