22 Ağustos 2016 09:05
Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mitat Çelikpala, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın düşürülen Rus uçağıyla ilgili gönderdiği 'özür mektubuna' başlayan 'normalleşme' sürecine ilişkin olarak, utin’in bu noktaya gelmesinin arkasında daha büyük bir resim var. Rusya’nın Batı ve NATO’yla ilişkileri meselesi bunun kalbinde. Putin büyük resme bakıyor, aslı derdi NATO'nun hamleleri" dedi. "'Fetullahçı pilot düşürdü' argümanına Putin İnanmak isterse, bunu almak isterse satabilirsiniz" diyen Çelikpala, Türkiye ile Rusya'nın ilişkilerine dair olarak, "Bir kere Rusya Türkiye’nin iç sorunlarını tartışmıyor, listesinin birinci sırasında demokratikleşme meseleleri yok. Dolayısıyla bu anlamda Rusya’yla oyun oynamak yüzeysel düzlemde çok kolay" ifadelerini kullandı. Türkiye'nin 2013-2015 dönemini değerli yalnızlık politikalarıyla geçirdiğini belirten Çelikpala, "Erdoğan Batı’nın dikkatini çekmek için bilinçli provokasyon yapıyor. Burada temel mesele bu yalnızlık duygusundan nasıl çıkılacağı. II. Cumhuriyet asıl şimdi sona eriyor, Batı ıskalıyor" dedi. Çelikpala, Türkiye'nin Suriye politikalarındaki değişikliği hakkında da "Ankara, Suriye'de Batı ve Rusya'nın takvimine sessiz kalarak rıza gösterecek Kürt koridorunun Rusya aracılığıyla tıkanmasını sağlamaya çalışıyor gibi duruyor. Unutmayı Moskova'da PYD ofisi açıldı, ABD ve Rusya'nın PYD'ye bakışı aynı pazarlığı son ana bırakacaklar" dedi.
Prof. Dr. Mitat Çelikpala'nın Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'e verdiği söyleşi şöyle:
- Uçak düşürme krizinden 8.5 ay sonra St. Petersburg’da gerçekleşen Erdoğan-Putin zirvesiyle Ankara’nın dünyaya vermek istediği mesaj neydi?
Geçtiğimiz yılın eylül ayında Rusya Suriye’ye girince dengeler değişti. 2015 yazından itibaren Türkiye hem başta ABD olmak üzere kendi müttefikleriyle hem de Rusya’yla farklı bir sahaya düştü. 2013-2015 dönemi zaten Türkiye’nin değerli yalnızlık politikasıyla geçirdiği dönem. Ülkeyi yönetenler Türkiye’nin bağımsız bir dış politika aktörü olabileceğine, bu meselelere etki edebileceğine inanıyorlardı. Fakat 2015’in yaz aylarından itibaren meselenin böyle olmadığını anlamaya başladılar.
Hasta adam sendromu yok ama bir yalnız adam sendromu oluştu Türkiye’de. Bir sürü temel meselede bile müttefiklerimizi yanımızda görmüyoruz. Mesela terörle mücadele, darbe karşısında Türkiye’nin demokrasisinin gözden geçirilmesi gibi meselelerde. Buralarda çok yalnız hissediyoruz kendimizi. Burada Rusya’yı kullanarak acaba Batılı müttefiklerimizi biraz da Türkiye’nin çıkarlarını göz önünde bulunduracak çerçevede harekete geçirebilir miyiz algısı var. Burada benim hükümeti haklı gördüğüm yanlar var.
- Erdoğan Batı’nın dikkatini çekmek için bilinçli ve haklı bir provokasyon yapıyor size göre, öyle mi?
