Yaşam

Affet bizi Evrim...

Taraf gazetesi yazarı Yasemin Çongar; Evrim Alataş'ın ölümü üzerine, "Affet beni, affet bizi Evrim. Güle güle sevgili kardeşim" dedi.

14 Nisan 2010 03:00



Ölümün vakti yok belki.

Ama öyle ölümler var ki, zamanlaması ayrı bir zulüm.

Bitmediği halde sona eren bir hayat, hüzün kadar öfke de bırakıyor geride kalanda.

İnsan, gencecik bir ölümün acısıyla sarsılıp hayata isyan ettiğinde, içindeki asinin ne kadar kudretsiz, ne kadar kifayetsiz olduğunu da kavrıyor.

Vakitsiz bir ölümü ortak bir “suç” gibi görmemek mümkün mü bilmiyorum; geride kalmanın bir tür “ceza” olduğu duygusuna kapılmamak mümkün mü?

Yarıda kesilivermiş bir hayatın ardından, yaşamaya devam ederken, kendini hem haksız hem de haksızlığa müebbeden mahkûm hissetmemesi mümkün mü insanın?

Evrim Alataş dün sabah sekizde, Diyarbakır’da son nefesini verdi.

Evrim Alataş otuz dört yaşında bırakıp gitti bu diyarı; onu okuyanlara, kelimelerini tanıyanlara nefesini bırakıp gitti.

Geride kalmayı erken öğrenenlerimizdendi o...

Vakitsiz bırakıp gidenlerin, bu hayattan erken koparılanların “nefesini”  kendinde tutmayı, o nefese, kendi nefesini katmayı; gidenleri, kelimelerinde yaşatmayı bilenlerdendi.

Şiddetin en acımasız olduğu dönemde, Kürtler Vadisi’nin bağrında, “hem Alevi, hem Kürt, hem komünist bir ailenin kızı” olarak büyümüştü Evrim.

Malatya’nın, ikisinde Alevi Kürtlerin, birinde Sünni Türklerin yaşadığı üç mahalleli Gölpınar Köyü’nde doğmuş; 1970’lerin ikinci yarısında, her cuma hiç sektirmeden köylerini basan askerlerden oyuncak tabancasını saklamasını “ilk bölücü eylemi” saymıştı sonradan.

O köyün “olağanüstü hallerini” Her dağın gölgesi Deniz’e düşer kitabında anlattı Evrim; kendisinden yirmi iki gün önce doğan ve 20 Mayıs 1994’te, henüz on sekiz yaşında, dağa çıkarken öldürülen arkadaşı, köylüsü Fidel Töre’ye nefesini vererek yaptı bunu.

Gencecikken hayattan koparılan Fidel’e, yazarak hayat verdi.

Fidel’i değil sadece, dayısı Teslim Töre üzerinden 1960’ları, 1970’leri, Nurhak’ı ve 12 Eylül’ün zifiri karanlığını da yazdı; Gölpınar’ı değil sadece, o karanlığı delmeye çalışan bütün bir bölgeyi, bütün bir ülkeyi de yazdı.

O kitabını  ve daha önce basılan Mayoz Bölünme Hikâyeleri’ni okuyanlarınız, Evrim’in, hayat gibi ölümün gözlerine de gülümseyerek baktığını bilirler; Kürtler Vadisi’ni Taraf’ta takip ettiyseniz, yazılarından tebessümün hiç eksilmediğini hissetmişsinizdir.

Dün sabah Mustafa telefonla arayıp, Evrim’in haberini verdiğinde, yere çöktüm.

Ağır bir suçun altında ezilerek, cezamın hem çok ağır, hem de kifayetsiz olacağını bilerek öylece oturdum bir süre...

Onunla konuşmadığım her gün için, onunla konuşamayacağım her gün için; sormadığım her hatırı, soramayacağım her hatırı için kahroldum, kendime kahrettim.

Sonra onun kelimelerine sığındım kudretsiz.

Kendi nefesini Fidel’e verdiği, askerlerin vurduğu Fidel’in gözlerinden, ölümün gözlerine gülümseyerek baktığı, kudretli kelimelerine.

“Ruhum tam sıvışacaktı ki bir bağırsak parçası buldum yerden, bağladım bacağını bacağıma” diye yazmıştı Evrim, Fidel’in ağzından, “Askerler beni sürüklediğinde daha bir gayretkeş oldu ruhum. Ama beceremedi. Beceriksiz işte! Biraz becerikli olsaydı burada böyle uzanır mıydım? Ona söz verdim, bugün sabah altıda serbest bırakacağım. Tanrılar katına mı çıkar, beyhude dolanıp durur mu ortalıkta, Araf’ta asılı mı kalır, kendi bileceği iş!”

Kitabı kapadım.

Araf’ta asılı  kalmayacağından emin, veda ettim Evrim’in ruhuna.

Tanrı’nın  “Kürtlere haksızlık ettim” diye ondan özür dileyeceğinden emin, ben de özür diledim Evrim’den.

Affet beni, affet bizi Evrim.

Sen buradayken sana yeterince dokunamadığımız, seni burada tutacak kuvveti kendimizde bulamadığımız, sen giderken geride kaldığımız, ardından öylece bakakaldığımız için.

Güle güle sevgili kardeşim.

(Yasemin Çongar, Taraf Gazetesi Genel Yayın Müdür Yardımcısı, 13 Nisan 2010)