13 Nisan 2018 04:47
AKP kurucusu ve 2003 yılında 'yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için hükümete yetki verilmesine ilişkin olan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından reddedilen 1 Mart tezkeresi döneminde başbakan yardımcısı olarak görev yapan Abdüllatif Şener, Doğu Guta'da kimyasal silah kullanıldığı iddiasının ardından diplomaside yaşanan gelişmeleri değerlendirdi.
"Suriye'nin bütünlüğü, huzuru sağlanacakken bir bakıyoruz ki Doğu Guta'da kimyasal silah kullanıldığı gibi hiç mantıkla bağdaşmayacak ve ciddiye alınmayacak birtakım iddialar ortaya atılıyor. Bir taraftan İsrail, Suriye'ye müdahil oluyor; Suriye devletine ait menzillerini bombalıyor. ABD de derhal Suriye'yi bombalamaktan bahsetmeye başlıyor" ifadelerini kullanan Şener, yaşanan gelişmelerin nedeni olarak "ABD başta olmak üzere bütün bu güçlerin, Suriye'yi küçük parçalara ayırmak, parçalamak istemesini" gösterdi.
Şener, "Türkiye veya Orta Doğu'nun diğer İslam ülkeleri gibi birtakım ülkelerdeki İslamcı geleneğe sahip kesimler de Siyonist planlarına destek verir gibi konuma düşmüş vaziyetteler. Onların da durumlarını gözden geçirmeleri lazım" açıklamasında bulundu.
Şener, "Suriye devleti tarafından kimyasal silah kullanıldığı iddiası tamamen saçmalıktır. Çünkü oradaki terör gruplarıyla görüşmek suretiyle Doğu Guta'nın yüzde 90'ında hakimiyetini sağlamış, en son Suudi Arabistan tarafından desteklenen, CIA ve Suud istihbaratlarının iş birliğiyle kurulan Ceyş-ül İslam denilen grubun da bölgeden tahliyesi konusunda anlaşılmışken; Suriye yönetiminin kimyasal silah kullanılmış olmasının bir mantığı yok. Ama kimyasal silah senaryosu, bu örgütün Suudi Arabistan ve CIA'le bağlantısından bağımsız olarak düşünülemez" diye konuştu.
Abdüllatif Şener Sputnik'ten Elif Sudagezer'e Suriye başta olmak üzere Orta Doğu'da yaşanan gelişmeleri ve Türkiye'nin tavrını değerlendirdi.
"Bildiğiniz üzere, Suriye'de cereyan eden hadiseler son derece önemli. Çünkü Suriye, ta deniz ötesinden Amerika Birleşik Devletleri'nin bile daha ilk günden ilgi duyduğu ve ilgi duymaktan öte bütün olup biteni yönlendirdiği ve dünyanın dört bir yanından seyyar teröristleri sevk ettiği bir alan. Peki Suriye'deki bu olaylar niye başladı? Başlangıçta, Orta Doğu ülkelerinde demokrasinin olmadığı ve bu nedenle bu ülkelere demokrasi gitmesi için Arap Baharı oluşturulduğu ifade ediliyordu. Ama gördük ki, Suriye'de olup bitenin demokrasi talebiyle bir ilgisi yok. Yani Suriye'ye müdahale eden ve ülkeyi karıştıracak yüz binlerce teröristi buraya sevk eden; bu teröristleri besleyen ve eğitenlerin aslında Suriye'ye demokrasi getirmek gibi bir niyetleri olmadığı ortaya çıktı” değerlendirmesinde bulunan Şener “Eğer böyle bir niyetleri olsaydı, sahada bulunanların demokrasi kültürü olurdu. Oraya demokrasi götürmek şöyle dursun, onlarca terör örgütü Suriye'yi baştan aşağı yağmaladı. Ve bu örgütlerin hiçbirinde de demokrasi kültürü veya demokrasi talebi yok. Demokrasi talebi olmayanların Suriye'ye demokrasi getireceklerini düşünmek de mümkün değil. Dolayısıyla bu örgütlerin arkasında olan ve bunları finanse edenlerin de Suriye üzerinde demokrasi talebi olmadığı açıktır" dedi.