Tabii çok bilinçli. Burada temel mesele bu yalnızlık duygusundan nasıl çıkılacağı. Türkiye yeniden ilgi çekecek, çıkarlarını anlatacak bir aktör olarak müttefikleriyle –Rusya da buna dahil- yeniden konularını gündeme getirip tartışabilir mi? Çünkü şu anda tartışamıyoruz, hiçbir konuyu konuşamıyoruz. Son 2 yılda geriye dönüp baktığımızda AB ile görüştüğümüz tek konu mülteci meselesi oldu. Başka hiçbir şey yok. Güvenlik meselelerinde sorunlarımız vardı. İlk defa geçen Varşova’daki NATO Zirvesi’nde Türkiye NATO üyesi olduğunu ve güvenlik sorunları olduğunu hatırladı. Dikkat ederseniz alınan kararların hepsine destek verdi. Bu destek aslında Türkiye ile Rusya arasındaki gerginliğin yükselmesi anlamına gelebilir.
- Hükümetin Batı karşısında izlediği stratejide haklı olduğu tespitinize dönelim. Batı neyi ıskalıyor?
Türkiye ciddi bir dönüşüm geçiriyor; idari ve hukuki yapısını yeniden tanımlıyor. Bu sadece 15 Temmuz’dan sonra generallerin, hâkim ve savcıların, akademisyenlerin, bürokratların görevden alınması meselesi değil. 90’ların başında II. Cumhuriyet’in sonu mu geliyor tartışmaları vardı. Tartışmanın merkezinde asker-sivil ilişkileri arasında denge kurulması vardı. Eğer Altan kardeşlerin söylediği çerçevede bir kavram varsa II. Cumhuriyet aslında şimdi sona eriyor. Türkiye anayasasını değiştirmeye çalışıyor, birtakım temel yasaları keza, askerin vesayeti tamamen yok olmuş durumda, tam tersi asker üzerinde çok ciddi bir sivil vesayet başlamış vaziyette.
Sermaye sahiplerinde de kaymalar yaşanıyor. Bir de buna yabancı sermaye girişlerini eklediğimizde elimizde çok karmaşık bir Türkiye tablosu var. Türkiye’nin devlet yapısı değişiyor ve sanki Batı dünyası -klasik müttefiklerimiz- buna hiçbir şey olmuyormuş gibi bakıyorlar.
En büyük sorun Türkiye’yi sadece bir askeri üs olarak görmek ya da sınırlarında operasyon yapılabilecek bir yer olarak görmek. Peki soru şu; sen Batılı bir ülke olarak müttefikin Türkiye’yi gerçekte nasıl bir ülke olarak görmek istiyorsun?
- Rusya ile verilen görüntü Türkiye’yi sadece bir üsten ibaret görenlere yönelik bir mesaj taşıyor diyelim. Erdoğan’ın daha önce de benzer pek çok çıkışı oldu. Türkiye’nin NAFTA’ya üye olmasını bile gündeme getirdi. Bunların Batı üzerinde çok fazla etkisi olmadığını gördük. Bu sefer niye olsun?
Bu iş Türkiye’yi tanımlamakla ilgili artık. Birinci soru; Türkiye neden Rusya’yla oynuyor? Bu soruyu oyunun Batı’nın üzerinde etkili olup olmamasından bağımsız yanıtlayalım. Bir kere Rusya Türkiye’nin iç sorunlarını tartışmıyor, listesinin birinci sırasında demokratikleşme meseleleri yok. Dolayısıyla bu anlamda Rusya’yla oyun oynamak yüzeysel düzlemde çok kolay. Stratejik gelecek beklentin yok.
- Suriye konusu mesela... Türkiye’nin geleceği için stratejik önemde değil mi?
Elbette. Türkiye Rusya ile terörizmle mücadele için istihbarat paylaşımı sekteye uğrayınca çok ciddi sıkıntılar yaşamaya başladı. Amerikalılarla da sorun yaşamaya başlayınca Türkiye’nin güney sınırları bildiğimiz duruma düştü. Açılım süreci de sekteye uğrayınca içerisi çok karıştı. Türkiye’nin güneydoğusu fotoğraflara bakınca teknik olarak Suriye gibi görünmeye başladı. Bu denklemden çıkmak için Suriye konusunda Rusya ile müzakere etmek şart. Bence iki saat boyunca Erdoğan ve Putin bunu konuştular. Türkiye ‘Esad gitsin, sahada biz de operasyonel davranalım, PKK/PYD ile mücadelede bizim önceliklerimiz belirlensin’ şeklindeki iddiasından biraz geri adım atmış vaziyette. Anladığım kadarıyla sınırlarımız içerisindeki karmaşayı düzeltene kadar Suriye’deki dengenin kurulması işini Rusya, Amerika ve Fransa’nın operasyonlarına bırakmış vaziyette. Önceden fiili olarak vermediği rızayı şimdi sessiz kalarak vermiş oluyor.
