22 Mart 2011 02:00
T24 - Wikileaks'te yer alan Türkiye belgelerini yayımlama konusunda anlaşan Taraf gazetesi, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi W. Robert Pearson'ın 6 Haziran 2003 tarihinde Washington'a ilettiği kriptoyu yayımladı. "Türkiye Cumhuriyeti'ni tanımlamak: Genelkurmay ve hükümet kendi içlerinde ve birbirleriyle mücadele ediyorlar" başlığıyla iletilen kriptoda Genelkurmay içerisinde hazırlandığı iddia edilen darbe planlarından bahsedildi.
Pearson, 2003 yılında ordunun AKP'den duyduğu rahatsızlığı ve mutsuzluğu maddeler halinde Washington'a iletti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kendi alt kademeleriyle ahenk ve disiplin konularında mücadele ettikleri belirtilirken Pearson, Özkök ve Erdoğan için "tuhaf yatak arkadaşları (strange bedfellows)" yorumunu dile getirdi. Belgede ordu içerisinde Org. Özkök'e karşı dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman, Jandarma Komutanı Şener Eruygur, Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan, Ege Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon, İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Fevzi Türkeri ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın muhalif olduğu söylenirken, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın da ikili oynadığı ifadesi yer aldı.
Pearson, ordunun "darbe hazırlığını" ve "hükümete müdahale etme ihtimalinin" olmadığını vurgularken, "Genelkurmay Başkanı Özkök'ün üst rütbeliler arasındaki memnuniyetsizliği kontrol altına alma, bir yandan da iktidardaki AK Parti'yi laiklik karşıtı eğilimlere ilişkin algılar konusunda uyarma gayreti her iki hedefe ulaşmayı da başaramadı. Askeriye ile AK Parti arasındaki ve her ikisinin de kendi içindeki gerilimler sürerken, biz güçlerin mevcut dizilişine baktığımızda, ordunun bir hükümet değişikliğini zorlama olasılığı görmüyoruz" dedi.
Taraf gazetesinde "Amerika'nın darbe günlüğü" başlığıyla yayımlanan (22 Mart 2011) Wikileaks belgelerinin aynen tercümesi şöyle:
Amerika'nın darbe günlüğü
2003’teki gizli ABD raporundan: Özkök’e muhalefet eden Yalman, Eruygur, Doğan, Tolon, Türkeri ve Kılınç paşalar muhtıra verebilir. Büyükanıt ise ikili oynuyor.
Türkiye, 2002-2004 döneminde askerî bir darbenin eşiğinden döndüğünü ancak birkaç yıl sonra öğrendi. Mart 2007’de Nokta dergisinin “Özden Örnek Günlükleri”ni yayımlaması bu “öğrenim süreci”nin başlangıcını oluşturdu. Ardından Haziran 2008’de,Taraf ’ta Mehmet Baransu “Cumhuriyet Çalışma Grubu” belgesini yayımladı. Bu belge, 28 Şubat’ın planlayıcısı olan Batı Çalışma Grubu’nun bir benzerinin, 2002’den itibaren dönemin Jandarma Genel Komutanı, şimdinin Ergenekon sanığı Şener Eruygur’un yönetiminde faaliyet gösterdiğini ortaya koyuyordu. Ergenekon soruşturmasının ilerlemesi de, 2003-2004 dönemine ait Sarıkız, Ayışığı, Eldiven ve benzeri darbe planlarıyla ilgili yeni bilgi ve belgelerin kamuoyuna yansımasına yol açtı. Ve nihayet Ocak 2010’da, yine Taraf’ ta Balyoz belgeleri yayımlandı. 2002 ve 2003’te Birinci Ordu Komutanlığı’nda bir askerî müdahale hazırlığı yapıldığını düşündüren bu belgeler, çok geçmeden, Türkiye tarihinin ilk büyük darbe davasına zemin oluşturdu.