ABD'nin "Doğu Guta'da kimyasal silah kullanıldığı yalanıyla Suriye'deki işgal hedeflerine ulaşma peşinde olduğunu” savunan Şener "Rusya'nın devreye girmesinden sonra Türkiye yaralarını sarmaya ve ülke bütünlüğünü sağlamaya çalışıyor. Önemli mesafeler kat edildi. Ancak şimdi Suriye'de işlerin düzene gireceği ümit edilirken ve Suriye'nin bütünlüğü, huzuru sağlanacakken bir bakıyoruz ki Doğu Guta'da kimyasal silah kullanıldığı gibi hiç mantıkla bağdaşmayacak ve ciddiye alınmayacak birtakım iddialar ortaya atılıyor. Bir taraftan İsrail, Suriye'ye müdahil oluyor; Suriye devletine ait menzillerini bombalıyor. ABD de derhal Suriye'yi bombalamaktan bahsetmeye başlıyor. Bunun tek bir sebebi olabilir. Başta ABD olmak üzere bütün bu güçler, Suriye'yi küçük parçalara ayırmak, parçalamak istiyorlar. Bunu gerçekleştirebilmek için de Suriye devletinin güç kazanması, toprak bütünlüğünü sağlaması ve istikrara kavuşmasını engellemek istiyorlar. (ABD Başkanı Donald) Trump'ın açıklamaları da bu amacı yansıtıyor. Suriye'nin parçalanmasına yönelik en büyük desteği veren veya Suriye'nin bölünmesinde en büyük işbirliğini yapan başta bölgedeki krallıklar olmak üzere çeşitli ülkelere, ‘cihatçı' veya ‘İslamcı' olarak tanımlanan onlarca terörist grup en büyük desteği veriyor. Ve maalesef Türkiye veya Orta Doğu'nun diğer İslam ülkeleri gibi birtakım ülkelerdeki İslamcı geleneğe sahip kesimler de Siyonist planlarına destek verir gibi konuma düşmüş vaziyetteler. Onların da durumlarını gözden geçirmeleri lazım. Yaptıkları işin ne olduğunu tekrar düşünmeleri ve bu politika ve anlayıştan vazgeçmeleri gerektiğini düşündüğüm için o tweeti atmıştım" diye konuştu.
Suriye yönetiminin kimyasal silah kullanmakla suçlanmasını ‘saçmalık' olarak nitelendiren ve işin içerisinde Suudi Arabistan ve ABD istihbaratlarının olduğu bir oyunun oynanmakta olduğuna işaret eden Şener şöyle konuştu:
"Bir kere, Suriye devleti tarafından kimyasal silah kullanıldığı iddiası tamamen saçmalıktır. Çünkü oradaki terör gruplarıyla görüşmek suretiyle Doğu Guta'nın yüzde 90'ında hakimiyetini sağlamış, en son Suudi Arabistan tarafından desteklenen, CIA ve Suud istihbaratlarının iş birliğiyle kurulan Ceyş-ül İslam denilen grubun da bölgeden tahliyesi konusunda anlaşılmışken; Suriye yönetiminin kimyasal silah kullanılmış olmasının bir mantığı yok. Ama kimyasal silah senaryosu, bu örgütün Suudi Arabistan ve CIA'le bağlantısından bağımsız olarak düşünülemez. Dolayısıyla bu senaryonun içinde doğrudan ABD var. Ve kendi ürettiği bir senaryo üzerinden Suriye devletini suçlayarak Suriye'yi vurmaya çalışmakta."
"Peki (ABD) böyle bir senaryo ve Suriye'ye saldırı ihtiyacını nereden duydu" sorusuna da yanıt veren Şener "Elbette ki, ABD'nin (bu adımı atmasında) Suriye'nin paramparça olmasını engelleyen süreç Astana süreci rol oynuyor. Buna sebep Sayın (Vladimir) Putin, Ruhani ve Erdoğan arasında yürütülen görüşmelerdir. Bu inisiyatifin yaptığı son toplantının arkasından güçlü bir şekilde Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve ülkenin istikrara kavuşmasına yönelik vurgu yapılması, başta ABD olmak üzere bazı ülkelerin Suriye üzerindeki hesaplarıyla örtüşmemiştir" dedi.