- Tam olarak neye rıza gösteriyor?
Esad’lı ya da Esad’sız Suriye’deki sürecin Rusların ve Batılıların istediği takvimde ilerlemesine.
- Esad’ın kendisi olmasa bile Baas rejiminin unsurlarını kabullenecekler anlamına mı geliyor?
Tabii kabullenecekler. İşaretler o yönde, yapacak başka bir şey yok bu çerçevede. Amerikalılara yapılan görüşmeler de bunu gösteriyor. Rusya’nın sahadaki operasyonlarına bakınca da aynı şeyi görüyorsun.
- 15 Temmuz’dan sonra yetkili ağızların sıklıkla dile getirdiği ‘Rus uçağını da Fetullahçı pilot düşürdü’ argümanı dış politikada iş yapar mı?
Bunu ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ı sahiplendi zaten olayın üzerinden 3 saat geçmeden.
- Angajman kurallarının işletildiği yerde ‘Fetullahçı pilot düşürdü’ argümanını Putin gibi bir lidere satabilir misiniz?
İnanmak isterse, bunu almak isterse satabilirsiniz. Ama hatırlayın Rusya’nın Türkiye’ye koyduğu şartlar vardı. Her ne kadar Cumhurbaşkanı ikinci mektupta ‘Özür dilemedik, pilotun ailesine tazminat için formül arıyoruz’ dese de benim gördüğüm o mektup sonrasında Putin’i memnun eden birtakım adımlar atıldı da Putin öyle görüşmeyi kabul etti.
- Rusya aslında uçak işinin Hava Kuvvetleri’ndeki Fetullahçı yapılanmayla ilgili olmadığını biliyor ancak Türk hükümetinin siyaseten bu argümanı kullanmasına göz yumuyor. Öyle mi?
Evet. Bu tabii Türk-Rus ilişkileri çerçevesinde. Ama Putin’in bu noktaya gelmesinin arkasında daha büyük bir resim var. Rusya’nın Batı ve NATO’yla ilişkileri meselesi bunun kalbinde. Ruslar tek başlarına büyük bir askeri operasyon yapabileceklerini Suriye’de tüm dünyaya gösterdi. Stratejik ve taktik bombardıman yapabileceklerini gösterdiler. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde tüm bunları ilk defa bu kadar büyük çapta yapabiliyorlar. Fakat şöyle bir sorunla karşı karşıyalar. AB ve NATO üyesi ülkeler Rusya tehdidini artık çok ciddiye almaya başladılar. Eskiden sadece Baltık ülkelerin ve eski Sovyet coğrafyasına üye ülkelerin Rusya’dan rahatsızlıkları dile getiriliyordu. Ama son Kırım meselesinden sonra Rusya’nın tehdidi o kadar ciddi hale geldi ki NATO kendini toparlamaya başladı. Varşova kararları o yüzden önemli. Artık Rusya’yı dengeleyecek bir doğu hattı kuralım, doğuda ve güneyde Rusya’yı çevreleyelim diyorlar. Rusya’nın ekonomik olarak buna karşılık vermesi çok kolay değil. Adamlar Akkuyu’daki paylarının yüzde 48-49’unu satmaya çalışıyorlar çünkü yapacak paraları yok. Rezerv paralarının önemli bir kısmını piyasaya pompalamış vaziyetteler yoksa ekonomileri çökecek.
- O zaman ne yapacaklar?
Delikler aramaya başlayacaklar. Bu anlamda Türkiye, NATO çerçevesinde alınabilecek en kolay delik gibi görünüyor.
