22 Temmuz 2013 10:21
Hürriyet’ten Taha Akyol, Şükrü Küçükşahin; Milliyet’ten Mehmet Tezkan, Mehveş Evin, Taraf’tan Semih İdiz, Taner Akçam; Radikal’den Orhan Kemal Cengiz, Özgür Mumcu; Yeni Şafak’tan Hilal Kaplan, İbrahim Karagül; Zaman’dan Ali Bulaç, Ekrem Dumanlı; Star’dan Ardan Zentürk, Vatan’dan Müge İplikçi, Ruhat Mengi gündem hakkında yazdı, önemli tespitlerde bulundu.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:
Taha Akyol – Hürriyet
İslam toplumunda liberal demokrasi
Liberal ekonomi tamam, fakat sorun, siyasetin ne ölçüde liberal yani özgürlükçü olduğudur.
Mısır’da İhvan’ın özgürlükler konusundaki tavrını gözlemleme imkânımız olmadı; darbe, yolunu kesti.
Piyasa ekonomisinde başarılı fakat siyasi sistemi “illiberal” yani otoriter ülkeler az değil. Paraya ve güce alışmak kolay; fakat karşımızdakilerin özgürlüğüne alışmak, o kadar kolay
değil! İslam dünyasında demokrasi tecrübesi en gelişmiş olan Türkiye’de de görüyoruz bunu.
Fakat istikamet belli: Yeni gençlerin hepsi Tarık Ramazan gibi Oxford profesörü olmayacak, ama çok daha geniş özgürlükler istiyorlar, bu açık. Sorun, bu uzun değişim sürecinin iyi mi yönetileceği, yoksa tartışmalarla mı geçeceğidir.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Şükrü Küçükşahin – Hürriyet
O sözlere asla alışmamalı
Erdoğan’ın bu ötekileştiren konuşmalarını, ‘partisi tabanında safları sıkıştırma’ amaçlı görenlere de artık siyaset ustası denemez.
Çünkü o seçmenin bir bölümünün (özellikle ANAP-DYP kökenli) bu söylemle mutabık olmadığını gören AKP yöneticisi çok var.
Ancak anladığım, Başbakan, bu politikasını belirlerken tercihini bugüne dek birlikte siyaset yaptığı bu arkadaşları yönünde kullanmıyor.
Onları, “Hepiniz onun kadar olamadınız” imasıyla kıyasladığı yenisi de dahil, bazı danışmanlarını tercih ediyor.
Erdoğan’ın, “Çevremizde, Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da birçok olaylar oluyor. Sonu iyi olacak” sözü kime, hangi danışmanına ait tahmin etmek zor değil.
Ancak, çevremizde olup bitenlerin geldiği noktayı böyle yorumlayan o uzmanların sınıfta kaldığını görmemek siyaset ustalığı olamaz.
Bu durumda, “Esed bir-iki haftaya gidecekti”, “Kuzey Suriye’de Özerk Kürdistan olmayacaktı”, “İki aya Şam’da namaz kılınacaktı” diye sormaya hiç gerek kalmıyor.
Nasılsa o danışmanlar bu sözleri ediyor, Başbakan da inanmayı sürdürüyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehmet Tezkan – Milliyet
Gezi ruhu beden arıyor
42-43 gün oldu, bir türlü gündemden düşmüyor.. Her yazıda, her demeçte, her söyleşide mutlaka adı geçiyor..
Belli herkes çok etkilenmiş.. Kızanı da alkışlayanı da..
En çok etkilenen de Başbakan!.. Bir buçuk aydır her gün Gezicileri anmadan geçemiyor.. Bir gün tencere tava çalanlara kızıyor, öteki gün çapulcu dediklerine..
Gezi Ruhu toplumu da siyaseti de kendine kelepçeledi…
Merak edilen şu.. O ruh ete kemiğe bürünür mü? Mehmet Barlas; ‘Gezi parkı eylemlerinde tencere tava sesi çıktı ama ne yazık ki siyasi bir program ve bir lider çıkmadı’ diye yazmış..
Gezi eylemlerini de cazip kılan bu hal değil mi? İnsanları hayran bırakan.. Dünyanın ilgisini çeken.. Sosyologları, sosyal bilimcileri, siyaset bilimcileri ‘anlamak’ için meydana koşturan.. Bu hal değil mi; gazetecilere, yazarlara, çizerlere, aydınlara ne olup bittiğini izah edebilmek için ter döktüren..