ABD'nin Suriye topraklarındaki "işgalci" konumunda olduğuna işaret eden Şener "ABD, Suriye'de meşru bir güç olarak bulunmadığı için ABD'nin ülkeyi terk etme gereği ortaya çıkmıştır. Neden? Çünkü Rusya ve İran ile muhtemelen ve kısmen Suriye devletinin resmi veya zımni izniyle topraklarda bulunan Türkiye'den farklı olarak ABD, o topraklara Suriye devletinin izniyle girmemiştir. ABD, meşru bir devletin izni olmaksızın o topraklara yerleşmiş ve oradan ayrılmak istemez durumda. Üstelik de o topraklar üzerinde bölgeyi parçalama hesap ve planları yapmaktadır. İşte Putin, Ruhani ve Erdoğan'ın bu inisiyatifi ABD'nin planlarına uymadığı için ABD bunu bozacak bir arayış içindedir. (ABD) kendi istihbarat birimleri tarafından kurulan ve Duma'da faaliyet gösteren bir örgütten faydalanarak orada bir kimyasal silah kullanıldığı iddiasını ortaya atmışlardır. Trump'ın Suriye'den kısa zamanda çıkacaklarını söyleyerek bunun faturasını Suudi Arabistan'a ödetme peşinde olduğu anlaşılmıştır. Bununla birlikte şimdi de ABD, Suriye'den çıkmamak için bu kimyasal senaryoyu üretti diye düşünüyorum" ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) ABD'nin tasarısını desteklediğinin hatırlatılması üzerine Şener "Türk yetkililerin, ABD'nin bölgedeki planlarının Türkiye'nin faydasına olmadığını bildiğini düşünüyorum. ABD'nin Orta Doğu'daki planlarının da İsrail hariç bir Orta Doğu ülkesine faydası yoktur, tersine zararı vardır. ABD'nin Orta Doğu planları Türkiye, ABD, İran, Irak ve diğer İslam ülkelerinin kuyruğunu kıstıracak, kaynaklarını yağmalayacak, ülkelerini parçalayacak nitelikte olduğunu şu ana kadarki uygulamalarıyla söyleyebiliriz. ABD, Irak'a girmiştir ve orada halen aşılamayan sorunlar söz konusu ve acılar devam ediyor" dedi.
Astana süreciyle birlikte Orta Doğu'da "doğru bir politika izlemeye başladığını" söylediği Ankara'nın bu çizgiden uzaklaşmaması gerektiğini savunan Şener "Özellikle son dönemlerde Türkiye'nin doğru bir politik çizgiye kaydığını görüyorum. Bu doğru politik çizgi Astana süreciyle başlamıştır. Türkiye'nin İran ve Rusya'yla birlikte giriştiği bu süreci takip etmesi ve hayata geçirmeyi planladıklarını gerçekleştirmek için çaba sarf etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ortaya çıkan bazı hadiseler nedeniyle, çizgisinde bir kırılma geldiği takdirde bu kırılma en fazla Türkiye'ye zarar verir. Nitekim bu kimyasal saldırı iddiası karşısında ABD'nin tezlerini savunmanın Türkiye açısından da mümkün olmaması gerektiğini düşünüyorum. Ama burada bizim söylediklerimizden öte, süreci yürütecek olan Erdoğan, Putin ve Ruhani'dir. Bu kritik ortamda diyaloğu ve iş birliğini artırmaları ve kendi tezlerini aralarındaki bu diyalog ve iş birliğiyle güçlendirmeleri gerektiğini düşünüyorum. Taraflara büyük rol düşüyor" diye konuştu.
