Gündem

Adnan Oktar iddianamesi kabul edildi; bir Türkiye klasiği, cemaatler, emniyet, adliye imamları, kandırılanlar, baskı, şantaj

19 Temmuz 2019 17:53

ANALİZ/GÖKÇER TAHİNCİOĞLU

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Adnan Hoca olarak bilinen, Harun Yahya adıyla çok sayıda kitap yazan Adnan Oktar ve grubu ile ilgili hazırlanan iddianame İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Mahkeme heyeti, iddianamenin kabulüne ve ilk duruşmanın 17 Eylül 2019'da Silivri Ceza İnfaz Kurumları karşısındaki büyük salonda yapılmasına karar verdi.

215 şüpheli hakkında yürütülen soruşturmanın sonunda hazırlanan iddianamede, örgüt lideri olduğu iddia edilen Oktar’ın 870 yıla kadar hapsi isteniyor. Örgüt kurma, cinsel saldırı, hürriyeti tahdit, şantaj, casusluk, yasadışı dinleme suçlamalardan bazıları. Elbette ne kadar ceza istenirse istensin, bu suçların tamamından hüküm giyse de yatacağı süre yaklaşık 30 yıl olarak belirleniyor ve bunun tamamını da yatmıyor. İddianame, bu iddiayı içerse de infaz sisteminin buna olanak tanımadığı açık.

Soruşturma sürecinde “kediciklerin ifadeleri, Oktar ve grubunun ‘sapkınlıkları’, çocuklara yönelik tecavüz, kadınlara yapılanlar” gündeme geldi ancak iddianamede başka ciddi suçlamalar da gündeme getiriliyor. Bu konudaki ifadeleri tek tek aktarmak da gereksiz zira kamuoyunun Oktar’ı tanıdığı günden bu yana benzer ifadeler kamuoyuna yansıyor. Zorlanan ve kandırılan kadınlar, saldırıya uğrayan çocuklar, örgütten ayrılanlara yönelik şantaj ve tehditler. Garip olan, 30 yıldır Türkiye’nin aynı iddialarla tanıdığı Oktar’ın, faaliyetlerine yaklaşık birer yıllık kesintilerle aralıksız devam edebilmesi. Bu iddialar gerçekse Oktar’ın faaliyetlerini nasıl sürdürdüğü, değilse neden sürekli bu iddialarla gündeme geldiği yanıtı bilinen sırlardan.

Yanıtı iddianamede de bulmak mümkün. Siyasilerle, yargıyla, cemaatlerle kurulan ilişkiler.

15 Temmuz’dan ders alınmamış olacak ki, iddianamede, Oktar’ın siyasilerle, yargıyla, emniyetle bağlantıları, buralara imam atadığı da anlatılıyor. Tıpkı diğer benzer yapılanmalar gibi.

Buna karşılık iddianamede, Oktar’ın aracılarla Ergenekon davasının firari savcısı Zekeriya Öz’le bağlantı kurarak 2007’de hakkında oluşturulan bir suç dosyasını ortadan kaldırttığı, Rıza Sarraf davasının bilirkişilerini Türkiye’ye davet edip ağırladığı, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu arasındaki görüşmenin içeriğini tercüman vasıtasıyla öğrendiği gibi vahim iddialar da var.

Mehdilik iddiası

3908 sayfalık iddianame, Oktar’ın kişisel tarihinin anlatımıyla başlıyor. İddianameye göre, Oktar, henüz öğrencilik yıllarında, 1979-80’de örgütlenmeye başlamış. Üniversite öğrencilerinden oluşturduğu 20-25 kişilik çekirdek grup, kıyamet alametleri, mehdiyet ve Said-i Nursi kitaplarıyla sohbetler yapmış, evrim ve mason karşıtlığı üzerinden örgütlenmiş.

Oktar’ı gruptan ayıran özelliği “mehdilik” iddiası. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’ne kayıt yaptırmak için İstanbul’a geldiği 15 Kasım 1979’da, İstanbul Boğazı’nda Independanta tankeri kazasının yaşanması da Oktar’a göre bunun ilk kanıtı. Oktar, ustalıkla, bunun “Mehdinin zuhur alameti” olduğunu örgüt üyelerine inandırmış. Bu hikaye, Mehdi’nin İstanbul’da çıkacağı, İlk tebliğini Karaköy’de yapacağı, İstanbul’un boğaz semtinde oturacağı, sırtında ben olacağı vs. gibi iddialarla desteklenmiş. İddianameye göre, bugün bütün örgüt üyeleri buna inanıyor.