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehveş Evin – Milliyet
Suriyeli muhaliflere silah gönderiliyor mu?
Başta ABD, uluslararası güçlerin Suriyeli isyancılara silah yardımı konusu ise hassas ve belirsiz:
Senato’daki İstihbarat Komisyonu, “İslami aşırı gruplara gideceği” endişesiyle, ABD Başkanı Obama’nın Suriyeli muhalifleri silahlandırma kararını durdurdu. (Reuters, 13 Temmuz)
Obama’nın planına göre CIA, Suriyeli muhaliflere “sadece” küçük ve sınırlı miktarda silah sağlayacaktı. Ayrıca Ürdün ve Türkiye’de militanlara eğitim verilmesi gündemdeydi.
Ancak NYT’a göre “bu yardımlar hem yeterli olmayacak, hem de Kongre’den kolay onay çıkmayacağı için” tartışmalı. (14 Temmuz)
Umarım bu ülkede aklı başında birileri, bütün bunların ne anlama geldiğini anlatır... Gizlice, ağır silah yardımı yapma ve Suriye’ye mücahit yollama iddiaları, seviyesi düşük siyasi malzeme polemiği yapılmadan, araştırılabilir...
Ancak o zaman Reyhanlı katliamının sorumluları bulunur, “seken kurşun”ların hesabı sorulabilir
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Semih İdiz – Taraf
Diplomatların Erdoğan sorusu
Başbakan Erdoğan’ın ÖNDER İmam- Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği’ndeki konuşması hayra alamet değil. “Çapulculara fırsat vermeyeceğiz” ve “Tencere tava çalanlara karşı yargıya giderek hakkınızı savunun. Yargı da onlarla mücadele etsin. Yıllarca biz mücadele ettik şimdi onlar mücadele etsin” şeklindeki intikam kokan sözleri ülkeyi iç barışı gözeterek yönetmesi gereken bir başbakanın söyleyeceği şeyler değil.
Erdoğan’ın İslam coğrafyasındaki acıların geçici olduğunu belirtmesi ve “İnşallah bu imtihanı başarıyla verebilirsek, mutlaka bir rahatlama ile bir gönül ferahlığı ile bunun neticesini göreceğiz” demesi ise Türkiye’yi aşan bir misyonu olduğunu gösteriyor. Peki nedir bu misyon? Ne olursa olsun, Erdoğan’a sorarsanız bu sandıkla gelecek, tencere tava ile değil. Nitekim son yoklamalar bugün seçim olsa AKP’nin yine kazanacağını gösteriyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Taner Akçam – Taraf
Zihniyet sürekliliği niye
Eskiden Kemalist- laik elitin yaptığı ne varsa aynılarını kendileri yapıyorlar.
Ekonomik kaynaklardan yararlanmak Kemalist- laik elit üyesi olmakla mı mümkündü? Aynı mekanizma şimdi AKP yandaşları için çalışıyor. Üstelik bu yararlanma MİT raporları ile garanti altına alınıyor. Belki sistemden nemalanan insan sayısı artıyor ama sistemin kendisi aynı.
Medyanın dizayn edilmesi de öyle. AKP, aynı 28 Şubat mantığı ile kendisi için medya kuruyor. Hristiyanlar, Aleviler ve Kürtler konusunda da ciddi zihniyet süreklilikleri var. Bu çevrelerin sorunlarının hâlâ çözülememiş olmasının ana nedeni bu zihniyet sürekliliği. AKP kendisini, eski efendinin yerini almış yeni efendi olarak görüyor ve yukardaki genel ilkeye uygun davranarak, kendisini ezenlerin zihniyet dünyasını aynen devam ettiriyor. Gezi’nin anlamı da burada ortaya çıkıyor. Acaba Gezi, Türkiye’de mevcut ezen- ezilen ikilemi dışında yeni güçlerin ortaya çıktığının habercisi mi? Acaba Gezi’de, çok kısa bir süre için bile olsa, hepimizin ihtiyacını duyduğu yeni bir zihniyetin, yeni bir Türkiye’nin taşıyıcılarını mı gördük?
