Milliyet yazarı Gökçer Tahincioğlu, "FETÖ, DHKP-C ve PKK propagandası yaptığı" iddialarıyla tutuklanan gazeteci Ahmet Şık hakkında "FETÖ’yü deşifre eden Ahmet Şık’ın yeniden tutuklanmasından darbecilerle slogan atanın aynı kefeye konulmasına kadar uzuyor adaletsizlik. Zaman sonuçta onarsa da bazı hataları, insanların kalplerinde yaralar kalıyor" diye yazdı.
Gökçer Tahincioğlu'nun Milliyet gazetesinin bugünkü (12 Mart 2017) nüshasında yayımlanan 'Herkes suçsuz, ‘onlar’ suçlu' başlıklı yazısı şöyle:
Daha iyisini, daha adil olanını istemek varken, bazı kesimlerin hasret duyduğu 1990'ların sonu, 2000'lerin başında DGM başsavcılıkları bütün heybetiyle ülkenin kaderinde söz sahibiydi.
O dönemin en güçlü isimlerinden biri de Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’di.
Televizyona bir kaset mi sızdırıldı, odasına girme hakkı verilmiş sınırlı isimler hemen sorardı: “Soruşturma var mı?”
“İnceliyoruz” yanıtı ertesi gün atılacak başlıklar için yeterliydi, oysa ortada ne hukuki bir adım, ne gerçek bir inceleme vardı.
Gazete kupürleri sonradan dosyaya konulur, incelemeden soruşturmaya dönüştürülecek dosya da böylece yaratılırdı.
***
Zaman geçti, Yüksel’i hakkındaki hiçbir iddia yıpratamadı.
Hacettepe Üniversitesi öğrencisi Birtan Altınbaş’ı işkenceyle öldürdüğü mahkeme kararıyla kanıtlanan polisler hakkındaki ilk soruşturmayı yetkisiz biçimde yapması, arkadaşları olan aynı polisleri mahkûm olduklarında kendi aracıyla cezaevine götürmesi bile sorgulanmadı.
Ancak girilemeyecek “kırmızı” alanlar da vardı.
Yüksel, Fetullah Gülen yapılanmasıyla ilgili soruşturma başlattığında Türkiye tipi hukukla da tanışacaktı.
Bir süre sonra, nasılsa Atatürkçü kimliğiyle bilinen bir dernekteki aramadan görüntü kaydı çıktı.
Türkiye, tesadüfen ortaya çıkan bu kasetlerin nasıl üretildiğini çok sonra anlayacaktı.
Yüksel’in özel yaşamıyla ilgili kayıt, Ankara’da her odada izlendi, her odada konuşuldu.
O güne kadar hiçbir iddiayı dikkate almayan HSYK, kasetle ilgili soruşturma başlattı.
Yüksel’in özel hayatını savunmak da mağdur ettiği kesimlere düştü.
Yüksel, bir süre sonra DGM Savcısı unvanını kaybetti.
2014’e kadar savcılık yaptı, sonra Ankara Barosu’ndan rahat, ferah ruhsat alıp avukatlığa başladı.
***
Yüksel’in, “süper savcı” unvanını kaybetmesine neden olan Gülen soruşturması mı?
Ankara 2 No.lu DGM’de görülen dava, Şartla Salıverme Yasası kapsamına alınarak ertelendi.
Mahkemeye göre hastalık bahanesiyle ABD’ye kaçan Gülen’in faaliyetleri 1999’da bitmişti, hasta hasta örgüt yönetemezdi.
2006’da avukatları, “beraat” kararı verilmesi için de başvuru yaptı.
Emniyet’ten, “Böyle bir örgüt yok” yanıtı geldi.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi devlet açısından mühimdi.
Taş atan çocuk mu var, daireye göre teröristti.
Kazayla yol kenarında bekleyen insan mı vurulmuş, terörle mücadelede böyle şeyler olabilirdi.
Aynı daireye göre Gülen suçsuzdu ve beraat etti.
***
Sonrası malum, kaset skandalları, usulsüz dinlemeler pek çok kişinin daha başına geldi.
FETÖ, her alanı dizayn etti.
Eski CHP lideri Deniz Baykal koltuğunu bıraktı, birçok MHP’li, çıkan kasetlerden dolayı istifa etti, eski 1. Ordu Komutanı Hurşit Tolon cezaevine konuldu.
Bu kaset skandallarıyla ilgili, kumpasların açıkça anlatıldığı soruşturma dosyası ise yakın zamanda Ankara Başsavcılığı’nca hazırlandı.
İnsanların evlerine nasıl çilingirle girildiği, televizyona, elektrik prizine, hoparlöre nasıl kamera ya da ses kayıt cihazı yerleştirildiği dosyada var.
Elbette, FETÖ’cü olmakla suçlanan her ismin kendini, her avukatın da bağımsız biçimde şüpheliyi savunma hakkı var.
Ama şaşırma hakkımız da var.
Dosyada birçok polis var.
Sanık polislerden birinin avukatı çok tanıdık:
Kamera kaydıyla hayatı değişen, Ankara Barosu’nun tereddütsüz ruhsat verdiği avukat Nuh Mete Yüksel.
***
İnsanın hiç şaşırmadığı boyutları da var meselelerin.
Gülen’i kurtaran, “Örgüt değildir” raporu ve kararı veren polislere, savcılara, Yargıtay üyelerine ve siyasetçilere hiçbir şey olmadı.
Ama kendilerini gizlemek isteyenlerin, başkalarına yapmadığı kalmadı.
O isimlerden biri Ankara Üniversitesi’nden ihraç edilen akademisyenlerden Cenk Yiğiter.
Yiğiter, ihraç edilmeden hemen önce Gezi olayları nedeniyle soruşturulup, suçsuz bulunduğunu öğrendi.
İhraçtan sonra ise avukatlık stajına başlamaya karar verdi.
Ankara Barosu, savcılıktan hakkında soruşturma olup olmadığını sordu.
Savcılık, aklanmış olan Yiğiter için hiçbir zaman FETÖ’den soruşturulmamasına rağmen, “Hakkında FETÖ soruşturması var” yazısı gönderdi.
Yiğiter, kayıtları araştırarak gerçeği kanıtladı ve baroya sundu.
Artık sorun kalmamış sanıyordu ki baronun ihracını gerekçe göstererek stajına onay vermediğini öğrendi.
12 Eylül’de bile böylesi yapılmamıştı.
Avukatlık serbest meslekti ve avukatlar kamu görevlisi değildi.
KHK’larla ihraç edilen doktorlara aynı gerekçeyle özelde çalışma izni de verilmişti.
Ama güya KHK’ları eleştiren baro bile, “Aman başıma iş gelmesin” dedi.
***
Dışarıdan bakan birinin kolay anlayabileceği bir ülke değil burası.
Bazı kesimlere hep mağduriyetin düştüğü düzeni algılamak da kolay değil.
FETÖ’yü deşifre eden Ahmet Şık’ın yeniden tutuklanmasından darbecilerle slogan atanın aynı kefeye konulmasına kadar uzuyor adaletsizlik.
Zaman sonuçta onarsa da bazı hataları, insanların kalplerinde yaralar kalıyor.
Ve adaletsizlik dediğiniz şey, büyük sözlerden, afişlerden, hamasi sloganlardan çok daha fazla göze batıyor.