İslam’ı modern biçimde yorumladığı iddiasındaki Oktar, din konusunda bilgi olmayan ancak dine düşkün zengin ailelerin hedefine koymuş. Bu ailelerin lise ve üniversitede okuyan çocukları açık hedefi. İlk dönemlerde (1986-90) öncelikle Nusretiye Camisi ve Kılıç Ali Paşa Camisi başta olmak üzere camilerde toplanarak örgütsel faaliyetlerini gerçekleştirmiş, sonrasında ise başta kendi annesiyle yaşadığı ev olmak üzere örgüt mensuplarının ailelerinin evlerinde toplanmaya ve sohbetler gerçekleştirmeye devam etmiş.

Örgüte katılım şartını o yıllarda, ““Hüsn-ü Cemal” yani güzel veya yakışıklı olma, “İlm-i Kemal” yani eğitimli ve kültürlü olma, “Mal-i Enval” yani zengin olma olarak belirlemiş. İlk soruşturmayı 1986’da “Ümmetçilik yapmak suretiyle milli duyguları zayıflatmak” tutuklandığında geçirmiş. 26 Şubat 1987’de Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde tedavi maksatlı gözlem altına alınmasına karar verilmiş. Beyanına göre, “Paranoyak şizofren”,  “İdealist Pasoniye” raporları var.

Evlilikler bitti

1987’de tahliye olduğunda, daha kararlı bir Adnan Oktar çıkıyor karşımıza. İddianameye göre, yokluğunda bağlarını sürdüren örgüt üyelerini “Cemaat” diye nitelendiren Oktar, faaliyetleri tehlikeye düşürdüğü gerekçesiyle bu tarihten itibaren evliliklerin sonlandırılmasını istemiş. Boşanan kadınların imam nikahı ile evlendiği kişi ise Oktar. Boşanmayı reddeden bazı örgüt üyeleri bu tarihte Oktar’la yollarını ayırmış.

90’lı yıllardan itibaren Oktar, katı İslami anlayışı terk ederek, sadece işine gelen hadisleri kabul ettiği, hadis uydurduğu yeni bir döneme girmiş. Cemaatinde namaz vakitleri ikiye düşürülmüş, tesettürün sadece bikini bölgesini kapsadığı kuralı konulmuş. İddianameye göre Oktar, bu dönemde vajinal ilişkinin sadece evlilikte yapılabileceği, oral ve anal ilişkinin serbest olduğu fetvasını vermiş.

Turnike sistemi ve çocuklara tecavüz

Örgüt üyeliği iddiasıyla tutuklanan ve itirafçı olanların anlatımına göre, 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren “turnike” sistemi geliştirilmiş.

Bu sistem, Oktar’ın, kadınların kibirli olduğu ve bu şekilde İslam’a hizmet edemeyecekleri sözlerine dayanıyor. İddianameye ve anlatımlara göre, bu sistem, örgüte kazandırılan kadınların birden çok kişiyle anal ve oral yoldan ilişkiye girmesine dayanıyor. İddianameye göre, bu sistemdeki kadınların yanısıra, yaşı 15’e kadar inen çocuklar da tecavüze uğramış.

Kadınlar ve çocuklar daha sonra Oktar’ın karşısına çıkartılmış ve itaat etmeleri sağlanmış. Bu dönemde örgütten ayrılan bazı isimlerin silahlı saldırıya uğradığı iddiası da iddianamede yer alıyor.

Oktar ve grubu, 1999’da en önemli dava ile karşılaştı. Oktar’ın tutuklandığı o dönem, aslında şimdi gündeme gelen iddiaların büyük bölümü kamuoyuna yansımıştı. Ancak Oktar kısa sürede tahliye oldu ve iddianameye göre kaldığı yerden faaliyetlerine devam etti. İddianameye göre, bu süreçte devam eden dava, farklı taktiklerle içinden çıkılmaz hale getirildi.