“WikiLeaks Türkiye Belgeleri”ni, 2002-2004 döneminde sivilasker ilişkileri konusundaki Amerikan resmî algısını anlamak amacıyla taradığımızda, özellikle dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök üzerinden yapılan çeşitli değerlendirmelere rastladık. O değerlendirmelerden biri, 6 Haziran 2003 tarihli, “GİZLİ” ibareli telgraf. Dönemin ABD Ankara Büyükelçisi W. Robert Pearson’ın bizzat kaleme aldığı anlaşılan telgrafın uzun ve açıklayıcı bir başlığı var: “Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımlamak: Genelkurmay ve hükümet kendi içlerinde ve birbirleriyle mücadele ediyorlar.”
Biz bu telgrafı okurken, iki ayrı olayı aklımızda tuttuk. Birincisi, Genelkurmay Başkanı Özkök’ün 26 Mayıs 2003’te düzenlediği ve özellikle Cumhuriyet gazetesinin o meşhur “Genç Subaylar Rahatsız” manşetini eleştirdiği basın toplantısıydı, ki Büyükelçi Pearson’ın bu basın toplantısına ilişkin değerlendirmesi zaten telgrafın da çıkış noktası. Aklımızda tuttuğumuz ikinci unsur ise, Pearson’ın bu satırları, Genelkurmay Başkanı Özkök ile dönemin Birinci Ordu Komutanı Çetin Doğan arasında yapılan “mutasavver darbe” konulu görüşmeden bir hafta kadar sonra kaleme almış olduğuydu. O görüşme, 2003 mayısının sonunda, Harp Akademileri’nde oynanan bir harp oyunundan hemen sonra, Özkök’ün talebiyle gerçekleşmişti. Balyoz Davası sanığı Doğan bu görüşmeyi, 6 Nisan 2010’da avukatı aracılığıyla basına ilettiği mektupta şöyle anlattı: “Bana sorduğu ilk soruyu çok iyi anımsıyorum. Sorusu, ‘Birinci Ordu içinde bazı emekli orgenerallerin ve bazı sivillerin de bulunduğu bir grup tarafından ihtilal hazırlıkları yapıldığı yolunda bilgiler geldiği, ve bunun doğru olup olmadığı’ şeklindeydi. Sorusunun benim için çok aykırı olması nedeniyle biraz nezaket sınırlarını da aşarak, kendisine çok net bir cevap verdim. Verdiğim cevabın sadece ilk cümlesini vermekle yetineceğim. ‘Ben daima meşru sınırlar içerisinde bulundum ve bulunmaya da devam edeceğim.’”
Şimdi telgrafa geçebiliriz. Özkök’ün Doğan’a, “Selimiye’de darbe hazırlığı yapıldığına ilişkin bilgiler var” demesinden bir hafta sonra, Büyükelçi Pearson’ın Washington’a yazdıklarını birlikte okuyalım.
(1)ÖZET: Genelkurmay Başkanı Özkök’ün üst rütbeliler arasındaki memnuniyetsizliği kontrol altına alma, bir yandan da iktidardaki AK Parti’yi laiklik karşıtı eğilimlere ilişkin algılar konusunda uyarma gayreti her iki hedefe ulaşmayı da başaramadı. Askeriye ile AK Parti arasındaki ve her ikisinin de kendi içindeki gerilimler sürerken, biz güçlerin mevcut dizilişine baktığımızda, ordunun bir hükümet değişikliğini zorlama olasılığı görmüyoruz. ÖZETİN SONU.