Türkiye'deki muhafazakar seçmenin Türkiye'nin Suriye politikasına yönelik bakış açısıyla ilgili görüşlerini paylaşan Şener "Türkiye'de seçmen algısının olup bitene doğru şekilde bakmasında bazı güçlükler var. Bu güçlüklerin sebebinin başında medya geliyor. Türkiye medyasının toplam izlenme oranının, özellikle dış politika konusunda, yüzde 99'unun Sayın Erdoğan'ın açıklamaları ve eğilimlerine uygun yayınlardan oluştuğunu görüyorum. Hal böyle olunca da, seçmenin olup bitenleri ayrıştırmasında büyük zorluklar ortaya çıkıyor. Ancak dikkatli vatandaşlar, burada bir terslik olduğunu görüyor. Ben Saadet Partisi seçmeninin, benim bakış tarzıma yakın olduğunu düşünüyorum. Ama AK Parti seçmeni daha çok Sayın Erdoğan'ın söylediklerini izlese de; ABD'nin, emperyalist ülkelerin Suriye'yi parçalama niyetinde olduğunu okuyor. Bu nedenle iktidarın bu seçmende oluşan yeni algıyı çok fazla zorlayacak hamleler yapmasının kendisine zarar vereceği görüşündeyim. Öteden beri ben AK Partili pek çok kişiyle oturup, kalkıp konuşuyorum. Çoğu, başlangıçtaki (AK Parti) politikaların(ın) yanlış olduğunu savunuyor. Ama bu politikaların yanlış olduğunu söylerken, Sayın Erdoğan'a suçlama eğiliminde değiller; o dönem dışişleri bakanı olan olan ve bir süre de başbakanlık görevi yapan Sayın Davutoğlu'nun Türkiye'yi yanlış noktaya çektiğini ama onun gidişinden sonra Türkiye'nin bu başlangıçtaki yanlış çizgiden uzaklaştığını düşünüyorlar. Şu anda da bildiğiniz gibi Astana sürecinin içinde yer alması nedeniyle ve Suriye'nin toprak bütünlüğünden bahsediyor olması nedeniyle kendi seçmenin algısını uygun bir yol haritası içerisindedir. Ama bu çizgiyi fiilen de güçlü bir şekilde sahiplenmeli" dedi.
Sputnik'e açıklama yapan Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) bir komutanının ''ABD'nin olası Suriye saldırısının ardından, kaybettiğimiz bölgeleri gerek kazanmak ve yenilerini fethetmek için taarruza geçeceğiz'' şeklindeki açıklamalarını ise Şener şu sözlerle değerlendirdi:
"Suriye'de kartlar yeniden karılıyor ve dağıtılıyor. Görüntü de başlangıçtaki kadar net değil. Şu anda Türkiye Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ile birlikte önce IŞİD'e sonra da PYD'ye karşı bir operasyon yürüttü. Ama ÖSO'nun kuruluşunda ABD'nin önemli rolü vardı. Şimdi bu rollerin değiştiği gibi bir izlenim içerisinde değilim. Özgür Suriye Ordusu kendisini var kılan etkiyi hatırlıyor ve biliyor olmalı. ABD'nin yapacağı bir eylem veya saldırının sonucunda kendi hareket alanının genişliyor olduğunun farkında olmalı ki, bahsettiğiniz o açıklama yapılmış olsun. İş böyleyse arazide durum daha karışık olabilir. Bu komutanın açıklaması, Türkiye, ABD ve ÖSO bağlantılı bir tartışmanın sonucu varılmış bir kararının sonucu olduğunu düşünmüyorum. Bu kişisel bir açıklama. Ama bu, ABD'nin eylem planıyla, kendi eylem planı arasında yakınlık duyma duygusu içerisinde olduğu anlaşılıyor. Yoksa, ABD'nin bombalamasıyla ÖSO'ya alan açılacağını neden söyler?"
Suriye'nin geleceği açısından en hassas noktanın İdlib olduğunu söyleyen Şener "ABD'nin Suriye'den çekilmeyeceğini düşünüyorum. ABD tersine Suriye'nin tekrar etkin bir çatışma içerisinde olması için çaba harcayacak gibi görünüyor. İdlib'de değişik gruplara mensup çok sayıda terörist var. Nusra'nın şemsiye oluşturduğu HTŞ ve ÖSO'yla bağlantılı olanlar gibi pek çok değişik örgüt var. Bunların, Nusra ve IŞİD'in BM tarafından terör örgütü ilan edilmiş olması sebebiyle o şemsiyelerin tasfiye edildiğini düşünüyorum. Bu örgütlerin, oralardan, ‘ılımlı' olarak adlandırılan başka şemsiyelerin altına geçerek yeni isimlerle terör hırkasını üzerinden çıkararak faaliyete geçme ihtimali olduğunu düşünüyorum. Nitekim İdlib'deki Nur ed-Din Zenki ve Ahrar-uş Şam gibi gruplar yeni şemsiye oluşturuyorlar. Muhtemeldir ki IŞİD saflarında savaşmış örgütün unsurları, adı ‘terör örgütü' diye sayılmayan bir takım isimlerin ardında eski güçlerin tazeleme çabası içine girecekler. Bu yüzden özellikle İdlib konusunun, Suriye'nin geleceğini belirleyecek önemli adımlardan birisi olduğunu düşünüyorum" diye ekledi.
© Tüm hakları saklıdır.