*Ahmet Altan
Gün, beklemekle geçti.
Önce Anayasa Mahkemesi’nin Mehmet Baransu ile ilgili kararını bekledim.
Mahkeme, Baransu’nun talebini reddetti.
Can Dündar’la Erdem Gül’ün başvuru kararını çok doğru bir tavırla kabul eden mahkemenin, aynı durumdaki bir başka gazetecinin başvurusunu reddetmesi, bu ülkede “herkes için hukuk” diye bir kavramın olmadığını, hukukun bazıları için işleyip bazıları için işlemediğini bir daha gösterdi.
Bizim Anayasa Mahkemesi’nin utanacağı kararlara bir tanesi daha eklendi.
Belli ki “darbecilerle” ilgili haber yapan, darbenin belgelerini bulan gazeteciler, Anayasa Mahkemesi’nin hukuk alanına girmiyor.
Bizim yargı, darbecileri bırakıp, darbecileri ortaya çıkaranları yakalamayı seviyor.
Hukukçuların, hukukçu olmadıkları defalarca kanıtlanıyor.
Eğer mühendislerin mühendisliği, bizim hukukçuların hukukçuluğu gibi olsaydı bütün binalar yıkılırdı bu ülkede.
Binalar yıkılmıyor şimdilik ama hukukçular sayesinde devlet yıkılıyor.
Hukuksuz devlet olmaz çünkü.
Canının istediğini affedip canının çektiğini cezalandırmak ancak çetelerde olur, devletlerde olmaz.
Burası devlet olamıyor.
O yüzden zaten, “tek bir adam” kendi istekleri doğrultusunda ülkeyi tarumar edebiliyor.
Devlet ve hukuk olmadığı zaman böyle dayanıksız olur bir toplum, tek bir adam bütün geleceğini karartabilir.
Bu “dayanaksızlığın” sonucunu, akşama kadar beklediğim “dokunulmazlık” oylamasında da gördük.
348 milletvekili “dokunulmazlıkların” kalkmasını sağlayacak anayasa değişikliğine “kabul” dedi.
İkinci turda da oylar böyle çıkarsa referandum yolu açılacak.
Referandumda nasıl korkunç bir “Kürt düşmanlığının” ortaya çıkacağını, AKP’lilerin HDP’yi Meclis’ten atıp onların yerine kendi adamlarını getirerek “diktatörlük” rejimini kurmak için neler söyleyeceğini, CHP’nin ulusalcılarının onlara nasıl katılacağını, MHP’nin nasıl çılgınca bir arzuyla bu ekibin bayraktarlığına soyunacağını tahmin edebiliyorsunuz değil mi?
Bu şiddette bir Türk milliyetçiliğinin aynı şiddette bir Kürt milliyetçiliğini de ayaklandıracağını tahmin etmek için kahin olmaya gerek yok.
İlk önce “zihinsel” bir iç savaş çıkacak.
İki düşman kavime bölüneceğiz.
Sonra da şiddet artacak elbette.
“Türkler bizi siyasette ve Meclis’te istemiyor” diye düşünen Kürtlerin kendilerine başka yollar araması ve bunun çok taraftar toplaması da kaçınılmaz gözüküyor.
Bu da “zihinsel” iç savaşın, “fiziksel” bir iç savaşa dönüşmesi için bütün şartları oluşturacak.
En iyi ihtimalle bu ülke hayatını bir iç savaş uçurumunun kenarında sallanarak ve her an düşmekten korkarak yaşayacak.
Ki başka bir iç savaşın işaretleri de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “kan akar” sözlerinde kendini gösteriyor.
AKP’nin “laikliği kaldıralım” teklifinin karşılığında “kan” resti masaya sürüldü.
Belli ki AKP’nin hayali yeniden hilafete ve padişahlığa dönmek.
“Birinci Recep” ilk halife padişah olacak onlara göre.
“Recebistan” kurulacak ve yönetim onun soyundan devam edecek.
Bunu ciddi ciddi düşünüyorlar.
Ve bıyık bırakmanın buna yeteceğini sanıyorlar.
Her zaman söylüyorum, bu ülkede demokrasiden iç savaş çıkmaz ama laiklikten iç savaş çıkar.
Kılıçdaroğlu da laikliği savunmak için savaş çıkacağını söylüyor zaten.
Hiç geri adım atmadan “kan” demesi bence bu yüzden.