(2) Genelkurmay Başkanı Özkök’ün 26 mayısta, seçilmiş bazı gazetelerin temsilcilerine yönelik bir brifing yoluyla yaptığı siyasi uyarı, Türk Genelkurmayı’nın mutsuz olduğunun yeni bir kanıtıydı:
»(Genelkurmay) kendi içinde mutsuz (Özkök, irtibatta olduğumuz geniş bir yelpazeden gazeteci, siyasetçi ve ulusal güvenlik uzmanının bize “Avrasyacı, statükocu, askerî alımlar gizli tutulsuncu görüşlere sahip” diye tarif ettiği, altı ile sekiz civarında bir grup üst rütbeli subay tarafından baskı altında tutuluyor; öteki Türk Genelkurmay yetkilileri, mesela Özkök’le yakın bağlantısı olan J-5 Andlaşmalar (Burada Büyükelçi, ilgili dairenin eski ismini kullanmış; Genel Plan ve Prensipler Dairesi kastediliyor) Başkanı Hava Tümgeneral Ajar (Büyükelçi, soyadını yanlış yazmış; Suphi Acar kastediliyor) da bize, Özkök’ün AK Parti’ye karşı fazla yumuşak olduğu yönündeki görüşlere katıldığını söyledi.
»(Genelkurmay), kendini muhafazakârdemokrat olarak tanıtan ama Türk Genelkurmayı’nın ve Kemalist müesses nizamın geri kalanının büyük kısmının (cumhurbaşkanlığı, yargının büyük bölümü, bürokrasi, ana muhalefetteki CHP, ve medya ile akademideki geniş çoğunluk) hem beceriksiz olmakla hem de İslamcı meşaleyi taşımakla suçladığı AK Parti hükümetinden mutsuz.
»(Genelkurmay) dünyanın değiştiği gerçeğinden, bu değişimin esnekliğinden ve hızından mutsuz.
»(Genelkurmay), ülkedeki değişimden mutsuz. Alttan gelen sosyal değişimin, bugüne dek çoğu tabu olan konular üzerine giderek artan tartışma özgürlüğünün, ve hükümetin AB Kopenhag kriterleri ile ilgili yeni reform paketini, askerlerin hâkimiyetindeki Milli Güvenlik Kurulu’nun incelemesine sunmama girişiminin gösterdiği gibi, sıradan Türklerin, ülkelerinin nereye gitmesi gerektiğine ilişkin düşüncelerinde, Türk ordusu cumhuriyetçi ahlâkın bir numaralı hakemi olma konumunu yitirmeye başlıyor.
(3) Birçok irtibatımız –aralarında önde gelen ulusal savunma analisti Faruk Demir de var– bize Özkök’ün son sözlerini, Türk Genelkurmayı’nın daha önceki bir dizi açıklaması ve artan askerî rahatsızlık bağlamında (bu, Ekim 2002’ye kadar uzanıyor) değerlendirmemiz gerektiğini hatırlattı.
Özkök, 26 mayısta altı şeyi hedefliyordu:
(A) Kemalist Cumhuriyet’in 23 Mayıs sayısıyla ortaya çıkan ve “genç subayların” AK Parti ve AKP hükümetinin hedefleri konusunda büyük rahatsızlık duyduklarını anlatan basın haberlerinin devam etmesini engellemek. “Genç subaylar,” hem dönemin hükümetine hem de üst rütbeli komutanlara karşı genç subaylarca gerçekleştirilen 27 Mayıs 1960 darbesini akla getiren bir söz; ve Özkök şu konularda kararlıydı: (1) kurmaylar arasında, kendi makamına ilişkin bir şaibe olduğu yönünde kamuoyuna yansıyan spekülasyonu sona erdirmek, (2) subaylar arasında disiplini sağlamak – Özkök, Osmanlıvari bir cümle olan ve hemen hemen İngilizcedeki “Lord muck miracle workers” anlamına gelen, “kerameti kendinden menkul kimseler” sözüyle Türk Genelkurmayı’nda, kendisini eleştirenleri küçük düşürerek, onlara verdiği mesajı daha da dobra bir hale getirdi.