- Rusya Federasyon Konseyi’nden Igor Morozov geçen gün, ‘Türkiye, Rus hava kuvvetlerinin Suriye’de terörle mücadele operasyonları sırasında kullanılmasına izin verebilir’ açıklamasıyla İncirlik’i işaret etti.
Bu açıklama Türkiye’nin NATO müttefiklerine verilmiş bir mesaj.
- Bu Petersburg’da gerçekten konuşulmuş olamaz mı?
Olabilir. Bunu ister Ruslar.
- Türkiye’nin bu talebe yekten ‘Evet’ deme ihtimali var mı?
Hayır da dememiştir. Koşullara göre evet diyebilir çünkü İncirlik bir Türk üssü. Ama bunu şu anda demez. Aynı üssü operasyonel meselelerde Fransızlara, Katarlılara açtığınıza göre Ruslara da açabilirsiniz. Ruslarla Amerikalılar şu anda Suriye’de ortak operasyonlar yapmıyorlar mı? İttifak cephesinde Türkiye ve Rusya denkleme eklenebilir.
Ama şunu da unutmamak lazım. Türkiye açısından bir tehdit bu. Rusya Türkiye’yi askeri olarak çevrelemiş vaziyette.
NATO üyesi olarak Türkiye’yi çevreliyorsan NATO’yu çevreliyorsun. NATO nasıl Rusya’yı çevrelemeye çalışıyor doğusundan ve güneyinden o da ufak bir alanda Türkiye örneğinde çevreleme yapmış vaziyette. Türkiye’nin açmazı burada. Kırım ve çevresinde askeri üslerle savunma sistemleri var. Abhazya’da var, Ermenistan’da var, İran’da var, Suriye’de var. Ruslar Suriye’de iki tane üs kullanıyor; İran’da Hamedan ve Latakya. Rusların ağır bombardıman uçaklarının ilk defa Hamedan’da görülme tarihi 23 Kasım 2015. Biz Rus uçağını 24 Kasım’da düşürdük. Rus uçaklarının Hamedan’da ikinci defa görüldükleri tarih 16 Ağustos.
- Türkiye’nin NATO içindeki pozisyonu da Petersburg’da gündeme gelmiş midir?
Güvenlik politikalarında Türkiye ve Rusya henüz konuşacak seviyede değil. Tam tersine Türkiye’nin bir Rusya tehdit algısı hâlâ var. O yüzden Türkiye’deki hava savunma sistemleri AWACS’lar NATO’dan gelecek hâlâ. O yüzden Karadeniz’in güvenliğini NATO ile birlikte bir uluslararası güçle sağlamaya çalışıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı Türkiye’nin 20 yıllık Karadeniz politikasını sorgulayacak bir açıklama yaptı. NATO müttefiklerine dedi ki; ‘Karadeniz bir Rus gölüne dönüyor, burada bir uluslararası güç kuralım. Gelin burayı uluslararası güçle garanti altına alalım.’
Hatırlayın, Rusya kendi özel çıkarları için Türkiye ile ilişkilerdeki dengeyi Gürcistan’da bozdu, Kırım’da bozdu, Ermenistan’da bozdu. Suriye’de bozdu. Bunları yaparken de bir dakika bile Türkiye’nin çıkarlarını düşünmedi. Hiçbirinde bir dakika öncesinde bile ‘ben böyle bir şey yapıyorum’ diye sana bilgi vermedi. Sen bunların hepsini Batılılar gibi olduktan sonra öğrendin ve bunların tamamı senin çıkarlarına büyük zararlar verdi. Şimdi bunların hiçbiri yokmuş gibi davranıp ekonomik çıkar temelli hareket edersen büyük bir gaflet ve dalalet içine düşersin. Ticaretimiz 100 milyar dolar da olsa bizim cebimize 10 girecek, Rusya’nınkine 90 girecek ve bu ilişki seni stratejik ortak yapmayacak.
- Geçen hafta hükümete yakın gazetelerden birinde şöyle bir haber çıktı; Türkiye’nin ABD’ye kabul ettiremediği Suriye’de ‘güvenli bölge’ projesine Rusya’dan destek geldi. Bu mekanizmaya İran da dahil olacakmış. Bu hamleyi nasıl okumak lazım?
