Ahmet Altan
(Taraf - 31 Ağustos 2012)
Atatürk ilke ve inkılâpları
Bizim ülkede eğitim sistemi, insanları donanımlı, çağdaşlarıyla rekabet edebilecek düzeyde bireyler hâline getirmek için değil, bilinçaltlarına zehir enjekte edip sakatlamak için kurulmuştur.
Evrensel gerçekler değil, yerel yalanlar öğretilir.
Çünkü yönetimde kim varsa, o, insanları kendine itaat edecek kullar olarak biçimlendirmek ister.
Çocukların bütün yaratıcılıklarını, özgürce düşünebilme yeteneklerini kırarak onları dar kalıpların içine tıkıştırır.
On dokuzuncu yüzyılda küçük ayakları olsun diye “ayaklarına dar gelen” ayakkabılar giydirilen Çinli kadınların ayakları gibi insanların beyinleri de sakat ve küçük bırakılır, o Çinli kadınlar nasıl yürüyemezse bizim eğitim sisteminden geçenler de özgürce düşünemezler.
Bu sistemli sakatlama çabaları ilkokuldan başlar ve üniversiteye kadar sürer.
Düşünün ki zaten kendisi bir “köleleştirme” kurumu olan YÖK’ün kanununda çocukları “Atatürk milliyetçiliğine bağlı olarak” yetiştirmek gibi bir amaç vurgulanmıştır.
“Atatürk milliyetçiliği” Kenan Evren gibi darbecilerin hayalindeki ülkenin insanlarını kalıplara dökmek için uydurulmuş bir klişe.
Ne demek Atatürk milliyetçiliği?
Bu Atatürk milliyetçiliğinin diğer “milliyetçiliklerden” nasıl bir farkı bulunuyor?
Başına hangi insanın adını koyarsanız koyun milliyetçilik milliyetçiliktir ve üniversite eğitimiyle hiçbir alakası yoktur.
Kimya fakültesinde nasıl bir Atatürk milliyetçisi yetiştireceksiniz?
Atatürk’ün bulduğu kimya formülleri mi var?
Ya da Türklere ait, bizim gezegenin ve evrenin yasalarından farklı yasaları bulunan bir kimya bilimi mi bulunuyor?
Peki, doktorları nasıl Atatürk milliyetçisi yapacaksınız?
Atatürk’ün tıptaki yeri ne?
Böbrek transplantasyonunun Atatürk milliyetçiliğine uygun bir ameliyat biçimi mi bulunuyor?
Hipokrat’ı, Kopernik’i, Edison’u, Madam Curie’yi hangi “milliyetçilik” kriterlerine uygun olarak okutacaksınız?
Üniversitelerde bütün insanlığın birikimi öğretilir çocuklara, onlar bu birikime bir katkıda bulunabilecek düzeye gelsinler diye yetiştirilirler.
Üniversite milliyetçilikle taban tabana zıt bir yerdir.
Adına ister Atatürk milliyetçiliği deyin, ister Nehru milliyetçiliği deyin, ister Mao milliyetçiliği deyin, ister Hitler milliyetçiliği deyin, ister Tito milliyetçiliği deyin, milliyetçilik oldu mu üniversite olmaz.
Milliyetçilik yereldir.
Üniversite evrenseldir.
Buranın bütün yöneticileri de evrensel değerlerden, bu değerleri kavrayacak, bunlara yenilerini ekleyecek özgür beyinlerden korktukları için çocukları içine dökecekleri bir demir döküm fırını gibi kullanmak isterler eğitimi.
Kenan Evren YÖK denen saçmalığı kurdu ama otuz yıl boyunca hiçbir yönetici de bu kurumu değiştirmedi.
Hâlâ da olduğu yerde duruyor.
Yöneticiler çocukları kalıba dökme fikrine hiç karşı çıkmadılar, sadece kalıbın şeklini değiştirmek isteyenler çıktı.
İnsan beynini bir kalıba göre şekillendirmek istediğinde, onun yaratıcılığını örselersin, düşünme yeteneğini iğdiş edersin.
Amaç da zaten budur.
İnsanlar düşünmesinler, bir kalıbın biçimini alsınlar ve kendilerine ezberletilenleri tekrar etsinler.
Zaten elindeki insan malzemesini bu kadar kötü kullandığı için Türkiye “gelişmişlik” düzeyine hiç ulaşamadı, yaratıcılıkları, yeni düşünceleri, özgürlükleri olmayan insanlarla bir toplum nasıl gelişecek?
Niye dünyanın en iyi üniversiteleri, çocuklarını herhangi bir “milliyetçiliğe” bağlı olmadan yetiştiren ülkelerden çıkıyor da, “Atatürk milliyetçiliğine” göre insan yetiştiren Türk üniversiteleri bu kadar geri kalıyor?
Niye “Atatürk milliyetçiliğine” göre adam yetiştiren üniversitelerimize Amerika’dan akın akın çocuk gelmiyor da, Türkiye’den “Atatürk milliyetçiliğini hiç duymamış” Amerikan üniversitelerine akın akın çocuk gidiyor?
Ve, bu gerçek böylesine açık biçimde önümüzde dururken niye hiçbir hükümet YÖK’ü kaldırmıyor?
Bir ülkenin insanları Atatürkçü olur, dindar olur, sağcı olur, solcu olur, faşist olur, demokrat olur, bütün gerçekleri özgür bir ortamda öğrendikten sonra ne olacağına kendi karar verir.
İnsanların “nasıl” olacağına bir otorite karar verdi mi o Ortaçağ olur, tek bir inançla kalıplaştırılmış, yeniliklere bakması yasaklanan, yaratıcılıkları cezalandırılan bir dönem demektir bu.
Zaten bu yüzden, en gelişmiş teknolojik aletleri kullanırken bile zihinsel bir Ortaçağ’ın bütün geriliklerine sahip sıkıntılı bir ülkede yaşıyoruz.
Düşünce dünyamız o yüzden böylesine sığ.
Şimdi YÖK, üniversitede Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi derslerini kaldırmayı düşünüyormuş, dünyanın başka hiçbir üniversitesinde okutulmayan, okutulmayacak, okutulması düşünülemeyecek bir dersi kaldırmayı “düşünmek” bile bu ülke için önemli bir adım olarak gözüküyor.
Ortaçağ’dan kurtulmak için küçük bir kıpırtı.
Ne yazık ki buna bile şükredecek kadar geri bir düzende yaşıyoruz.