(Burada, Pearson’ın telgrafının arasına girelim ve Özkök’ün 26 Mayıs 2003’te “kerameti kendinden menkul” sözünü nasıl kullandığını hatırlayalım. Özkök, basın toplantısının başında aynen şöyle demişti: “Önce hepinizin soracağı soruları yanıtlayayım: Bunlardan birincisi genç subaylar tedirgin meselesi. Bu en güncel konumuz biliyorsunuz. Bu konuda bir gazetemizde bir haber yer aldı ve süratle gündemi işgal etti. Bunun tabii bir haber kaynağına istinat ettiği aşikâr. Bu haber kaynağı besbelli ki kerameti kendinden menkul bir kaynak. İki kişi arasında baş başa yapılmış bir konuşmayı her nasılsa sanki dinlemiş gibi bu habere almış ve değerli gazetecimize ulaştırmış olması gerekiyor.” Şimdi, kaldığımız yerden, Pearson’a göre Özkök’ün altı hedefinden ikincisiyle devam ediyoruz.)
BU ÇATI ALTINDA DARBE KONUŞULMAZ
(B) Türk Genelkurmayı’nın “fikirler” tartışması açısından monolitik olmadığını vurgulamakla birlikte, Genelkurmay’ın içinde görüş ayrılıkları ya da bir kutuplaşma olduğu yönündeki bütün spekülasyonları reddetmek. (Not: Özkök, Genelkurmay Başkanı olarak imajını korumak amacıyla, Türk Genelkurmayı içinde hiç görüş ayrılığı olmadığını savunmak zorunda kaldı ama Tümgeneral Acar dahil diğer kişiler, Genelkurmay’da, özellikle Türkiye’nin AB yönelimi, ABD ile ilişkiler ve AK Parti’ye ne yapılması gerektiği konusunda ateşli bir tartışma olduğunu bize itiraf ediyorlar.)
(C) Türk Genelkurmayı ile AK Parti hükümetinin aynı dalgaboyunda olmadığını ilan etmek.
(D) Bir bütün olarak Türk Genelkurmayı’nın mevcut siyasi durumdan “rahatsız” olduğunu teyid etmek.
(E) “Bu çatı altında” (Türk Genelkurmayı’nda) darbeye ilişkin her türlü tartışmayı reddetmek ama (1) Silahlı kuvvetlerin laikçi mücadelesini “sonuna kadar” anayasal çerçevede götüreceğini vurgulayarak, (2) 28 Şubat sürecinin (1997’de İslamcı Erbakan hükümetinin sonunu getiren “post-modern” darbe) bir etki-tepki ilişkisi yansıttığı ve “28 Şubat’ın gerekçeleri sürdükçe, etkilerinin de süreceği” uyarısını yaparak gazetecileri, dolayısıyla da geniş anlamda kamuoyunu alarma geçirmek.
(F) Kendisine karşı saf tutan üst rütbeli generallerden kaynaklanmış görünen, onun temel “laikçi” değerlerin güçlü bir bekçisi olmak için fazla demokrat ve fazla Batı yönelimli olduğu yönündeki suçlamalara karşı kendisini korumak; Özkök demokratik değerlere bağlılığının ve Batı’da görev yapmış olmasının, temel değerleri koruma yeteneğini güçlendirdiğini söyledi.
(4) Özkök’ün brifingi ses ve öfke getirdi ama karışık bir etki yaptı.
(5) Öncelikle, basında çıkanlar ve özel yorumlar ordunun baskıcı tutumu konusunda bugüne dek Türkiye’de tecrübe ettiğimizi hiç hatırlamadığımız kadar açıkça eleştirel nitelikteydi. Brifingden bu yana konuştuğumuz gazetecilerin, analistlerin, siyasetçilerin ya da işadamlarının tek bir tanesi bile mevcut koşullarda bir darbeyi mümkün, hatta arzulanır bir şey olarak bile görmüyor. Ancak Demir bize, Özkök’ün darbe konusunu gündeme getirme biçimiyle, AK Parti hükümetinin performansıyla yaygın ve keskin bir memnuniyetsizliğe neden olması, dolayısıyla da bunun, Erdoğan’ın ve AK Parti’nin Anadolu’daki dayanıklı desteğini eritmeye başlaması olasılığına karşı kapıyı açık bıraktığını vurguladı. Bazıları, Özkök’ün konumunun zayıfladığını, ya da daha geniş anlamıyla, askeriyenin siyasetçilere ve kamuoyuna gözdağı verme imkânının azaldığını düşünüyor. Bu ikinci görüşü örnekleyen bir yorumu, bu tartışmanın tam demokrasi ve sivil denetime giden yolda kararlı bir dönüm noktası olmasını umduğunu söyleyen önde gelen bir ham petrol ve pekmez nakliyatçısından işittik.