Eğer bu haber doğruysa, bir kere Türkiye Esad konusundaki ısrarından açıkça vazgeçmiş demektir. Son iki gün içinde şu açıklamalar geldi hatırlayın. Canikli Suriye ile ekonomik ve siyasi ilişkilerin canlandırılacağını belirtti. Benzer bir açıklamayı Kurtulmuş da yapmıştı. Çavuşoğlu’nun sürpriz İran ziyareti de Esad konusunda ortak bir anlayış ve temel bir yaklaşım değişikliği söz konusu olduğuna işaret ediyor. Keza Başbakan Binali Yıldırım da ‘İstesek de istemesek de aktörlerden biri Esad’dır’ dedi. Türkiye Suriye konusunda rejimin devamlılığını başlıca öncelik olmaktan çıkarmak karşılığında daha büyük bir öncelik olduğu düşünülen Kürt koridorunun Rusya aracılığıyla tıkanmasını sağlamaya çalışıyor gibi duruyor.
Bu gelişme Türkiye’de son dönemde sıklıkla dile getirilen Batı/Amerikan ilgisini çekme bağlamında dış politika yapımına hizmet edecek gibi görünüyor. Ben kısa vadede Amerikalıların buna çok fazla ses çıkaracaklarını düşünmüyorum. ABD’nin Suriye’deki önceliği IŞİD ile mücadele edilmesi. Türkiye bu bağlamda önceliğini bu tarafa kaydırırsa ve IŞİD temizliğine daha etkin katılırsa (ki bu Rusya ve İran’ın da beklentisi) kısa vadede ABD’nin bir itirazı olmaz. İki gündür Amerikalıların sivil unsurların varlığı nedeniyle kuzeye ilerlemesine izin verdiği güçlere yönelik Türkiye’nin yaklaşımı ne olacak merak ediyorum. Bir test mi var acaba? Ayrıntılar konusunda muhtemelen Biden ziyaretinde konuşulacaktır
- Ankara’nın yüksek perdeden tepkisine rağmen Washington PYD’nin arkasından milim geri çekilmiyor. PYD küresel güçlerin IŞİD’le savaş adı altında meşrulaştırdıkları bir aktöre dönüştü. Bu açmazdan nasıl çıkacaklar?
Doğru. Ama dikkat edin bu sadece Amerika için değil Rusya için de geçerli. Unutmayın Moskova’da PYD ofisi açılmasına izin verdi Ruslar. PYD söz konusu olduğunda Rusya’nın yaklaşımıyla Amerika’nın yaklaşımı arasında temelde hiçbir fark yok. Benzer bakıyorlar çünkü sahada kullanabilecekleri en temel unsur PYD. O yüzden de Türkiye’ye verdikleri mesaj hep şu; ‘Senin PKK ile mücadelede yaptıklarına ses çıkarmıyoruz ama Suriye’de sahada kazanacak oyun kurmamız lazım.’
- Hem Amerika hem de Rusya’nın desteğiyle PYD, Kürtlerin hedeflediği siyasi yapılanmaya Suriye’de güçlü bir altyapı sağlamış görünüyor. Bu geri döndürülemez bir durum mudur?
Ondan emin değiliz henüz. Ben PYD unsurlarının (ya da PKK ile bağlantılı diğer unsurların) Suriye’ye yerleştirilmesinin ve kullanılmasının bilinçli bir politik tercih olduğunu düşünüyorum. Ellerinde şu an kullanmaya hazır en taze, en donanımlı unsur onlar. Suriye’de dengeler kurulduktan sonraysa onlara ne verileceği konusunda büyük bir belirsizlik var. Türkiye politik söylemiyle o süreç tamamlandığında bu unsurların oyun dışına çıkarılacağının sözünü almaya çalışıyor. ‘Bunlar PKK unsuru, oyun bittiğinde temizlensinler’ diyor. Müttefikler ve Rusya da büyük bir ihtimalle şunu diyor; ‘Bunu tartışmak için henüz çok erken. Süreci bitirelim, bunu ondan sonra konuşalım.’ Şimdiden onları oyunun dışına atacağı garantisi verirse Türkiye’ye onlar üzerinden oyun kuramaz ki bugün sahada. Bu ilerde kesinlikle bir pazarlık konusu olacak.