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Orhan Kemal Cengiz – Radikal
Erdoğan ‘hamama’ gidersen
İki haftadan beri kendime uyguladığım zihin detoksu nedeniyle gazeteleri okumuyordum. Yazı günüm yaklaşınca tekrar gazete sayfalarını karıştırmaya başladım. Gazeteleri açtığım anda, zaptedilmesi zor bir ateşin duvarlarını yılan gibi yaladığı kızgın bir fırının kapağını açmış gibi oldum. Erdoğan’ın aradan geçen aylara rağmen bir türlü azalmayan öfkesinin yalazları yüzümü yalayıp geçti. İnsanları, tencere tava çalan komşularını mahkemeye vermeye çağırıyor Başbakanımız. Bu çağrı muhakkak ki, karşılığını bulacak, mahkemeye gitmenin çok uzun bir yol olduğunu düşünen bazı kişiler, tencere tava çalan bazı komşularını kısa yoldan cezalandırmayı tercih edecektir. Dua edelim de bu çağrı, birileri ciddi saldırılara uğramadan unutulup gitsin.
Erdoğan’ın bu sözlerinden, aradan geçen aylara rağmen her dakika Gezi hadisesini düşünmeye devam ettiğini anlıyorum. Başbakanımız meseleyi kendi kafasında çözmeye çalışıyor ama öfkesi bir dirhem bile zayıflamadığı için çözüm hep ‘karşı tarafa’ gözdağı verecek düşünceler üzerinde odaklanıyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Özgür Mumcu – Radikal
Aritmetik iyi, reelpolitik pekiyi
Geçen cuma günü Başbakan Erdoğan memleketimizin bazı kesimlerinin ve dünyanın ikiyüzlülüğüne isyan etti:
“Türkiye’de bir kişi, iki kişi, üç kişi, dört kişi polise şiddet uygularken ölüyor, twett’ler, Facebok’larla dünyanın altını üstüne getiriyorlar. Mısır’da 53 kişi namaz kılarken öldürülüyor, dünya sessiz.”
Başbakan’ın ifadesine bakılırsa Gezi protestoları esnasında kimileri polise saldırmış ve o sebeple ölmüşler. Yani öldürülmüş dahi değiller. Öyle yani. Polise saldırdıkları için taş kesilmişler, ölüvermişler. Takdir-i ilahi. Başbakan saldırdıklarına karar vermiş bir kere.
Mehmet Ayvalıtaş bir aracın göstericilerin arasına sürülmesi sonucu öldürüldü.
Ethem Sarısülük, havaya ateş açtığı iddia edilen bir polisin kurşunuyla öldürüldü.
Ali İsmail Korkmaz’ı sopalarla döverek öldürdüler.
Abdullah Cömert’in ateşli silahla mı gaz kapsülüyle mi öldürüldüğü hâlâ net değil. Ama öldürüldüğü belli.
Başbakan’ın zihin dünyasında bu dört genç polise şiddet uygularken ölen ‘bir kişi, iki kişi, üç kişi, dört kişi.’
Bu gençlerin katillerinin hesabının yargıda görülmesi için uğraşması gereken Başbakan, tencere-tava çalanların komşularına muhbirlik görevi vermeyi tercih ediyor. Kafasında ‘biz ve onlar’ diye memleketi ortadan yararak sesleniyor: “Yargıda biraz da onlar mücadele etsin. Yıllarca biz mücadele ettik şimdi onlar mücadele etsin.”
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Hilal Kaplan – Yeni Şafak
Yeni komşumuz PYD?
Suriye'deki Baas rejimi lideri Beşşar Esed, devrim sürecinde Kürtlerin kilit bir rol oynayacağını öngörerek protestoların ilk aylarında Kürtlerin vatandaşlık haklarını tanımıştı. Ayrıca tutuklu PYD mensuplarını da serbest bırakmıştı.
PKK, Esed desteğiyle gücünü bölgede tahkim etti, muhalif gösterilere katılan Kürtlere göz dağı vermekten imtina etmedi. Hatta Özgür Suriye Ordusu bu baskılara ilişkin ezilenleri koruyacakları teminatını veren bir bildiri bile yayınladı. Fakat zaman içerisinde Esed rejimiyle mesafesini artıran PYD, geçtiğimiz yıl Suriyeli diğer Kürt gruplarıyla Barzani aracılığıyla bir şemsiye altında toplandı.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
İbrahim Karagül – Yeni Şafak
K. Irak – Akdeniz hattına dikkat
Sınırda olanlara El Kaide-PKK çatışmaları diyoruz. On yıllık öngörüyü göze alarak Türkiye nerelere sürüklenebilir, diye sorguluyoruz.