(6) İkinci olarak, üst rütbeli generallerin Özkök’ün daha sabırlı ve mantıklı çizgisine olan itirazları da yatışmış görünmüyor. Savunma ve ulusal güvenlik konularında irtibatta olduğumuz kişiler, Özkök’e karşı olduğunu söyledikleri yedi generali şöyle isimlendiriyorlar: Kara Kuvvetleri Komutanı Yalman, Jandarma Komutanı Eruygur, Birinci Ordu Komutanı Doğan, Ege Ordu Komutanı Tolon, İkinci Ordu Komutanı Türkeri ve MGK Genel Sekreteri Kılınç. Büyükanıt’ın ise ikili oynadığı söyleniyor. Büyükanıt’ın İstanbul’da 29 mayıstaki bir konferanstaki Amerikan ve Batı karşıtı sözleri de, onun bu grup içinde sayılması fikrini güçlendiriyor. Cengiz Çandar, 29 mayısta, 28 mayıs tarihli bir habere dikkatimizi çekti: General Doğan, kısa süre önce vefat etmiş bir meslektaşı için yapılan anma töreninde, tahrik edici nitelikteki “genç subaylar” sözlerini, Özkök’e meydan okumaya devam ettiğini vurgulamak için kasten kullanmış.
(7) Bu grubun sürükleyici gücü tartışma konusu olmaya devam ediyor. Üç kaynağımızın (Faruk Demir, askerî konularda yazan bir gazeteci ve üst rütbeli emekli generallerle yakın ilişkileri olan bir merkez-sağ siyasetçi) bize ayrı ayrı anlattığına göre, bu gruptaki generaller Özkök’e bir muhtıra vererek ya istifa etmesini ya da onların görüşüne uygun davranıp, AK Parti’ye karşı sertleşmesini talep edecekler. Bununla birlikte, Tümgeneral Acar bize askeriyenin içinde “açıkça bir kırılma” yaşanmasını mümkün görmediğini söyledi. Üstelik, Özkök’ün bu sene orduya damgasını vurma fırsatı da var. Bu gruptakilerden ikisini (onun Genelkurmay Başkanı olmasına da karşı çıkanları) 2003 yazında emekliye sevkedebilir; sonra ikisini daha, 2004 yazında emekli edebilir. Hatırı sayılır miktarda üç ve dört yıldızlı generali terfi ettirecek; ve bu yıl içinde, Türk Genelkurmayı’nın üst rütbeli personelinin yüzde 80’e kadarki bir bölümünü değiştirebilir.
(Burada yine kısa bir hatırlatmayla araya giriyoruz: 2003 Yüksek Askerî Şurası’nda, Özkök’e karşı generaller listesinden iki isim Çetin Doğan ve Tuncer Kılınç emekli edildi; 2004’te ise aynı listeden Aytaç Yalman ve Şener Eruygur emekli oldu.)