FETÖ etkisi ve Zekeriya Öz

İddianamede, 2007’de Oktar grubu hakkında bir suç dosyası daha oluşturulduğu ancak FETÖ’cü yargı mensuplarının etkisiyle bu dosyanın rafa kaldırıldığı iddiası var.

İddianın odağındaki isim ise Ergenekon savcısı Zekeriya Öz.

İddianameye göre, dosya operasyona dönüştürülmeden 2013 yılında sonlandırıldı. Dosyanın kapatılması öncesinde Oktar’ın hukuk grubuna, FETÖ firarisi Zekeriya Öz’den randevu alınması talimatı verilmiş, alınan randevu sonrası söz konusu görüşmeye üst düzey yöneticiler Tarkan Yavaş ve Halil Hilmi Müftüoğlu katıldı. Dosyanın gidişatı bundan sonra yön değiştirdi ve dosya kapatıldı.

Masonlarla temas

İddianameye göre, örgüt, 2008 yılı civarında Masonlar ve Tapınak Şovalyeleri ile ilk temasları kurmaya başladı. İlk dönemlerde örgütün temellerini masonluk karşıtlığı olarak atan Oktar, Masonluğun hak bir tarikat olduğu, ancak bozulduğu, Masonların kurtarıcı beklentisi ve Yahudilerin Moşiah beklentisi ile Mehdiyetin aynı hususlar olduğu” söylemlerini kullanmaya başladı.

2011’de ise çok tartışılan A9 TV kuruldu. Söz konusu TV programlarında yurtdışından getirilen başka dinlere mensup şahıslar ağırlandı. Oktar’a Masonluk beratı bile verildi. İddianamede, Oktar’ın Mason ve Yahudiler’e iyi görünmek için Osmanlı Sultanı 2. Abdulhamit’i hain ilan ettiği de belirtiliyor.

Sarraf davası ve Hakan Atilla

İddianamede, Oktar’ın FETÖ ile bağı bulunan, 17-25 Aralık sürecinde etkin bir biçimde yer alan ABD menşeili “Think tank” kuruluşu olan Foundation for Defence of Democracies (FDD) ve Türkiye masası sorumluları Jonathan SCHANZER gibi kişi ve kuruluşlarla da irtibat kurduğu, bu kişileri Türkiye’ye getirildiği de anlatılıyor.

İddianamede, müşteki Ceylan Özgül’ün iddiasına dayanılarak, Oktar, siyasi casuslukla da suçlanıyor. Oktar’ın, Rıza Sarraf’ın ABD’deki davası başlamadan önce, bu davada bilirkişi olan Jonathan SCHANZER ve Mark DUBOWITZ ile görüşmek istediği, düşünce kuruluşu üzerinden bu kişilerin Türkiye’ye davet edildiği ve geldikleri, davanın sanıklarından Hakan Atilla konusunda temaslarda bulunulduğu iddiası da yer alıyor.

İddianameye göre, Atilla davası, 17/25 Aralık darbe girişiminin devamı. İddianame, Oktar’ı bu girişimin bir parçası olarak nitelendiriyor.

Siyasiler, bürokratlarla temas

Operasyon beklentisindeki örgütün siyasiler ve bürokratlarla temasa geçtiğinin anlatıldığı iddianamede, Oktar’ın talimatıyla, siyasi zırh sağlanması için Haziran 2017 seçimlerinde iktidarı destekler görüntü verildiği de savunuluyor.

İddianameye göre, Oktar, IŞİD’in hareketliliğini ve 15 Temmuz darbe girişimini, Mehdinin zuhuruna zemin hazırlayan gelişmeler olarak yorumladı. Yurtdışı temaslarını da buna göre geliştirdi. İddianameye göre, Gülen’den korkuyordu ve Gülen’in “Hz. Peygamber soyundan gelen, Mehdi’nin yardımcısı olan ve başa geçişine zemin hazırlayan kişi” olduğunu söylüyordu.

Oktar’ın aynı dönemde IŞİD’le bağlantı kurularak militanlarının kazandırılması için bir kişiyi görevlendirdiği de iddianamede yer alıyor.