- Pazarlık noktasına gelindiğinde PYD’nin Suriye’deki toplumsal karşılığı ne olacak? Biz benzer bir süreci Irak Kürdistan’ında yaşamadık mı?
Bu meseleye hangi perspektiften baktığınla ilgili. Kuzey Irak çok güzel bir örnek. Irak’ın kuzeyi dedik yıllarca fakat enerji meseleleri güvenlik meselelerinin önüne geçince Kürdistan Bölgesel Yönetimi demeye başladık en üst seviyede. Askeri gözlükle bakarken, ekonomik ve ticari gözlükle bakmaya başladık. Diyarbakır’da Cumhurbaşkanı’yla Barzani birlikte kürsüye çıktılar. Bunlar iki yılda bir sallanan ve değişen ilişkiler. Türkiye bugün Suriye’de meseleye güvenlik merkezli baktığı için çok sert. Ama PYD’ye ne olacağına dair müzakereyi ne Amerikalılar ne de Ruslar bugün yapmak istemiyor. En azından bu kadar açıktan yapmak istemiyorlar.
Türkiye’nin algıladığı Avrasyacılık tüm Avrupa ve Asya coğrafyasında Türkiye ve Rusya’nın bağımsız hareket edebilecek aktörler olarak görülmesi tartışması. Ama bunu söyleyen adamların hiç haritaya bakmamış olması lazım. Rusya o kadar büyük bir ülke ki, Doğu Avrupa’dan başlıyor Japon Denizi’ne kadar, yukarda Kuzey Denizi’nden aşağıda Karadeniz’e kadar. Rusya küresel oyun oynuyor, Avrasya’sı küresel bir Avrasya. Türkiye’nin Avrasya’sı ise bir çemberden oluşuyor. Karadeniz, Kafkasya, Ortadoğu’nun belli bir bölgesi (Irak, Suriye), Doğu Akdeniz, Ege ve Balkanlar. Bizim Avrasyacı kitlenin kurmaya çalıştığı Türkiye merkeziyetçi ve din olarak da Müslüman. Rusya’nın Avrasyacılığıyla seninki birbirine konuşmuyor ki zaten, onlarınki Slavların idare ettiği çok dinli ve milletli bir yapı.
Türkiye Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerine birtakım sözler verip onları yerine getiremedi. Bu coğrafyada etkin bir aktör haline dönemedi. Türkiye’nin bu coğrafyadaki kıymeti Batılı aktör olmasında. Batılı aktör kimliğini kenara koyduğun zaman Avrasya coğrafyasında kıymeti ekonomik gücü kadar. Ne kadar para verebilirsen o kadar kıymetin var. Avrasyacılık zaten Türkiye açısından ölü doğmuş bir bebek. Demirel bu şekilde bir Avrasyacı değildi, daha Batıcı bir Avrasyacılıktan yanaydı. Bu argüman Türkiye’de ulusalcı dediğimiz tayfayla gündeme geldi. Aslında sağ liberal siyaset de bunu desteklemedi.
Lisans eğitimini ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans çalışmasını Hacettepe, doktora çalışmasını ise Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yaptı.
1993 yılında MGK Genel Sekreterliği’nde başladığı kamu hizmetini 1995 yılında akademik hayata geçiş amacıyla bıraktı. Oxford Üniversitesi St. Antony’s College’da ‘Senior Associate Member’ olarak bulundu. Hacettepe ve TOBB üniversitelerinde görev yaptı. 2010 yılından bugüne İstanbul Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. Çalışma alanları arasında eski Sovyet coğrafyası ve Kafkasya, diyaspora çalışmaları, Karadeniz Bölgesi ve güvenliği, Türk-Rus ilişkileri, enerji güvenliği gibi konular yer almaktadır.
© Tüm hakları saklıdır.