Olmaz demeyin. Bugün küçük çatışmalara müdahale eden Türkiye, on yıllık süre içinde bütün boyutlarıyla Suriye savaşının içinde yer alabilir.
Bugün sınırın diğer tarafından örgütler üzerinden oyun kuranlar, oyun kurmaya devam ettiği müddetçe bu hep muhtemeldir.
Sınırda örgütler üzerinden bir tezgah kuruluyor, barış sürecini sabote edip Türkiye'yi sonsuz çatışmaların içine çekecek bir senaryo servis ediliyor.
Kuzey Irak-İskenderun hattına dikkat.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ali Bulaç – Zaman
Demokraside sorun
Siyasi krizi anlamaya matuf yapılan çalışmalar bize sesini en çok yükseltenlerin orta sınıflar olduğunu gösteriyor. Doğaları gereği demokratik örgütler, sivil toplum kuruluşları, insan hakları dernekleri genellikle orta sınıflardan çıkar. Alt sınıfların kamusal müzakerelerin, talep ve itirazların yapıldığı alan ve platformlarda seslerinin çıkmadığı herkesin malumu. Bu sadece Batı’da değil, Türkiye’de de öyle. Mesela 10 senedir medya neredeyse koro halinde Türkiye’nin “hayranlık verici büyüme hikayesi”ni anlatmakla meşgul, Türkiye modeli sadece bölgeye değil, iç kamuoyuna da bir marka olarak pazarlanmaktadır. Toplumun geniş kesimlerine ulaşabilme kapasitesine sahip gazete ve televizyon ekranında uygulanmakta olan neoliberal politikaların, adaletsiz piyasa kanunlarının ve küresel ekonomiye entegre olan ekonominin alt sınıflara getirdiği dayanılmaz sıkıntılarından söz edilmiyor. Orta sınıfın eriyen orta ve alt; alt sınıfın üst-orta ve alt katmanlarına bir narkoz gibi enjekte edilen Millî Piyango reklamında kullanılan ana temadır: “Bakın şu şu zenginler milyar dolarlar kazandı, dünya zenginleri arasındaki yerlerini aldılar, siz de kazanabilirsiniz. Türkiye bir istikrar adasıdır, hızla büyümekte ve zenginleşmektedir. Çalışın, sesinizi çıkarmayın, sakın istikrarı bozmayın, siz de zenginleşeceksiniz. Şimdilik belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve hayır derneklerinin dağıttığı iaşe ve ianelerle yetinin. Sıra size de gelir.”
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ekrem Dumanlı – Zaman
Gel de kaygılanma
Şu anki fotoğraf gayet net: PKK barış adına adım atmıyor; tam aksine büyük bir çatışmaya hazırlandığına dair görüntü veriyor sürekli. KCK yönetimi değişti, nerdeyse Türkiye'ye tehdit savurmayan ‘PKK kurmayı' kalmadı. Üstelik süre veriyorlar, ‘Son kez uyarıyoruz!' diyorlar. Yeni KCK stratejilerinde açıkça görülüyor ki örgüt, taraftarına sokağa dökülmeyi emrediyor. Bunlardan kaygı duyduğunuzu söylediğinizde bazı pembe dizi senaristleri her şeyin çok iyi gittiğini, endişeye mahal olmadığını vs. söylüyor. Güzel! Ama manzara hiç öyle bir şey demiyor. Neymiş? Devlet (daha doğrusu MİT) İmralı'da mahkûm örgüt liderine hâkimmiş, o da örgüte hâkimmiş; dolayısıyla asayiş berkemal imiş. Aklı başında her insan bu tozpembe yorum karşısında şu soruyu sormaz mı: Madem her şey bu kadar kontrol altındadır, bu ürkütücü manzaranın sorumlusu kimdir?