Mehdi ve imparatoriçe

İddianamede, örgüt içinde üyelerin komün hayatı yaşadığı, dışarıya verilen mesajla ters orantılı biçimde “zaruri ihtiyaçların karşılandığı bir hayat sürdüğü” belirtildi. Asıl ihtişamı ise Mehdi pozisyonundaki Oktar ve yakınındaki “Bacı” pozisyonunda yer alan, “imparatoriçe” olarak ifade edilen, örgütün görünen yüzü kadınların yaşadığı anlatıldı.

Oktar’ın alametleri!

İddianamede, örgüt üyelerinin anlatımına dayanarak, Oktar’ın gösterdiği alametler de sıralanıyor. Buna göre, cemaatin içinde yer alanlar, Oktar’ın hem mehdi hem Resul olduğuna inanıyor. Banyonun aynasında biriken binlerce karıncanın Oktar’ın dişi karıncaya “dağılmalarını söylemesi” üzerine dağıldığı, Independanta tankerinin patladığı gün İstanbul’a gelmesi, dolu yağarken elini uzatınca kesilmesi, Oktar’a Deccal diyen bir kişinin gözünün kör olması anlatılan alametlerden.

İddianameye göre cemaatindekilere hakaret eden, döven, tecavüz eden Oktar, korku imparatorluğunu sürdürmek için silaha da başvurdu. Kuyumcu gibi işyerleri açtırarak, buralara ruhsatlı silah alınmasını sağladı. Örgüte yapılan operasyonda da sürekli nöbet tutulan villadan polise ateş açıldı ve polis çelik yeleği sayesinde kurtuldu.

İddianamede, Oktar’ın özellikle kadın örgüt mensuplarına yönelik “bakışını beğenmediği, yanlış hitap ettiği, kendisine itiraz ettiği/karşı çıktığı” gibi sebeplerle, küfür ve hakaret içerikli sözler kullanarak veya darp ederek psikolojik ve fiziki şiddet uyguladığı, örgütte tabir edildiği şekliyle “enaniyeti kırılmayan, kibri devam eden” örgüt mensuplarının saçlarını ve/veya kaşlarını kazıtarak eziyet ettiği belirtiliyor.

Emniyet ve adliye

İddianamede, Oktar’ın adliye ve emniyet imamlarının bulunduğu, kamu kurum ve kuruluşları ile ilişki kurarak kendilerine ve örgüt muhalifleri hakkında istihbari bilgi topladığı da anlatılıyor. Benzer şekilde genellikle Ankara’da bulunan örgütün üst düzey mensupları tarafından, siyasilerle, bürokratlarla ve siyasilere yakın olduğu düşünülen kişilerle görüşmeler yapıldığı da iddialar arasında.

Ben yoksam Didem var

İddianameye göre, örgütte Oktar’dan sonra gelen kişi Ulviye Didem Ürer. Oktar’ın “ben olmazsam Didem var” dediği belirtiliyor.

Evliler ama değiller

Başlangıçta evlilikleri sonlandıran Oktar’ın daha sonra örgüt üyelerini birbiriyle evlendirdiği ancak bu kişilerin gerçekte evli hayatı yaşamadığı da kadınların anlatımları ve Oktar’a yönelik sosyal medya paylaşımlarından yola çıkılarak savunuluyor. İddianamede, karı kocaların ayrı evlerde yaşadıkları, kadınların Oktar için “aşkım, varlık nedenim” gibi paylaşımlar yaptıkları belirtiliyor. İddianameye göre, Oktar, bu yöntemle Türk aile yapısını bozmayı amaçlıyor.

Okumak ve askerlik yasak

Oktar’ın örgüt üyelerine “Okuyup ne yapacaksınız? Gidip orada gö…mü si…?”, “Burada kalıp cemaatimize hizmet ederseniz daha çok sevaba girersiniz” dediği ve gençlerin okumasını engellediği iddianamede yer alıyor. Askerlik yapılmasına da karşı çıkan Oktar, sadece askere gideceklerin okul kaydı yaptırmasına izin vermiş.