Burada şaşırtıcı ya da şaşırtıcı olmayan gelişme, “ulusalcıların” Kürt düşmanlığı nedeniyle laiklikten vazgeçerek AKP’yi desteklemeleri.
Şu anda AKP’nin en sağlam müttefikleri onlar.
“Darbecilerle Ergenekonculara yapılan güzellemeler” bu itifakın sonucu.
CHP’lilerle Kemalistleri de yanlarına almaya uğraşıyorlar.
Tabii bir de MHP faktörü var.
7 Haziran gecesi Devlet Bahçeli siyaseten bitkisel hayata girdi, yeniden siyasi yaşama dönmesi de imkansız gözüküyor.
Sadece Kürt düşmanlığından değil, çaresizliğinden de AKP’nin yedeğine takılmış vaziyette.
Yapay solunumla biraz daha yaşamak istiyor.
Kendi partisinin kurultayından korkan bir parti başkanının yaşadıklarına ne kadar hayat denebilirse o kadar hayat yaşıyor.
MHP’nin bir iç değişimden geçmesi ya da MHP’lileri çatısı altında toplayacak yeni bir partinin çıkması siyasette neye yol açar?
Bunun cevabı sadece siyasi ya da ideolojik değil, ekonomik bir cevabı da var.
AKP, bütün gelir akışını kendi partililerine çevirerek, Kemalistlerle, MHP tabanını oluşturacak esnafın, çiftçinin gelirlerini kurutma yolunu tercih etti.
Kemalistler CHP’de toplanırken, milliyetçi esnafın ve gelir kesintisine uğrayan Türkçülerin MHP’de yeni bir cephe kurması bana mümkün görünüyor.
Bu da “padişahlık hayallerine” ciddi darbe vurabilecek bir gelişme.
Zaten o yüzden Erdoğan sadece AKP’yi değil MHP’yi de kendi kontrolünde yok ederek, partilerin ve siyasetin yok olduğu bir ortamda hepsini kendi “kulları” haline getirmek için strateji oluşturuyor.
Erdoğan’ın hem AKP’yi hem de MHP’yi yönetmesi çok kolay değil.
Baransu davasında “aslında olmadığını” kanıtlayan yargı, MHP meselesinde de “yokluğunu” bir kere daha masanın üstüne koydu.
AKP’nin mahkemeleri, hukukçu taklidi yaparak MHP kongresini engellediler.
Mahkemeler birbirinin tersine kararlar vererek karşı karşıya geldiler… Ortak bir hukuk kavramının bulunmadığını herkese bir daha anlattılar.
Türk-Kürt kavgasının, laik-hilafetçi dövüşünün tırmanışa geçtiği bir dönem bu.
Bu çekişmeleri bir çerçeve içinde tutabilecek “hukuk” da yok.
Kaos çıkar bu tablodan.
Türkiye dörtnala o kaosa doğru koşuyor.
Erdoğan’ın anlaşılmaz telaşı, bir an önce padişah olup ona göre bir anayasa düzenleme arzusu, bu toplumun “hukuku” hiçbir zaman benimsememesi ile birleşince, ülke ateşten bir düşmanlık topuna dönüşüyor.
Baransu’yu hapiste tutun, hukuka boşverin, HDP’lileri Meclis’ten kovalayın, Kürtleri öldürün, “laikliği kaldıralım”, hilafeti kuralım diye ortaya çıkın…
Sonra da istikrar bekleyin.
Elinde bir demet çiçekle yağmurun altında gelmeyecek olan sevgilisini bekleyen bir adam gibi sırılsıklam kalırsınız.
Türkiye belaya gidiyor.
“Halife olma” arzusu yakacak bu ülkeyi.
Eğer hukuka sahip çıkamazsa bu toplum, yargıçlarına hukukçu olmaları gerektiğini anlatamazsa, “seçimle” geleni mahkemeyle Meclis’ten kovalarsa, “anayasaya uyulmamasını” sineye çekerse, bedelini ağır öder.
Türkiye hiç iç savaş yaşamadı, bu laflar şaka gibi geliyor insanlara.
Suriyelilere de öyle geliyordu.
Hukukun ipine sarılın… Büyük, geniş, güçlü bir hukuk cephesi kurun, Kürt Türk demeden herkesi bu cepheye alın ve hukuk için mücadele edin.
Yoksa alevlerle dolu bir uçuruma düşeceksiniz.
Bu yazı ilk olarak Haberdar.com'da yayımlanmıştır.