ERDOĞAN ORDUYLA MODUS VIVENDI ARIYOR
8) Üçüncüsü, Başbakan Erdoğan, AK Parti ile askeriye arasındaki gerilimleri kışkırtmak isteyenleri kamuoyu önünde azarladı ve Cengiz Çandar’a bunu nasıl yapacağını bilmediğini söylemiş olsa da, özel konuşmalarında, Özkök’ü desteklemenin elzem olduğunu ifade etti. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı (Dengir Mir Mehmet) Fırat, 30 mayısta bize Erdoğan’ın bir modus vivendi (orduyla birarada yaşamanın yolu) arayışında olduğunu söyledi. Aynı zamanda, Adalet Bakanı(Cemil) Çiçek, Fırat ve Erdoğan’ın eski Özel Kalem Müdürü (Turhan) Çömez, grupbaşkanvekilleri (Haluk) İpek ve (Sadullah) Ergin, ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanvekili (Cavit) Torun gibi diğer AK Parti milletvekillerinin her biri de, son günlerde bize, partinin AB’ye uyum amaçlı yeni reform paketlerini gündeme getireceğini söylediler. İpek, Milli Güvenlik Kurulu’nun sadece bir danışma kurulu olduğunu vurguladı ve ateşli biri olan Torun, partisinin orduya karşı reformları savunmak uğruna, “sonunun Menderes (...) gibi olmasına hazır” olduğunu savundu. Ancak bizim AK Parti’deki muhataplarımızın çoğu, Türk Genelkurmayı ve Milli Güvenlik Kurulu’nun bazı reformlara olan itirazı nedeniyle hız kesmek zorunda kalacaklarını itiraf ediyorlar.
9) YORUM: Her ikisi de, kendi alt kademelerindeki ahenk ve disiplin noksanıyla mücadele eden ve her ikisi de haftalık başbaşa görüşmeler yoluyla birbiriyle bir modus vivendi belirlemeye çalışan Özkök ve Erdoğan tuhaf yatak arkadaşlarına (strange bedfellows) benziyorlar. Her ikisi de otoritesi ve iktidarı için dayanmak zorunda olduğu, kendi içinde bölünmüş kurumlara (askeriyenin komuta kademesine ve parlamentoda çoğunluğu elinde tutan parti grubuna) yön vermeye çalışıyor.
10) Erdoğan’ın siyasi kavrayışı ve Türkiye çapında süren sağlam halk desteğinin ona sağladığı güçlü koruma düşünüldüğünde, doğrudan ya da siyasi mühendislik ürünü bir darbenin mevcut koşullar altında mümkün olduğu yönünde hiçbir belirti görmüyoruz. Ancak, Özkök’ün maruz kaldığı baskı bir yana bırakılırsa, onun ve Erdoğan’ın ileriye doğru karşılıklı uyum içinde gidebilmenin yolunu bulmalarını, AK Parti’deki şu etkenler de zorlaştırıyor: Erdoğan’ın kendisini içine soktuğu tecrit hali ve bunun sonucu olarak dışarıdan taze enformasyon akışının kesilmesi; parti genel başkan yardımcıları ile grup başkanvekillerinin yetenekleri arasındaki düzey farkı; partiyle bir yanda hükümet, diğer yanda parlamento grubu arasındaki statik yüklü iletişim; partiyi bizatihi bir koalisyona dönüştüren fraksiyonlar; partinin bürokrasideki yönetici posizyonlarına aday gösterdiği kişilerin yeterince becerikli ya da laik kurallara sadık olup olmadığı konusundaki tartışma; ve partinin belli birtakım yasa tasarılarını (mesela, her apartmanda –bütün inananların kullanımı için– bir mescid açma hakkına ilişkin tasarı) gündeme getirmekle neyi amaçladığına ilişkin sorular.
11) Açık olan şu ki, Özkök’ün brifingi ne ordu içinde onun yaklaşımını eleştirenleri tatmin etti ne de AK Parti’ye gözdağı verdi. Askeriye ile AK Parti arasındaki ve her iki kurumun kendi içindeki gerilimler sürecek ve Türkiye’nin herhangi bir yöne doğru istikrarlı bir rota tutturma becerisini etkileyecektir.
© Tüm hakları saklıdır.