10 yıldır oy kullanmadı

İddianamedeki ilginç başlıklardan biri de YSK kayıtları. Kayıtlara göre, Oktar, 10 yıldır seçimlerde oy kullanmadı. Örgüt üyelerine de oy kullanmamaları talimatı verdi. İddianamede, Oktar’ın özellikle karşı olduğu başkanlık sistemi referandumunda kesin talimat verdiği yer alıyor.

Çavuşoğlu-Lavrov görüşmesinin sırrı ve Dışişleri’nin garip yanıtı

İddianamedeki en çarpıcı iddialardan biri, Rusya’da bulunan ve hakkında soruşturma açılan Leyla adlı tercümanın Oktar için çalışması. İddianameye göre, tercüman, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasındaki görüşmede yer aldı ve alınan kararları Oktar’a yakın kişi aracılığıyla örgüte bildirdi. Tercümanın, “Rejimciler zeytin dali ve turkiye ile ilgili çok sert sözler soyluyor. Ozur dileyerek çeviriyorum ve bazı sözleri çevirmiyorum ki söyleyemem’, dediği ve toplantıda alınan kararları “Ortak sonuç bildirgesinin onaylandığı, Özgür Suriye’nin geleceği ile ilgili tüm etnik, dini grupların orantılı şekilde hükümette ve devlet makamlarında yer alacağı hususunun Anayasaya kaydedileceği, Anayasa değişiklik komitesinde tüm gruplardan orantılı şekilde pyd, ypg, kck hariç kişilerin yer alacağı, Golan tepelerinin iade edileceği, pyd topraklarının rejim kontrolüne verileceği” bilgilerini aktardığı belirtiliyor.

Tercümanın aynı şekilde, Akkuyu Nükleer Santral görüşmeleri çerçevesinde çalıştığı, buradaki bilgileri de aktardığı anlatılıyor. Tercümanın, Putin ailesine ve ikinci eşine yakın bir kişiyle ilgili verdiği bilgiler de iddianamede bulunuyor.

İddianamede, bu iddiaların sorulduğu Dışişleri Bakanlığı Güvenlik ve İstihbarat Genel Müdür Yardımcılığı’nın, bu bilgilerin devlet sırrı niteliğinde olmadığı, sübjektif iddia boyutunda kaldığı bilgisini verdiği, buna rağmen askeri casusluktan soruşturma açıldığı da anlatılıyor.

İfadeler, sapkınlıklar

İddianamenin büyük bölümünde, müşteki iddiaları ve sanık anlatımları var. İfadelerin büyük bölümü Oktar ve grubunun sapkınlıkları üzerine kurulu. Oktar’ın kadınları, salonundan açılan banyoya götürdüğü, burada eliyle tecavüz ederek geri getirdiği, kadınlarla imam nikahı kıydığı, dövdüğü, kadınların grup sekse zorlandığı iddialardan ortaklaşanları. Benzer sayıda çok sayıda iddia var.

İddianamenin dili

Bir gariplik de iddianamede kullanılan dil. Baskıya uğrayan, tecavüz edilen kadınların Oktar karşısındaki pozisyonu anlatılırken, “Kendileri aciz, kirletilmiş, aşağılanmış hissetmeleri amaçlanıyordu” deniliyor. Oktar’ın evlilikle ilgili uygulamaları ise “Türk aile yapısının bozulması amacı” ile açıklanıyor. Rıza Sarraf davası ise 17/25 Aralık darbesinin başarısız olması üzerine geliştirilen yeni darbe planı olarak aktarılıyor.

Yanıt bekleyen sorular

Projeksiyon üzerine çevrildiğinde yeniden tutuklanan Oktar’ın dışında benzer faaliyetleri belki bu kadar “ilgi çekici” yöntemlerle olmasa da onlarca cemaat ve tarikat sürdürüyor. Gülen cemaati ile 17/25 Aralık öncesinde kurulan ilişkiler bile “Hizmet hareketi, alnı secde gören kişiler sanıyorduk” diye açıklanıyor. Bir dini grubun bu kadar siyasi, ticari faaliyeti nasıl sürdürebildiğinin, neden “hizmet” olarak anıldığının ise yanıtı yok. Oktar iddianamesi de gösteriyor ki, cemaatin yaptığı gibi, diğer grupların da emniyet ve adliye imamları var ve hepsi benzer ilişkileri sürekli olarak yürütmeye devam ediyor.