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ardan Zentürk – Star
Ortadoğu’nun ‘şifresi’ hangi kasada saklı
“Amerikan-İngiliz ittifakı” + Fransa’nın Ortadoğu-Kuzey Afrika hattında “yenive güçlü oyuncular istemedikleri” anlaşılmıştır. Suriye Savaşı ve Mısır Darbesi, hatta Amerikan aracılığında (Hamas’a rağmen) başlayacak Filistin-İsrail müzakereleri bu gerçeği gösteriyor. Aynı zamanda, Rusya ve İran’ın, kanlı bilançoya karşın neden Suriye’de bu ölçüde kararlı direndiğini de... Bu, Türkiye’nin bölge politikasını da zora sokan bir “ortak stratejidir...” Hedefi bellidir: İsrail’le yakınlaşmazsan sana Ortadoğu’da yer yok!..
Bu strateji, Türkiye’yi, Mısır ve Suriye’de “yalnızlığa itti...” Şimdi, sınırındaki Nusra Cephesi-PKK “petrol savaşı” ile de “gözlemciliğe” sürüklüyor. Türkiye’nin “aktif diplomasi”den “tepkici diplomasi”ye dönmesi tamiri çok zor bir hata olur. Ankara’nın Irak Kürdistan yönetimi ile geliştirdiği “aktif ilişkilerden” rahatsız olanlar, Suriye’de yeni bir krizin yolunu açıyor olabilirler, buna yanıt, onların beklediği gibi “tepkici” zeminde değil, soğukkanlı ve muhatapları “tarafımızda tutacak” düzeyde olmalı.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Müge İplikçi – Vatan
Şimdi bizler biraz daha öksüz kaldık
Gidişinin zamanlamasını düşünüp duruyorum iki gündür. ‘Vardır bir hikmeti’ diyorum. ‘Metinlerindeki hiçbir şeyin tesadüf olmaması gibi, bu sonun da verdiği ayrı bir mesaj var, onu doğru okumalı...’
Diyorum demesine de yitirmiş olmanın burukluğu hep ağır basıyor.
Onu size uzun uzun anlatacağım aralarda. Buna niyetliyim. Anlattıklarının kıymetini, yazdıklarında bize bıraktığı pusulaları. Umarım hayat izin verir ve ziyaret etme sözüm gibi havada kalmaz bu dileğim.
Ama şimdilik onu zihnimdeki hâliyle hatırlamak istiyorum sadece. Çiçeği burnunda bir yazarken bana ve benim gibilere verdiği desteği; güzelliğini, ustalığını, insanlığını, gerçekliğini ve o gerçeği evirdiği muhteşem kurgularını, dil cambazlığını... İmzalı kitaplarını, imzasızlarını.
Güzel bir kadındın sen Leyla Erbil.
Gittiğin yeri de ‘hallaç’ pamuğu gibi atacağını biliyorum.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ruhat Mengi - Vatan
Yıpratma sırası Feyzioğlu’nda
Sanki Gezi direnişinde başörtülü genç kızlar günler, haftalarca o parkta eylemlere katılmamışlar, sanki kadınların-insanların olaylarda “haklı ve haksız, doğru ve yanlış” ı ayırmaları başörtüsüne göre değişirmiş gibi.. Sanki Türkiye’de değil de köktendinci rejimlerden birindeymişiz gibi..
Baştan beri, uzun yıllardır “toplumu bölme, kutuplaştırma ve düşman kitleler yaratarak oy toplama” gayretlerinin tümüne karşı çıkmamızın nedeni buydu. Ama hala bu kutuplaştırmaları “bizim gençlik, sizin gençlik, tencere çalanlar çalmayanlar, bizden, onlardan” diye sürdürenler işi öyle bir hale getiriyorlar ki “başörtülü” bir olaya karışmışsa mutlaka onun haklı olduğuna, karşısındakinin saldırdığına inanacaksın, ispatı olmasa da, iftira olsa da..
Ve şimdi sıra Metin Feyzioğlu ’nu, bu aydın ve takdir edilen hukukçuyu “başörtülü kadına sözle saldırdı” diye yıpratmaya geldi. Hızlı trenle Eskişehir’e “sopalarla dövülerek öldürülen Ali için” giderken Feyzioğlu ’nun karşısına gelip oturmuş. Telefonla İngilizce olarak yaptığı konuşmayı dinleyip ayağa fırlayarak hakarete başlamış. Yaptığı hakaretlerin dozu aynı gün internette yazdığı “vatan haini, dış ülkeye yalan bilgi veriyor” sözlerinden belli..
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
© Tüm hakları saklıdır.