Mahfi Eğilmez*
Bir ülkeye yönelik uluslararası yatırımları iki başlıkta incelemek mümkündür:
(1) Uluslararası doğrudan yatırımlar; bir ülke sınırları dışındaki yatırımcıların ilgili ülkeye fabrika gibi üretim tesisleri kurarak, şube açarak, taşınmaz mal edinerek veya var olan bir şirketi tamamen ya da kısmen satın alarak yaptıkları yatırımlardır.
(2) Uluslararası dolaylı yatırımlar; bir ülke sınırları dışındaki yatırımcıların o ülkeden hisse senedi alımı, tahvil alımı gibi yollarla gerçekleştirdikleri portföy yatırımlarıdır (plasman).
Uluslararası doğrudan ve dolaylı yatırımlar arasındaki üç temel fark vardır:
(1) Doğrudan yatırımlar kalıcıdır (uzun vadeli) buna karşılık dolaylı yatırımlar geçicidir (kısa vadeli.) O nedenle dolaylı yatırımlar, borçlar, krediler, mevduat gibi kaynaklarla birlikte sıcak para kategorisinde değerlendirilir.
(2) Doğrudan yatırımlar, yatırımcısına yönetim yetkisi vermesine karşılık dolaylı yatırımlar yatırımcısına yönetime karışma yetkisi vermez.
(3) Doğrudan yatırım yapanlar, kârlılığı artırmak için verimliliği artırmaya dolayısıyla yeni teknoloji getirmeye veya üretim biçiminde değişikliğe gitmeye dönük değişiklikler yapmaya odaklanırlar. Oysa dolaylı yatırımları yapanların bu yatırımları yaptıkları şirketler üzerinde yönetim yetkisi olmadığı için böyle değişikliklere gitme hakkı yoktur.
Bütün bu nedenlerle özellikle gelişmekte olan ülkeler uluslararası doğrudan yatırımları çekmeye uğraşırlar. Gelişmiş ülkeler de geliştirmek istedikleri sektörlere, benzer biçimde uluslararası doğrudan yatırımları çekmeye çabalarlar.
Gelişmekte olan ülkelerin yüksek miktarlı uluslararası doğrudan yatırım çekebilmesinin bazı koşulları vardır:
(1) Diğer ülkelere göre daha çekici bir ekonomik ortamın bulunması önemli bir koşuldur. Ücretlerin diğer ülkelere göre düşüklüğü ya da verimliliğin yüksekliği, nüfus ve buna bağlı iç talep yüksekliği, potansiyel olarak büyüme eğilimi göstermesi bu alanda ilk ağızda sıralanacak koşullardır.
(2) Siyasal, sosyal ve ekonomik istikrarın bulunması gerekliliği de önemli bir koşuldur. İstikrarsız bir ülke, risklerin büyük olduğu bir ülke demektir. Ki yabancı sermayeyi en çok ürkütecek konu budur. Böyle bir durumda faizler artacağı, borsada hisseler önce düşüp sonra toparlanacağı için yabancı yatırımcılar, uluslararası doğrudan yatırım formundan sıcak para olarak adlandırılan uluslararası dolaylı yatırım formuna dönerler.
Uluslararası doğrudan yatırımlar iki farklı biçimde gelir:
(1) Doğrudan yabancı sermaye yatırımları; bir ülke sınırları dışındaki yatırımcıların ilgili ülkeye fabrika gibi üretim tesisleri kurarak, şube açarak veya var olan bir şirketi tamamen ya da kısmen satın alarak yaptıkları yatırımlardır.
(2) Gayrimenkul yatırımları; bir ülke sınırları dışındaki yatırımcıların ilgili ülkede taşınmaz mal edinerek yaptıkları yatırımlardır.
Bu iki farklı yatırım türü içinde tercih edileni doğrudan yabancı sermaye yatırımıdır. Çünkü bu yolla ülkeye yeni teknoloji girer, sürekli üretim yapan bir birim kurulmuş veya devralınmış olur, yeni istihdam alanları açılır ve ihracat imkânları ortaya çıkar. Oysa gayrimenkul satın alma şeklinde yapılan yatırımın katkısı, satın alma için para getirildiğinde ortaya çıkan bir seferlik katkıdan ibaret kalır.
Aşağıdaki tablo 2002’den bu yana Türkiye’ye gelen uluslararası doğrudan yatırımları ve bunun doğrudan yabancı sermaye yatırımı (DYS) ve gayrimenkul yatırımı formunda bölünüşünü gösteriyor (Kaynak: Ticaret Bakanlığı, Uluslararası doğrudan yatırım istatistikleri, sayılar milyon Dolar olarak okunmalı.)
Tabloya göre Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerinin başladığı 2005 yılı ile küresel krizin çıktığı 2008 yılına kadar (2008 dahil) Türkiye, tarihinin en yüksek uluslararası doğrudan yatırım miktarını çekmeyi başarmış görünüyor. İzleyen yıllarda doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında ivme kaybı yaşanmış, buna karşılık gayrimenkul edinimi biçimindeki yabancı yatırımlar ağırlık kazanmaya başlamış. Bu gelişimi bir grafik yardımıyla izlemek daha kolay olabilir.
Grafikte mavi çizgi doğrudan yabancı sermaye yatırımını, yeşil çizgi gayrimenkul alımı için gelen yabancı sermayeyi, kırıklı çizgiler de bunlardaki eğilimleri gösteriyor. Eğilim çizgileri bize zaman içinde ağırlığın gayrimenkul alımına doğru kaydığını açıkça gösteriyor.
En çok üzerinde durulan konulardan birisi; doğrudan yatırım için gelmiş de olsa gelen yabancı sermayenin yeni bir üretim birimi kurmaktan çok mevcut üretim birimlerini satın aldığı, dolayısıyla üretimde ve istihdamda bir artış yaratmadığı sadece sahipliğin el değiştirdiği eleştirisidir. Bu eleştiri doğrudur. Ancak söz konusu üretim birimlerini yabancılara satan Türkler eğer ellerine geçen kazançları Türkiye'de yeni üretim birimleri için yatırım yapmaya yönlendirselerdi gelen yabancı yatırımcının yeni yatırım yapması gibi bir sonuç elde edilmiş olurdu.
Türkiye’nin doğrudan yabancı sermaye girişi için yatırım iklimini yeniden 2005 - 2008 arasındaki dönemde olduğu gibi canlandırması, cari açığın sağlıklı finansmanı açısından önemli bir gelişme olacaktır.
* Bu yazı mahfiegilez.com'dan alınmıştır.